Mozart'a Yolculuk - 8
Bir Rondo Alla Turca Macerasi 27 agustos 2012
3. gün... bölüm 1
Wallsee den Stockrea ya...
Kahvaltıdan sonra bisikletlerimizi hazırladık yıkadığım giysilerim kurumadığı için bisikletimde boş bulduğum yerlere astım ve yine düştük yollara... yine düştük yollara bir dönem çok sık dinlediğim ve hala dinlemekten zevk aldığım güzel bir bulutsuzluk özlemi şarkısı. Ve bu şarkı öyle güzel anlatıyor ki içinde bulunduğumuz mutluluğu...
Yine düştük yollara yollara yollara/Yine aştık dağları dağları dağları
Ayağım gaz pedalında ardımda fırtına/Dönülmez ufuklarda yollardayım
Bu bir belirsiz gidiş hem çıkış var hem iniş/İşte şimdi burdayım yanındayım
Sen varsın ya her şey senden önce ve senden sonra
Yine düştük yollara yollara yollara/Yine aştık dağları dağları dağları
Bugünü güzel sevdim eridim sevdalarda/Korkular vız geldi tırıs gitti
Orada bir yer var ki o yer bizim yerimizdir/İz bıraksak geçerken bize yeter
Nejat Yavaşoğullarına yaptığı bu güzel şarkı icin Tuna´dan Wallsee den kocaman sevgiler.
Avusturya suyu ve yeşilliği bol bir ülke. Doğaseverlerin görmesi gerektiğini düşünüyorum bu güzel ülkeyi. Ayrıca yeri gelmişken değinmem gerekiyor Avusturya cumhurbaşkanı Heinz Fischer bir agnostisttir. (agnostizm evrenin oluşumunun ve tanrının varlığının bilinemeyeceğini öngören bir felsefe akımıdır.) Biz memleketimizde agnostist bir cumhurbaşkanına sahip olsak anından ateş yakar boklu kebap yaparlar adamı. Ve dağlar yine kararmaya başladı yine yağmur karşılayacak bizi. Geldiğimiz ilk kasaba Ardagger dı biraz bekledik korunaklı bir yerde. Baktık yağmurun geleceği yok düştük yine yeniden yollara.
Baba Mozart oğlunun gelecekte yaşayacağı maddi sıkıntıları önceden görmüş olacak ki oğlunun çok aşık olduğu ve evlemek istediği kadını yani Aloysia Weber i bu sebeple ret etmiş ve bu isteğine karşı olmuştur. Baba Mozart bağırdı;
-Bir mahalle kızının peşinden İtalya'ya gidilir mi hiç? Mozart sen her şeyden önce kendi geleceğini düşünmelisin. Bu kızla evlenip fakir bir müzisyen olarak bir tavan arasında hayatının en güzel yıllarını tüketmen doğru mu?
Hayır, değildi. Mozart evlenmeyip, Paris'e gidecek, orada müzik tahsiline devam edecekti. Tahsilini yaparken müzik dersleri vererek geçimini sağlayabilirdi. Annesini de Paris"e götürürse daha rahat yaşayabilirdi.
Birden bestecinin talihi dönmüştü. Doğu saraylarından birinde geçen operayı(Saraydan Kız Kaçırma (Die Entführung aus dem Serail)) halk pek beğenmişti. Artık herkes bu güzel eserin dahi bestecisinden bahsediyordu. Fakat maalesef Mozart bu operasından da para yerine bol bol alkış kazandı. Tiyatro sahipleri bütün kazancı kendilerine ayırıyorlar, bestecilere pek birşey vermiyorlardı. O devirde bestecilerin haklarını aramaları için başvuracakları bir yer de yoktu. Dünya, yaratıcılara tapıyor, fakat onları beslemeye nedense yanaşmıyordu. İşte Mozart'ın da kaderi buydu.
Yeni Alman operasının açlıktan nefesi kokan Apollo'suydu. Birinci operadan sonra Figaro'nun Düğünü isimli opera da büyük başarı kazandı. Sevil Berberi'nin hikayesi üzerine kurulan opera Prag'da pek beğenildi. Operanın melodileri birer dans parçası haline getirilmişti. Bütün şehir bu melodilerle dans ediyordu. Artık Figaro'dan başka bir şey de konuşulmaz olmuştu. Mozart da dans ediyordu ama zevk için değil... Bir sabah, onu evinde ziyaret eden bir arkadaşı genç bestecinin bir vals mırıldanarak kendi kendine dansettiğini gördü. Mozart arkadaşının hayret dolu bakışlarına aldırmayarak gülümsedi :
"Üşümemek için, ekonomik bir yol buldum" dedi. "hava çok soğuk, evde yakacak odun kömür de kalmadı. Ben de dans ederek ısınıyorum" Müzigini yak ve duygularini isit.
Viyanalı müzikçiler genç meslektaşlarını çok kıskandıkları için onun aleyhinde akıllarına geleni söylemeye başlamışlardı. Bazıları, Mozart'ın eserlerinde gerektiğinden fazla nota kullandığını dahi iddia ediyordu. Devrin hükümdarı da Mozart'ın rakiplerinin etkisi altında kalmıştı. Fakat genç besteci düşmanlarıyla uğraşmaya vakit bulamadığı gibi onlar kadar kurnaz da değildi. Üzüntüsünü uğradığı hayal kırıklığını eserlerinde belirtmeye bakıyordu. Bu üzüntülü devresinde en güzel operasını "Don Juan" ı besteledi. Bu eser bir bakıma "ölüm" operasıydı. Eserin ilk defa oynanacağı gece besteci yerini alırken orkestra, imparatorun gelişinde yaptığı gibi trampetlerle Mozart'ı karşıladı. Halk "Mozart çok yaşa!" diye avaz avaz bağırdı. Artık Mozart şöhretin en üst ucuna ulaşmıştı. Hatta imparator bile ona sarayda iş vermişti. Gerçi sarayın baş müzikçisi olmamıştı ama iyisi işsiz bırakılmamıştı ya... Mozart, kralın onu sırf vicdan azabından kurtulmak için bu işe yerleştirdiğini biliyor ve buna da çok üzülüyordu. Ama her şeye rağmen genç besteci boynunu büküp ona bahşedilen nimeti kabullenmek zorundaydı. O devirde bu davranışın haksızlık olduğunu düşünenler, Mozart'ın uğradığı hakarete üzülenler yok muydu? Vardı elbet ama bunların sayıları pek azdı. Örnegin Salzburg'da ihtiyar bir adam, gözlerinden yaşlar boşanarak Baba Mozart'ın yanına gitmiş ve titrek bir sesle :
"Tanrı huzurunda yemin ederim ki oğlunuz bugüne kadar yaşamış bestecilerin en büyüğüdür" demişti.
Fakat bu adamın sözlerinin bir önemi yoktu, zira o ne imparatordu, ne de zengin ve nüfuzlu bir asilzade. Sadece besteci Joseph Haydn'dı...
Ne çok birbirine benziyor bu zeki insanların hayatları. Ve bu dünya yanı insanlık kaç müzisyeni kaç yazarı, ressamı, düşünürü yaşarken değer vermeyip öldükten sonra değerli hale getirdi. Bu kime yaradı. Yaşarken hepsi sıkıntı çekerken öldükten sonra yapıtlarının, eserlerinin değer kazanmasıdaki ters çelişkiyi nasıl izah edebiliriz kendimize? Beş para etmez din şarlatanlarını amerikan ve emperyalist uşaklarına değer veriyor başımıza taç ediyoruz. Diğer yandan takdiri hakedenleri halkın gözünde değersizleştirip cezalandırıyoruz... ve bunlar hayata veda ettiklerinde bizler düzenlenen cenaze töreninde göstermelik oluk oluk akiyoruz.
Sizler yalan dünyanin yalanci duygulariyla, samimiyetsizligiyle ugrasirken bizler memleket meselelerinden uzak orta doğuda dönen oyunlardan habersiz Tunayla bakışa bakışa Tunalaştık.