Mor Eylül Çocukları

Renkli televizyon tabiri yoktu o dönemler, sadece televizyon derdik üstü kanaviçe örtülü sihirli kutuya. Renksiz o kutu da sadece TRT vardı izlediğimiz. Ta ki , istiklâl marşımız okunana dek. Radyolar daha revaçtaydı. Çünki, görüntülü sihirli kutu üç-beş memur maaşı değerinde ve sınırlı sayıda zenginin evlerini süslerdi. Biz ortahalli ve dar gelirli insanlara ise;baş ucumuzda ki, görüntüsüz ama sıcacık seslerin yüreğimize aktığı radyomuz yârenlik ederdi. Arkası yarınlar,Türk Halk Müziği,Türk Sanat Müziği,Türk Hafif Müzik dinletileri iyi giderdi. Lakin,bu güzelliği bozan şeyleri de duyardık o kutuda. Hergün haber saatlerinde karalar çalınırdı yüreklerimize,korkular sarardı benliklerimizi...şu şehirde, şu saatte sağ-sol gruplarının şiddetli çatışmasında, şu kadar ölü var...Falanca karakola yapılan saldırıda, şu kadar polis öldü...v.s.haberlerle büyüdük,büyütüldük efsunkâr yalnızlığımızla...

Yapraklar sararmış, gazeller yerle yeksân olmuştu. Sığ bir grilik sarmıştı ortalığı tıpkı hayallerim, umutlarım, çocukluk sevdalarımla beraber bu eylül sabahında...
On yaşında bir çocuğa sorarsanız kahramanın kim ? Vereceği tek cevap tereddütsüz; BABAM olacaktır. Babaları, yaka- paça,sorgusuz-sualsiz götürülmüş çocukları bilmek. Nereye ? sorusunu soran ağızlara cevap; "dipçik" olmuş çocukları anlamak bu günün çocuklarına bol aksiyonlu karelerle süslenmiş sinema filmi tadı verebilir. "Yapma asker amca,götürme babamı" ağzımdan kan damlıyordu.Olsun önemli değildi,yeter ki babam kalaydı.Yeşiller içinde başka bir ruha bürünmüş insanlara dert anlatmak ne mümkündü.

Babamı götürdüler dede, koş yetiş diyebilmekte mümkün değil...Çünki,Polis karakolunda bir oğlu sağcılıktan diğeri solculuktan sorgulanan ve ağzından burnundan kanlar damlayan yetmişinde bir yaşlıdan beklenebilecek bir yardım değildi bu. " Allah'ım neden?" diyebildim o yaşımın algıladğı kadarıyla...Kan davası mı vardı, benim bilmediğim? Cinayet mi işlendi benim görmediğim? İki ve beş yaşlarında ki kardeşlerimle beraber ağlamaktan gözleri morarmış annemi unutamıyorum hiç...

Hayır, hayır!!! O zaman neden? neden? neden?

Düğümlenmiş boğazımla zor yutkunurken, titrememi şiddetlendiren hıçkırıklarla beraber gözyaşlarımı silmek, Hamdi amcaya kalmıştı...

" Anlayamazsın oğul,anlayamazsın, ben anlayamadım sen nerden anlayacaksın?!..."

"Babam ne zaman gelir, Hamdi amca?"

"Allah bilir oğul,bak benim oğullarımıda aldılar içeri!...korkma, beraber üstesinden gelirler!..." gözlerinden dökülen yaşları gizliyordu.


Dedeme koştum sarıldım. Dakikalarca bırakmadım. Kan damlayan yüzünü öpüyor öpüyordum.

"Dede! Babam ve amcamı bırakacaklar mı?"

Göğsüne sımsıkı sarılmıştım.Her defasında masum küçük ellerimle sevdiğim pamuk sakallarından kan damlıyordu. Soğuk beyaz mermerlere damla damla akıyordu kanlar. Yüzünü bir çok ifade kaplamıştı dedemin. Endişe, korku, hüzün ifadelerini bir an için tüm dünyadan saklayan dedem, zoraki gülümseyerek sarıldı,sarıldı,sarıldı...

Yedi yıl sürmüştü zindan yılları babam ve amcamın...Ve ben hep eylüllerden nefret ettim...Eylül gelince aklıma kan ve mor gelir. Çocukluğunu yaşayamamış, hayal kurmaktan, gelecek planlamaktan aciz bir gürüha mor zaman dilimidir eylül...beyaz mermerlerimizi al kana boyayan eylüller yaşattılar. Sorgusuz sualsiz yürekler pörsüdü zindanlarda. Nice hayaller kilitlendi prangalı kör odalara.Nice masum elleri temiz yürekleriyle "Hani babam anne?" sorularıyla büyüdü binlerce mor eylül çocukları...



Ha birde kendi kurdukları planlarla,kendi halkını,hunharca öldüren ve müslümanları katil olarak lanse eden en büyük mor eylülcü ABD'dedir benim gözümde... Kahrolsun mor eylülü üreten eller ve onlara hizmet etmiş şuursuz yürekler...

24 Şubat 2012 3-4 dakika 54 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 12 yıl önce

    O yıllar hem nostaljik, hem de hüzün dolu yıllardı. Televizyon altmışsekizli yıllarda geldi sanırım Türkiye'ye, mahallede ilk alanlardan biri bizdik. Anarşi dolu yıllarda o tarihlerde başlar aşşağı yukarı, acı dolu hüzün dolu yıllardı ve biz çocukluktan ergenliğe geçme aşamasındaydık. Çok acıydı çok. Yurdumun insanları sen sağcısın ben solcuyum diye birbirlerine silah sıktılar. Tabi ki bunda yabancı kışkırtıcıların büyük payı vardı farkına varamadık o zamanlarda. Çorum Olayları, K.Maraş Olayları, Kanlı 1 Mayıs'lar hep provakasyonun parçalarıydı aslında. Dediğiniz gibi aynı sülaleden insanların bir kısmı solcu, diğer bazıları sağcı oluyordu. İşyerlerinde grevler, okullarda boykotlar. Bir türlü anlaşamayan liderler. Kimbilir bize kaç yıl kaybettirdi. Toplumsal yönü ağır basan güzel bir analiz. Kutladım Selim bey...👍