Mücadele Ediyor musun
Değerli okuyucularım sizlerle uzun zamandan beri felsefe yapmıyoruz,...
Artık yeniden felsefemize dönebilmenin zamanının geldiğini düşündüm. Başlığa baktığımız zaman felsefeden çok sanki biraz psikoloji üzerine konuşacakmışız hissine kapılsak da bugün sizlerle varoluşçuluktan yola çıkarak 20.yüzyıl ve de günümüz düşüncesine değin keyifli bir yolculuk yapalım istedim.
Mücadele kavramını duyduğunuz zaman zihinlerinizde ne veya neler canlanıyor bilmiyorum ama benim aklıma en çok Jean Paul Sartre ve Albert Camus geliyor, tabii mücadele demişken tüm hayatını babasının aşağılamaları ile mücadele etmekle geçiren Franz Kafka’yı unutmak olmaz. Aslında son zamanlarda özellikle 90’lı yıllardan itibaren sıkça karşılaştığımız “kişisel gelişim” alanının da temelini varoluşçu felsefeye dayandırmamız katiyen yanlış olmayacaktır.
Peki nedir bu Egzistansiyalistlerin derdi? En basit anlatımla, birey olmaktır. Kendinden önceki sürü psikolojisini ya da o toplumcu ve de genel-geçer bakışı, o idealist felsefenin ve diyalektiğin tavan yaptığı tüm sistemleri çöpe atıp, bireyi temele almak ve bireyin kendini var edebilme sürecini anlatmak için çırpınmıştır varoluşçu düşünürler. Aslına bakarsanız günümüz felsefesinin de varoluşçuluktan çok uzak olduğunu söylemek zor olacaktır zira az önce bahsettiğimiz meşhur ve gittikçe artan kişisel gelişim çılgınlığı temellerini varoluşçuluktan alırken bundan biraz da habersizdir. Bu nedenle aslında size sözlerime başlarken henüz sayfanın başında sorduğum o soru var ya, “ Mücadele ediyor musunuz?” işte bu çok değerli soru aslında hepimize “kendimizi var ediyor muyuz?” sorusunu sormaktan başka bir şey değildir. İşte Sartre’ın veya Camus’un hatta Kafka’nın tüm o felsefeleri varoluşun serin sularına atılmamızı sağlarken bir taraftan da kendimizi var edebilmekten bahsediyor tıpkı Sartre’ın “Varoluş öz’den önce gelir...” önermesi gibi. Sahi “varoluş özden önce gelir” sözünü duyduğunuzda ne düşünürsünüz? Tabi bunu çok iyi analiz edebilmek için, öz nedir töz nedir, felsefenin derdi nedir, varoluş nedir falan derken bayağı derine inmemiz gerekiyor bunu siz bilahare düşünürsünüz. Ben en anlaşılır haliyle şunu söyleyeyim, tıpkı İncil’in başlangıcı gibi, ”Önce söz vardı” ve yüz yıllar sonra Sartre gelip, hem olanca yıllık felsefe tarihini alt üst eden bu sözünü söylüyor hem de o tikel insana sert ve oldukça düşünülesi o soruyu soruyor, “var ettin mi kendini” dercesine… Varoluş özden önce gelir, yani kendi edimlerinizle kendi seçim ve kararlarınızla kendi çizdiğiniz yollarınızla kendi kendinizi var edersiniz. İnsan ne olacağını nerede ve nasıl olacağını kendi seçimleriyle belirler ve en yalın ifadeyle kendini var eder. Peki filmimizi burada durdurup, Albert Camus’un “başkaldıran insan” düşüncesine bir bakalım. Sartre ve Camus başlangıçta oldukça benzer fikirlerle varoluşun serin sularında yüzüyorlardıysa da Camus “Başkaldıran İnsan” isimli eserini yazdıktan sonra Sartre ile dostlukları bozulmuş ve Sartre bu kitaba ve düşüncelere oldukça tepki göstermiştir. Kahraman ya da alçak olmak insanın kendi edimlerinin ve seçimlerinin sonucudur diye düşünen Sartre, başkaldırı kaçınılmazdır ve erdemli olan başkaldırıdır diyen Camus ile ayrı düşmüştür. (Bu ayrı düşüşün hatta aslında birbirlerinden nefret edecek boyuta gelmenin sebeplerine ise bir başka çalışmada değinebiliriz o sürece kadar sizler belki araştırmak istersiniz.) Camus’un Başkaldıran İnsan metaforu, saçma yaşamın ortasında insanın hayır demeyi bilmesini ve karşı çıkabilmesini, boyun eğmemeyi öğrenmesinin gerekliliğini ortaya koymaya çalışır. Adalete ve erdeme, doğru ve dürüst olmaya adanmış bir insandan bahsedilir ve bu insan saçma’lığa rağmen adeta kendini var etmeye devam etmeli ve mücadeleyi bırakmamalıdır.
Filmimize kaldığı yerden devam edecek olursak ve başlangıçta sorduğumuz mücadele sorusunun ve akabinde kendimizi var etme düşüncesinin ve de son aşamadaki saçma ve başkaldırı düşüncesinden hareketle kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirme olarak sıkça karşımıza çıkan akımın temellerini bulmuş olduk. İşte her daim mücadelenin ve birey olmanın, doğru kararlar ve doğru davranışlar ile mutluluğa ve başarıya doğru yürümenin yolunu çizmeyi hedefleyen yenidünya akımı damarlarında dolaşan kanı varoluşçu felsefeden almıştır. Hayatın her alanında karşımıza mutlaka açık seçik veya kapalı olarak da olsa çıkmayı başaran felsefe, bize çok manidar bir mesaj veriyor aslında, o mesaj kapıların ardını merak etmekten ve öte’yi düşünmekten geçiyor…
Varoluşçu üslubumuzu kendimizi gerçekleştirme periyodu ile birleştirerek bir şey söylemem istenseydi şüphesiz şöyle seslenirdim insanlara; “mücadele çok önemlidir, daha önemlisi ise bunu ruhunuzun derinlerinde hissedebilmektir. Yaşamın saçmalığına ve bulantıya rağmen, sorgulayan zihinlerimizi bir başarı sayarak, omuzlarımızın üzerindeki kafamızın içinin dolu ve aktif olmasını bir başarı sayarak, kendimizi gerçekleştirmenin peşini asla bırakmadan mücadeleye devam etmeliyiz. ”
Bol felsefeli günler…
Sıla Paylar