Matematik
.....bahar günleri rengarenk,erguvan ağaçları açtı açacak,havalar ısınmakta güneşin parlaklığı tatil isteğini artırıyor,az bir zaman kaldı dedi ,evet biraz daha sabredecek belki arabasını yenileyecekti,giyinip kuşanıp okula gitmeliydi 2.saat dersi vardı,bahar kokusu kuş cıvıltıları İstanbul farkı ve mutlu hayatı yine güzel şeyleri düşünmeye sevk ediyordu : '....bir bahar günüydü,bu kadar zor olmamıştı sana ulaşmak, neler olduğunu bilemediğimiz yıllar çabuk geldi geçti , öyle zor ki şimdi sana dokunmak ve bir o kadar da çıkmazda sana uzanan yolları aşmak , tıpkı güneşi suya indirgemek gibi , yüzme bilmeden denize girmek gibi , susuz bir bitkiyi yetiştirmek gibi,hayat mı zorluklarla bizi hırpalıyor yoksa biz mi zorlaştırıyoruz hayatlarımızı.....' diyordu,başka sözler de çıkmıştı dudaklarından ancak bunları kendisi de anlayamamıştı,her ne çıkmışsa odasının duvarlarına tavanına eşyalarına iyice sindiğini düşündü ve yalnız kaldığında onları bir bir okuyordu ,her eşyanın bir hikayesi vardı odada, terliklerinden kitaplarına,fotoğraflardan gömleklerine kadar her bir parçanın ruhunda bıraktığı iz canlı duruyordu ,belli belirsiz dudaklarında acı bir bükülüş yaptı ,aynadaki bu halini hiç beğenmedi,aynaya hangi yönden baksa görünümüne kendisi bile yabancıydı '...aslında bu ömrü yaşayanlar zararda.. tüm yolları yürümesem de çıktığım yollar bitti..sönen, ,bitip giden tükenen,sonu olan her şey uçucu..ölümlü olan bu dünya hayatı da öyle değil mi ' cümlesini kurdu ,bir yandan bu cümleyi kesik kesik söylerken bir yandan alnındaki sivilceden nasıl intikam alacağını kolluyordu,tabi ki beklenen saldırıyı yapmış sivilceyi hiç acımadan sıkmıştı,az önce söylendiği sözün anlamını çözmeye çalışırken sivilcenin kanayan sıvısı yüzünden vazgeçti,zaten böyle sözler demesine bir mana veremiyordu,hiç istemediği ,hiç de hazır olmadığı sözleri ağzından çıkarmasına kızmıyor değildi, '..bir zamanlar kendimden çook büyük bana fazla gelen duygular yaşadım..ama başkaları gibi eksenimden sapmadım...' dedi,bunu söylerken, bir ,aynaya dönüp bakıyor konuşuyordu,bir pencereye dışarı bakarak baharın ayak seslerini dinliyordu,gel gitler arasında döktüğü sözler,anlamlı manasız veya çelişkili olabilirdi,peşisıra kurduğu cümleleri kontrol bile etmeden dudaklarından döküldüğünün farkındaydı.Hızla hazırlanıp çıkmalıydı ,bugün nasıl geçecekti ve günlerin ağırlığı nasıl bir yük getirecekti bunun merakı içindeydi,bu merak öyle öldürücüydü ki,zaman denilen kurdelanın ucunu çekmişti artık nasıl açılacağını seyre koyulacaktı '..gün gelecek belki ama istemeyeceğim o zamanın gelmesini,ancak o zamanda engel olamayacağım tek şey zaman ..evet zamanın iki tarafı keskin kılıcı..' çocuk günlerin Yozgat coğrafyasından bugünlere ,İstanbul gibi efsane bir şehre gelmişliğin farkını muhasebe etti,ama şimdi sırası mıydı, sorgulayacak durumda değildi , '.. ölçümler artıyor,aslında tam da senin hiç gitmeyeceğini kabullendiğim anda, ey zaman !!,bir gün beni de ulaştıracaksın mutlak sona,biliyorum bunun için de gereken şey zaman ..' dedi kendi kendine konuşuyordu hala,insanlar bu düşüncelerini işitmiş olsalardı felsefe yaptığını düşüneceklerine emindi ,zaten her zaman söz-fikir-düşünce üretmiyordu,bu geçiş günlerinde oluyordu ne oluyorsa,yüreği yorgundu ve biraz nefes almak istiyordu,arabayı bir yere park edip okula yürüyerek gitmek istiyordu,öylede yaptı Çengelköy küçük bir sahil kasabası gibi hayallerini dolduruyordu,başının üzerinden geçen uçağa baktı,içinde olmak hatta hiç inmemek üzere onunla uçmak,uçmak geldi içinden.Öteden beri gökyüzünde gezinen gözleri,mavi boşluklarda gizemli uçuşlar yapan uçakların seyrine bakarak sonsuz maviliklere hayranlık duyuyordu, yeryüzü giderek kirleniyordu,insan ilişkilerinden toplumsal ayrışmalara kadar uzanan gerilimler ve dünya politik siyasi gerekçelerin servis ettiği çatışmalar,her şey her şey masumluğunu kaybediyordu,erguvan ağaçlarına rastladı ,erguvan ağaçlarının dağıttığı mutluluk duygularını hemen fark etti,kızı zeyneb'in varlığına şükretti,güzelliği ve sevgisi ruhuna doldu,kızı ve erguvanların bu güzel havsını derin derin içine çekti, kızım ve ben ve ailem ,ve erguvanlar,işte dedi,işte mutluluk bu,İstanbul şehri bu !! mavi ve yeşil şehre ancak böyle bir renk güzellik katabilirdi,çiçekleri pembe renkli ağaçların, boğazın yamaçlarında ve yeşilliklerin içinden gülümseyişleri ,muhteşem bir görsellik sunuyordu,yürümeyi en çok bunun için seviyordu,boğazın iyot kokulu serin akışını hissetmek ve erguvanları seyretmek onu az da olsa içinde bulunduğu düşüncelerden temizliyordu,belki çok kısa bir zaman için ağacın pembe çiçekleri devam edecekti,daha sonra kaybolacaktı bu güzel renkli çiçekler,merak etti acaba neden uzun ömürlü değildi,sanki ağaç,çiçeklerini insanlardan kıskandığı için kısa bir zaman dilimi sonunda çiçeklerini çekiyordu,ne zaman istanbul'a erguvan mevsiminde çıksa, yüzünde güzel bir tebessüm açmasına sebep olan erguvanları ,kendine dost edindi,utancından kızaran ağaç olarak bir hikayesi vardı bunu bir yerde okumuştu,erguvanla ilgili mevcut en eski bilgiler Hz. İsa dönemine aitti,trajik bir hikayesi vardı erguvan ağacının: Havarilerinden biri (Yahudi) Hz. İsa'ya ihanet eder ve sonra da pişman olur. Bu pişmanlık onu ölüm düşüncesine sürükler; kendini erguvan ağacının dalına asar. Bu hain adamın alçaklığını sindiremeyen erguvanın önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kırmızı/pembeye dönüşür. Bundandır ki, Latince ismi cercis siliquastrum olan erguvan ağacına Hıristiyanlar Yahuda (Juda) ağacı derler.Hikayesi ne olursa olsun bu ağaçların varlığı istanbul'a baharın gelişini müjdelediği gibi kendi ruh dünyasını da parlatıyordu.Erguvan ağaçları ile kendi dünyası arasında bağ kuruyordu ,yüzünün solgun rengi ve gülmeyen gözleri yıllarca çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadı anlayamadı hatta,bu sancılı geçmiş ona hep şunu söyletiyordu ,' her zaman ve hiç bir zaman , ne yazık ki yankılanmadı sevinçli yüzümün haykırışları göğün mavi boşluklarında...', hayır şimdi çok iyiydi mutlu ve sağlıklı bakıyordu hayata ,geçen geçmişti ,erguvan ağacının bu hüzünlü hikayesi içine kendini bıraktı.İşte benim,fark edilen veya edilemeyen hüznümün baharı.. dedi,,erguvan mevsimi, ne zaman gelecek diye çabalar dururum ama hep buruk dünyamın tutukluğu ile, insanların mutlu oldukları ortamlarda bile buğulu bir yalnızlık ve içe dönüş ve belirsiz bakışlarım yalnız bırakmaz beni,ne hazin bir sessizliktir bu benim serüvenim dedi, kaç hançer yemiş olmalı ki susup bir köşede beklemekte bedenim,cezalandırılmış çocuklar gibi gezdirip duruyorum kendimi,dedi,yine bugün duygu yoğunluğum üzerimde dedi,erguvan ağacı ile kurduğu düşünceleri ve duygu yoğunluğu gitti geldi hayatının sularında,kolay kolay duygularıma yenilmem demişti bir keresinde,acaba büyük bir söz mü etmişti, neyse okula yaklaşmıştı ,iyi ki hayatını güzelleştiren ve cennete çeviren çok sevdiği kızı Zeynep ve eşi vardı,aklı ve duyguları hep onların sevgisi üzerine kuruluydu,severek yaptığı mesleğinin tadını ve dinamizmini onlara borçluydu,çok sık olmasa da Bursa'ya yaptıkları yolculuğu hatırına getirdi,küçük İstanbul diyordu Bursa'ya ,yeşilliği ve tarihsel dokusunun zenginliğine bakarak burada yabancılık çekmiyor,istanbul'u aramıyordu,aksine sevdikleri ile birlikte olmak kendini çok mutlu ediyordu , hem büyüklerine güzel bir aile fotoğrafı sunmanın morali de eklenince her şey güzel gidiyordu,ne kadar şükretsem az demekten kendini alamadı , matematik öğretmenleri olan anne-babasının arasında kızının matematiği sevip sevemeyeceğini hep merak edecekti,ama şurasını itiraf etmeliydi ki ruhunu ve hayata bakışını genç tutmanın sırrı olarak görüyordu matematiği , inşallah kızı matematikten nefret etmeyecekti,arabasının anahtarını elinde tutuyordu,bir gün dedi..evet bir gün bu anahtar, hayalimdeki arabanın anahtarı ile yer değiştirecek ,bunu göreceğim elbette derken yüzündeki azim ve kararlılığı güneş gözlüğünü takmasaydı herkes şahit olacaktı ...
20.05.2015
çengelköy