Letâfet Sahibine
Akıp gidiyor gözlerimden hayaller, zamandan münezzeh olarak. Hayalimde ıtır kokulu bahçeler ve o muttasıl şakıyan bülbüller; güle bend etmiş bülbüller.
Yürüyorum bu zamansızlık zamanının sinesinde. Çağıldıyor ırmaklar. Gürül gürül akıp gidiyor. Akmak istiyor başka yataklara; ama yitip gidiyor...
Müstacalen yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum...
Önüme ebedi taşlardan örülmüş bir sed çıkıyor, duruyorum.
Haykırıyorum, haykırıyorum gözlerimi açtığımda, gözlerimi açtığımda anlıyorum, yitip giden ve hiçbir zaman gelmeyecek olan zamanların tahayyülünden uyandığımda.
Gözlerimde bir mahmurluk, mahzunluk...
Derdim çok, gözlerim bir hemdert arıyor. Zamanın üzerime yığdığı ağırlıklar, bi-perva gönüllerin açtığı yaralarla yürüyorum, bir külfet yüklenircesine...
Elimde bir zambak, en latif sözlerimle bezenmiş, buhur kokan... Yüreğimin kırıklıklarından, içimde pinhan kalmış yekta sözleri serpiştiriyorum.
Muteber, letafetli, ulvi bir insana gidiyorum, farkında olmadan. Uzatıyorum ellerimdekileri, derdimin çok, hem derdimin olmadığı bir zamanda, sahtiyan yüzlerin papatya gibi açtığı, mecalsiz yüzlerin bana döndüğü bir zamanda... Uzatıyorum, sanki içimden, en derunumda kalmış şeyleri uzatıyorum. Sanki onlar oraya saklanmış da çıkarıp sahibine vermek şart olmuş gibi, müstacalen uzatıyorum.
Alıyor elimden, içindeki en lafit sözlerle, zambakları.
Gonca yüzü açıyor, ışıldıyor, ben ışıldıyorum; ayineler ışıldıyor, letâfet sahibi ne güzel ışıldıyor...
Bu billur yüz ışıdıkça ışıldıyor, aynayım ben şimdi; can aynası...
Bu billur yüz aksediyor bana, baktıkça çoğalıyorum, aydınlanıyorum...
Ben ona burcu burcu kokan çiçeklerin arasında, samimiyet kokan sözlerimi veriyorum o da gülüşleriyle, hilkatindeki muteber sözleriyle icabet ediyor.
Sönme ışığım, sönme ki şu biçare ayna, ziyasız kalmasın...