Merhaba Aşkım
Aşkım.
Aslında sana sövmek istiyorum. sanırım bunu yapacağım. Ama yine de, söyleyeceklerime karşılık vermeni istemiyorum. Kuşaklar arası bir çatışma ya da psikolojik bir savaş çıkmasın aramızda. Adın gibi biliyorsun ki, aklım hala sendeyken, hangi psikolojinin, hangi savaşı olabilirim? Türkçe'yi ilk defa böyle içten kullanarak, aşkım diyorum. O son konuşmamızda da aşkım demiştim aslında, ama arkandan ve sessizceydi. Fakat sen, git dedin.. Koşarak uzaklaşıyordun ve belki sevgilim demiştin de, ben git anlamıştım.. İşte uzun zamandır böyle teselli ediyorum ve dindiriyorum iç sesimi. Sabah ezanını duyar gibiyim şuan. Biliyorum ki sen bu saatte uyuyorsun. Beraberken, bu saate kadar hep uyuyakalmış olurdun. Belki de sıkılıp, uyumuş taklidi yapardın. Ama ben uyuduğuna inanmak istiyorum.. Uyuduğun ve tekrar uyanacağın, tekrar sarılacağın.. Gözümü açtığım her karanlıkta, karşıma gölgen çıkıyor,
Merhaba aşkım.
Gölgen karşıma çıkıyor ve dudağından öpmeye başlıyorum. Gölgelere sarılma ihtimali yoktur hiçbir insan evladının, yoksa onu da yaparım biliyorsun. Bu gölge, belki de sensizliğin, sessizliğin hatta piçliğimin gölgesi olabilir. Herneyse.. Sol omzumdaki kötü bir meleğe ait bu düşünce, böyle olamaz, olmamalı. Farklı açılardan gölgene bakıyorum. Ellerimi sağa sola oynatıyorum ve bana sarılmış gibi oluyorsun. Sonra sarıp, seviştiriyorum ellerimi bedenimle. Bir görsen, aynı sen. Gülümsüyorsun,
Merhaba aşkım.
Telefon konuşmalarımız ve birbirimizi nasıl sevdiğimiz aklıma geliyor. Aslında emin olduğum tek şey, benim seni sevdiğim. Sana inanmak gibi bir şansım, elbette yok. Sevmeni de bekleyemem üstelik. Ya da öyle olduğunu sanamam. Bu çok saçma olur. Seni kaybetmiş olduğuma inandırmam gerekiyor artık kendimi. Ve seslenmek kendime; 'seni kaybederken, kendimi kazanmış da olabilirim..' Deli gibi inanıyorum bu yalana ve resmini son kez çıkarıyorum albümden,
Merhaba aşkım.
Biraz realist olsun istiyorum yazdıklarım. Aklıma geliyor sonra, diyorum ki; 'resimlerine bakarak, ne çok akıtan vardır şuan.' Sonra akan herşeyin, gözyaşı olmasını diliyorum Tanrıdan. Hatta önünde eğilip, yalvarıyorum ölmen için. Daha fazla günaha girmeden veya daha fazla insan sana girmeden, ölmen.. Çünkü öyle olursa, bir yerlerde mutlaka, köşeyi dönerken çarpışacağız ve birbirimizi tanıyor olacağız. Sonra aynı anda aynı dillerde, hatta dil dile haykıracağız,
Merhaba aşkım.
O insanlar mı senin koluna girdi, sen mi onların bilmiyorum ama hepinize kolum girsin. Demiyorum tabi ki. Diyemiyorum.. Kızıp adımı dahi unutabilirsin çünkü. Aslında bunları yazarken bir bilmece içinde hissediyorum kendimi. Belki aptalca olacak ama, dönmeni bekleyeceğim bu yazılanlar sayesinde. Ne aptalca dediğini duyuyorum.. Bazen tekrar dönersen vereceğim cevap aklıma geliyor. Tahmin ettiğin gibi; çelişkidir bu. İyi bilirsin üst üste binme olaylarını. İşte tam da anladığın gibi, üst üste binecek iki ayrı ses. Birisi siktir git ulan orospu çocuğu diyecek, diğeri,
Merhaba aşkım.
Sana duyduğum şeylerin aşk mı, hayranlık mı olduğunu kavramam çok uzun sürmüştü. Sonucunu hala bulmuş değilim ama şuan sana karşı yoğun duygular içerisindeyim. bitch, prostituierte, salope, bastardo.... Dört farklı dil, dört farklı kelime.. Anlamaya çalışmana gerek yok. Kısacası terkettiğin gece ardından ettiğim küfürler bunlar. Ağır ama, yağmurlu günlerde üzerimize su sıçratan arabalar, durakta insanları es geçen dolmuşlar, havanın kötü olması gibi ufak olaylara kızarken ettiğimiz küfürler kadar, haklı ve masumca. Alınmana gerek yok, ben hala seni seviyorum. Aynı zamanda artık daha olgun düşünebiliyorum. Büyüdüm işte seninle.
Bütün bunlar doğrultusunda, şunun farkına varıyorum;
Biz iki ayrı denizdik, birbirimize hiç karışamadık.