Metatron

Metatron

Gece gülüşmeleri… tanık istemez. Kendinizle gülüşebiliyorsanız, ne mutlu size.

Havadan gelen topa kafa vurmak için öyle yükseldi ki çatala takmak için, sonra vazgeçti geri çekildi, gelişine salladı boşa giden tekmeyi. Baldırlarının sızladığını hissetti. Zevk veren, keyif veren bir uğraş adına acı çekmek. Alanda kaybolduğu acı çektiği eylemin arkasından haksızlık yaptığına bir görevmiş gibi, sanki edindiği pahalı deneyimlerini de birlikte aktarmaya zorunluymuş gibi pas atıcısına şöyle bir baktı.

Başarı ya da başarısızlığın kendinden kaynaklı bir eylem olmadığını anlamıştı kolektif egemen zihninde.

“İzmir güzel şehir, bereket kokarmış, iyilik kokarmış, güzellik kokarmış, rızık kokarmış yani insanlık kokarmış.” Öyle, derler.

Kendi sayfasını ezberlemişti kaç kere okuduğu ödünç kitaptan. Ve işte şimdi bu hayalin içine dalmak üzereydi yoksun ve yoksul olduğunu zannettiğine neden olan, kendine sürekli fısıldayan hükmeden vesvese yüklü düşünceleriyle. Bir pas verecek pasör bulabilecek miydi yeni yola koyulduğu yaşamında.

“Tamam, hayırlı olsun bölüm kaydınız yapıldı. Pazartesi okula başlayabilirsiniz.” Kayıt odasına girdiğinden beri kendisini kapı aralığından süzen yan bakışların rahatsız ediciliğiyle, hayallerinin en yüksek noktasında duygularına en yüksek hazzı yaşamaktan alıkoyuyordu bu bakışlardan kaçamayan düşünceleri.

Yalnızca o muydu rahatsız eden. Kaydını yapan kayıt memuru da kaç kez kendisini süzmüştü tepeden tırnağa. En çok da diz bölgesine bakmıştı. Eskimeye yüz tutmuş ama kendisi için daha epeyce görev yapacak yalap şalap ütülü kumaş pantolununun diz kısımları oldukça bombeleşmişti.

Neden se bu durumdan kayıt memuru kayıt boyunca pek memnun gözüküyordu. Fakat kendisini kayıt odasının kapı pervazıyla menteşe aralığından izleyen gözler de aynı yeri işaret etmişti ama bu gözetleyiciler pek memnun değildi bu durumdan.

Anlam veremedi her iki bakış açısına da…

“Tanrı bizimle birliktedir.” “Tengri biz menen.” Ne çok dile çevrilir, ne çok inançta vardır, hokus pokus sihirli bir sözcük gibi. Ya da “çok aydınlık ve çok muhterem yer”lere sığınırız suçluluk duyduklarımızla, ama yine de bizimle olduğunu daha iyi hissedebilmek ve masum olduğumuzu kanıtlamak istercesine Tanrı’ya. Kötülükleri zihnimizin altına süpürerek unutulmuşluğa terk ederiz, safça inandırmaların gölgesine sığınırız.

Geçmişteki günah yüklü eylemlerin can yakıcı özelliğini yitirdiğini düşünürüz, sadece yaşadıklarımız vardır şu an.

Soğuk-sıcak, ova-dağ, vaha-çöl…ne çok zıtlıklar yüklenmiş omuzlara. Adaletsiz dağıtılan sağlık ve beden melekeleri ya bir de hazır bulundu ise Halil İbrahim sofrası ya da masalsı Karun hazinesi.

Ver Allahı’m ver, herkese ver iyi de biz de ver.

Eğer Tanrı herkesle bu kadar iyi ise, peki bizim kötümüzle olan kim o zaman?... Şeytan mı?

Tövbe de lan çarpılacaksın! Bak Eyüp’e, ne tarlası kalmış ne bostanı, ne oğlu kalmış ne kızı, ne evi kalmış ne barkı ne de karısı. Ne büyük kayıp bir başına kalmış üstelik kıtlık ve kuraklık yılları başlamış.

Oturmuş bunca yangının, yıkımın, yitimin karşısına sabır şükür etmiş Tanrısına. Vardır bir bildiği, demiş.

Biz de mi öyle diyelim şimdi hani deve gidiyor ya hamuduyla.

Eyvellah!

“Eden’den çıkan ırmak Jobel adını taşır.” Zohar/586 “Köklerini ırmağa doğru uzatacaktır.” Jeremia (XVII, 8)

Uyanın ey insanlar…kurtulun yüklerinizden, kutsal metinlerden değil bu, benim sözüm. Şeytanca bir sokulganlık yapmak için açık bulduğum zihin pencerenizden sinsice bir giriş yapmak için uydurduğum, laf ola beri gele işte.

Ne çok kişiler söyledi, benimle birlikte…

“Her şeyin “ilksel” haline dönmesi”ni anlatmıyor mu sizce yukarıdaki kutsal sözlerden yapılan bu alıntılar, üstüne basa basa söylüyorum.

Şaman ilkesi, biz her inançta varız… Yok, bunu da ben uydurdum yani ilkeyi. Anlayın! Ruhumun metatronunu kurmak üzereyim.

Siz kimsiniz, “gerçek varlık” dururken Tanrı’yı yanına çağıran boş yalvarışlarınız ve yakarışlarınız, hiçbir işe yaramayacak, ezelden bu yana kadar yaramadı da görmüyor musunuz… ebabiller bile çoktan yok oldu gökyüzünde.

Çünkü siz ilkeden uzaklaşıyorsunuz.

Kabala, mason, royalist…hiç fark etmez hadi ne tür damgalarsanız damgalayın ama hiçbir gerçeği değiştiremezsiniz. İnsanlığın kutuluşu, selamete ermesi için olanından hiç bahsetmiyorum bile, kendiniz olanından dahi hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

Çabalamayın…

Bu satırları yazarken, sanki çok gerekliymiş gibi bir an ara vermeme neden olan, belediye hoparlöründen yayılan bir ünleyişti, “filanca kişi öldü.”

Bu kadar mı? Bitti mi sizce? Duyular stop bilinç kapalı ve karanlık. Nerden mi biliyorum. Bir çok ağır narkoz altında olduğumdan biliyorum. Hatta her seferinde o karanlıklardan, bilinmeyenden kendime bilgi getireceğim, diye çok gayret etti.

Sonuç; metatrondaki gibi bir hiçlik.

Nasıl bilirdiniz filancayı?...Ne aptalca bir soru, baştan sona sonracılık, yapmacıklık kokan. Metatrona uygun bir soru sormak gerekir aslında imam efendi.

O da ney lan demesinden korkuyorum.

Tanrı’nın, merhumu nasıl bildiğini merak etmiyor musunuz yoksa. Neden birbirinize soruyorsunuz nasıl olduğunu rahmetlinin. İmama iş gerek ya.

“İyi bilirdik nokta nokta.” Gönder Tanrı’dan önce cennet ya da cehenneme…öyle mi? Ben razı idim sen de razı ol, bir emir kipi gibi… Onu bunu ver, hem de yağmur gibi demiştik, ısmarlar gibi, söylüyorum göndersin gibi.

Günahla karşı karşıya kalmanın karşılığı mıdır yoksa bu bedelin tavizi midir daha yoksa zorunlu sorumluluk almanın bedeli midir? Tanrı’nın.

Ah Moira! Benim kader meleğim, metatron olsaydın keşke…insanlar benim deli olduğuma o kadar çok inandırdılar ki kendilerini, kendilerinden görmüyorlar artık beni, rahatsız edici doğrularımı kendi zihinlerinde yalanlamak için ha bre uğraşıyorlar.

Ben deli miyim ki niye yalan söyleyeyim, diyorum kendi kendime kıs kıs glerek. Aramızda kalsın Moria..

Ah dizlerimin bomleşmiş yerleri.

Yan süzüşlerin sokulduğunu gördü usulca, tıslama sesini çıkarmadan önce gülümsemeye zorlanan ve zoraki “düşmani iyilikler”in sıralamasını aktaracak söyleyişlerin, havayı iki de bir koklayan dilinden tanımıştı anakondayı, tıslamadan hemen önce. Bakmayın Anadolu’nun alim görünüşlü olmadığına, içindeki ariflik alilikten evladır yol bulmasında.

Arasına kirlerin de biriktiği temizleme ve tarama aracı sık dişli, kemik yapımlı cep tarağıyla, ıslatılarak taranmış uzun siyah saçlarına komikmiş gibi bakan düşünceleri gördü ilk önce gözbebekleri çizgi gibi mercekli yılansı bakışların.

“Kalacak yerin yok galiba…kaygılanma şimdi bir arkadaş gelecek yanına bizimle kalırsın, problem olmaz.” Biz varsak sıkıntı yok, demişti bir önceki yumuşak yüzlü kayıt memuru.

Ah ! Petersburg’un romantik çocukları sen hala orijinalsin, safsın temizsin lekelenme sakın, onlara aldanma. Biz kulağına sonsuzluk üflemesi yapacağız, ismin gibi ”hayye alel felah.”diyen çıkar ve çığırtkanlık kokan zihinlerde fesli olanların pek afili püsküllerinden tel tel kaç asılı ihanet sarkıyordu, görüyordu.

Koca koca adamlarım cılkı çıkmış, irinli düşüncelerini saklamak için bıraktıkları ak düşmüş tel tel sakallarından aşağıya dökülen kötülük salyalarını taşımaktan yorulmuş, görünmez minik minik varlıklar, onların ağızlarından çıkan her sözcükte beddua ediyorlardı.

Bakışlarının, zihinlerinin arkalarına sarktığının farkında bile olmayan sunuşların, gizli kötülüklere uşaklık ettiklerinin farkında olmayan bu ucuz insanlara aynı zamanda…acıyordu bu görünmez minik varlıklar. Kimileri onlara melek diyorlardı.

Bilmek, öğrenmek, fark etmek için düşülen bu yolun henüz daha başında engereklerin işi ne? Hani devlet şahmarandı. Şahmaran demek metatron demek. Bunu da ben söyledim vallahi.

Büyük barış, insanlığın bağışlanması affa uğraması…Kutsal Ruhun Tapınağı. Tahterevallinin iki yanı, iki yönü, egemenlik kayıtsız şartsız milletin olmalı ama egemenler bırakmıyor ki. Ah! Şu engerekler. Aslında engerekleri severim, çok sevimlilerdir ama gerçek olanları.

Kşatriya ve Brahmanların oturtulduğu kıç kıvamında bir avuç yumuşak selelere razı olan insan satıcıları, insanlık satıcıları. Çılgınca kahkahalar atarak, her yükseliş ve inişlerinizde insanları biraz daha derine gömüyorsunuz, kostak kostak kastik kastik, nasıl pek mi keyifli.

Tahterevalliyi, diyorum… Sonra üstüne üstlük insanlara, günah odalarına ve yüz sürmelere gitmesini salık veriyorsunuz gülümseyen zulümlerinizle, ekşitilmiş küflü beyinlerinizle.

He…

Yukarıda boyumuzu aşan bir cümle sarf ettik üstüne basa basa, hiç farkına bile varmadınız belli ki, belki de dil ucuyla, göz ucuyla, düşünce ucuyla, zihin ucuyla okuma yaptığınızdandır.

Her şey ilksel haline dönecek, dedik ya. Bu inanç olarak “Mesih beklemektir.” Ne kadar önemli, vurucu ve hatta absürd şeyler bile söyleseniz zihin uyanık değilse, çoktan esir alınmış, “köledir” o.

Hadi şimdi istediğiniz kadar kolay yönetin kendinizi… önüne de bir balya saman, yonca karışımlı ve hatta birazda fiğ oldu mu hele bir de üstüne şöyle dişe dokunur etli butlu Tanrı kıyağı, tatlı niyetine bir porsiyon cinsellik… Peh peh peh!

Tadından yenmez…”Lan bana ne” başımızdaki çobanlardan, patronlardan, sahiplerden, egemenlerden…ben yediğime, dünyalıklarıma bakarım.

Lan metatron ne olacak?

Yalnız böyle derseniz hep siz sağılırsınız, siz kesilirsiniz vakit çok geç olmadan uyanın. Yoksa rüyanız tatlı mı o zaman uyuyun insanlık adına günaha gireceğiniz kadar girmiş olursunuz zaten kirlilik adına.

Öznel baskı… nasırınıza bastıkları zaman ciyaklamayın, viyaklamayın, zırlamayın, isyan etmeyin.

Yılan artık bin yaşında.

Ne diyorduk…Mutlu kılan bu rüyetinizden uyanmaya hiç niyetiniz yok mu?

Pardes’e gidelim mi yani manevi merkeze, Tanrı’nın mekanı, Brahma pura… bağışlanmaya ilişkin gizemlerin ne demek olduğunu anlamaya gidelim mi oraya. Yani barışalım, diyorum kavga ettiğiniz ne varsa içinizde.

Vallahi iyi bir teklif, her zaman yapmam.

Hadi deneyin, bir kez olsun deneyin… İşte bu Mesih’in döndüğü andır. Yoksa siz, Mesih beklemiyor muydunuz beyim?

Bir adam mı bekliyordunuz yoksa şöyle boylu poslu, kara gözlü, kara kaşlı, kara benizli, Kıpti bozması, zebellah gibi bir şey…İsa gibi mesela.

I…ıh! O gelmeyecek, dedi Tanrı. Siz, yeryüzü cennetinin kutsal Kudüs’le ilişkili olduğunu mu zannediyorsunuz.

Önce şu metatronu bir denemelisiniz bence.

Ne üstenci bir söz değil mi “bence”. E…başka ne diyelim düşüncemizi söylemek için.

İçinizdeki cenneti kurun önce siz! Sonra Tanrı’ya iş zor gelmez zaten. Yoksa siz, kutsal çadırınız Tabernacle de daha çok beklersiniz, altın renkli alacalı buzağıyı bekleyenler gibi.

İbraniler, kutsal sandığın saklandığı yer olarak da bilirler ya orayı…ve hala bekliyorlar ama elleri buzağı kanlı.

Asıl sorun ne biliyor musunuz…Shekinah Sephirot. Yani adaletin günaha, kötülüğe, uzaklaşmaya karşı kullanılan sert pençesinin eline mi düşeceksiniz, yoksa yakınlaşmanın gereği, adaletin sert pençesi mi olacaksınız buna karar verin.

Karar burada işte azizim, lütfen ürettiğiniz öyküleri başkasına anlatın. Metatronda yaşam çiçeğini bulursunuz. Yaşam çiçeği siz anlamınızı sunar, anlarsınız.

Son bir şey daha söylemek istiyorum bu konunun üzerine, bunlar bir disiplinin gizemleridir, simgeciliğe yüklenmiş, gizlenmiş. Açık bilgi olmasında sakınca vardır, kapalı ruhlara, kapanmış ruhlara, merakla karşılık bulur da o zaman yaşam çiçeği açar belki, bizim de olur anlatacaklarımız o zaman.

E…ben burada bir şey bulamadım. Dediği lafa bak ! Peki iyi de, sen aramasını bilmiyorsan günahı Tanrı’nın mı…

Hıh!.

Halk mahkemesi ya da şeriat mahkemesine çıkarmadan evvel bir sorum olacak size, dedi. Hadi geçin karşıma, sanık sandalyesine geçmeden önce ürettiklerinize bir bakalım.

Örf, adet, gelenek, ahlak, ayıp, kusur, suslama, göz bereltme ve Rönesans’a uygun modernizm ilkeleri hümanizm, adalet, hukuk, paylaşımcılık, az da içine anarşik renk katsak olur, iyi olur, pek tatlı olur, daha mı falan filan…toplayalım dağınık durmasın hatta sağlam bir kasaya kilitleyelim kurallarınızı, bozulmasın. Öyle ya Tanrı yapısı değil ki kul yapısı.

Yasalara uygunluk, legalite… bunları hep siz ürettiniz öyle mi? Hadi vurun başıma tokmağınızı… bunları düşündüğüm için hak etmiş olmalıyım.

Dizlerdeki bombeleşmiş kısımların yer sofrasında bağdaş kurup yemek yemenin ürünü olduğunda uzaklaştı engerekler.

Yaz Metatron yaz…ne duruyorsun. Soran olursa söylersin.

İyi adamdı rahmetli.

30 Temmuz 2024 11-12 dakika 34 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar