Maziyle Hasbihal
''Bazı yenilgiler zaferin taksitleridir."
Hatırlıyor musun; "Emperyalizmi ruhlarınızdan atın, o da sizin topraklarınızı terk edecektir" demiştin. Daha iyi anlıyorum seni. Yabancı kelime ve kavram istilasının altında anlamsız isimler konuluyor dükkanlara, iş yerlerine, gazetelere, televizyonlara, elbiselere, yiyeceklere, bebeklere... Kendi öz benliğimizin yansımalarına düşman bu kesim, bir yerlerde tetikçilik yapıyor. Üretim ve üreticinin önündeki en büyük engel de onlar. Hayatımızın her anını kuşatmışlar. Her adım atışımızda, her soluk alışımızda, her kuruşumuzu harcayışımızda karşımıza çıkıp bizi kemiriyorlar. Çıkarılan her tartışmanın gerisinde de onlar var. "Damdaki Kemancı" oyununu seyredenler gibi.
"Tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur." diye hayıflanmıştın. Derdine derman arayanların derdindeki ortak nokta, şuursuzluk illetinden kaynaklanıyordu. Havale edilmiş isyanlar bütünü olan sorumluluk; maddi anlamda gerçekleşen bir hedeften sonra önceliğini yitiren, modası geçen, insanları galeyana getiren öncelikli bir mesele olmaktan çıkıp ,tali bir olay gibi algılanıyordu. Bu da şuursuz ve çok yüzlü müsveddelerin, insanlar tarafından anlaşılamayan ortak yanıydı. Madalyonun çift değil, aslında tek yönü vardı...
"En küçük şeyi en büyük bir biçimde yapmasını öğrenmek gerekir." dediğinde heyecanlanmıştım. Yaptıkları meslekleriyle hemhal olup da kendini veremeyenler, istediği bir alanda çalışma imkanı bulamayanlar, zeki ve çalışkan olup da iyi eğitim alamayanlar dağladı yüreğimi. Ne kadar mutsuz bir toplumduk. Halbuki mevcut imkanlar kullanılarak bir çok şey yapılabilirdi. Sorun kişinin yaptıklarına gerekli önemi vermemesinden kaynaklanıyordu. Büyük istikballere ulaşmak, küçük ayrıntılarda gizliydi. Ayrıntılarsa yanı başımızda, bizimle beraber...
"Elmas yontulmadan, insan da yanılmadan mükemmelleşemez." diye söylediğinde ağlıyordun. Senle beraber ben de. Yanlışlar ve yanılgılarla geçen bir ömrün izlerini taşıyordu, yüzündeki kıvrımlar. Önemli olan yanlış, hata, günah değildi. Aynı şeyi bilerek ve isteyerek tekrar yapmaktı. Aynı delikten tekrar ısırılıştı. Zaten bütün bunlar insana özgüydü. Günah ve Dua, yanılgı ve doğru zıtlığın insana açtığı eşsiz bir buluştu. İkinciler birincilerin izlerini silen cila görevi görüyordu. Tecrübeli, mükemmel, itmimna olmak, yanılgılardan gerekli dersi çıkarabilmekle mümkündü. Kimse mükemmel değildi belki ama bu yola çıkan da varmış gibi değil mi?
"Gençlik yaza benzer, ihtiyarlık kışa. Öyle bir kış ki arkasından bahar gelmez." diye uzaklara daldığında, seni bir daha görememenin endişesiyle huzursuz olmuştum. Basit heyecanların peşinde derbeder olan, ruhundaki açlığı gerçeğin çok uzağında arayan, manevi atmosferi yaşayamamanın verdiği ızdırapla istikametini şaşıranları hatırladıkça, içimdeki ayrılışınla oluşan sıkıntı, yerini mutlu tebessümlere bırakmıştı. İyi ölüm en güzel, en anlamlı ve en ibret verici bir vedaydı...
"Günah , yasak olduğu için acı vermez. Acı verici olduğu için yasaktır." dediğinde yüzüme bakmıştın. O kadar çok alaya alınan günahlar vardı ki, insanlar bunları leblebi lokum gibi çiğniyorlardı. Hatta galeyana gelip; "Böyle günah mı olur deyip?" isyanın ve inkarın zirvesinde geziniyorlardı. Kimlikleri İslam'ın mübarek imzasıyla şereflenirken, kendileri ne olduklarından habersiz uçuruma yuvarlanıyorlardı. Beyinlerinde oluşan soruların cevaplarını esas kaynağından ve kişisinden değil de sahte diplomalı din tacirlerinden alıyorlardı. Belki böyle yapmak onlara daha kolay geliyordu... Kolay olan zahmetsizdi.
Sen bahardan önce gelen muştusun
Sen ölümü hatırlatan cemre
Tükensin, silinen yazılara inat ömür
Karşı konulmaz. Gel diye haykırınca emre!...