Müruru Zaman 8

Üreten ilişkisi ve üretim hareketi içinde organize olan kolektif hareketti. Üretim hareketine başlangıç olan; zorunlu olan ve kesikli sürekli kendi güncel düzenlemeleri içinde olan kolektif oluştu. Salt olan, kolektif olandı. Sentez olan kolektif olandı. Birleşme bağıntısı olan kolektif olandı.

Kişiler, özneler dünyası olmakla; bilen bendi. Kendisini bilen eylemli bendi. İlk sahiplik kişinin kendisini bilme bilinci olmanın sahipliğiydi. Bu da ben dediğimiz; benci yönelimle olan bencil duygu; düşünüş ve bilişti. Bu nedenle kişiler özneldi. Öznellik ilk kişisi sahiplikti. Bu öznel tabucu sahiplik dışında kişinin totem döneme gelene kadar başka bir sahipliği yoktur. Müruru zaman sahipliği; kullanım biçimiyle meşru eder. İçine kendi dışınızdaki nedenle organize durumla öznel sahiplik sokulduğu kadar kolektif ilikti. Kendinizden kaynaklı yetersiz durumla ve sizin dışınızdaki zorunlu nedenle organize ve ortaklaşa oluyordunuz.

Kişinin kendi sahipliği dışında; doğada bir sahipliği yoktu. Ağaçta topladığı elma, üzerinde gezdiği toprak; soluduğu hava kişinin sahipliği değildi. Çünkü doğadaki meyve ve avda kendisinden olan; öznel oluşundan onlara geçişen bir dayanak bir meşruiyet öznesi ile birlikte, bir nakledilirdik yoktu.

Doğadaki karşılamaları içindeki bir meyve ağacından kovalanan bir kişiyi kovalayan kişi; kendi bencil özneli duygusu içinde olması nedenle; ağaç sürecine sahip çıkmak istemesi sübjektif bir tutumdur. Bu durum sahip çıkma isteğinin meşruiyeti (objektifliği) olması nedenle, kişi güç kullanıyordu.

Meşruiyet olmayan her yerde güç kullanma vardır. Çoğu kez köleci yasalar da meşruti olmaması nedenle; bir güç kullanım şeklidirler. Aslında köleci sistem içindeki birçok yasalarla, inançlar da güç kullanma eğiliminden doğmuştur. Zorba, köleci sistem de kaba gücün kullanımı; yasalarla olmaktadır.

Şu halde kişinin öznel sahipliği gibi objektif bir meşruti ligi olmadığı durumlarda kişinin kaba güç kullanışları vardır. Kaba güç kullanımlı olan bu türünden bu ikinci sahiplik biçimi, hem bir kuruntudur. Hem de kuruntudan doğan bir kaba güç kullanmaydı. Güç kullanımlı kuruntulu sahipliğinin en yaygın tipi, sürü yaşamın içinde ortaya çıkıyordu. Kaba güç, bir sahiplik ortaya koysa da meşruiyet değildi.

Hemcinslerimizin kaba güç kullanmasıyla ortaya koydukları zoraki sahiplik süreçleri pek bir gelişme kaydedemedi. Ama yalın olan kişisi özne sahipliği üzerindeki, kendi öznelliğine kendisinin izlek kılan kişinin akıl almaz gelişmelerine neden olacaktı. Kişisi öznel sahipliği ilk etapta kişinin kendi dışındaki kişi -kişi ortaklaşmalı tutum olmasıyla; kişinin güdeni oldu. Kişinin öznel sahipliği, kişinin kolektif ilik oluşuna sokulan kendi sahiple olan durumuna, bir bağıntı oldu.

Kişi-kişi ortaklaşmalı sağlamalara uygun olan her durum karşısında kişisi bencillik sesiz kaldı. Sukutla boyun eğdi. Doğada sağlayıcı olan sosyo öznel benci sahiplik; bu ortaklaşma üzerinde dışta hem sağlayıcı oluşuyla; hem de üreten hareket oluşuyla; kolektif oldu.

Ve bu zorunlu nedenle kişi özneli benci sahiplik; kolektif olmayı öğrendi. Kişisi öznel sahipli bencillik şimdi kolektif bencillikti. Kolektif bilinçti. Bu bilinç kolektif yaptıranla bir paylaştırmanın kolektif ilik yasasıydı. Kazma da, tarla da; üretim hareketi de kolektif mirastı. Bu kolektif oluşun zorunlu bir huzur hakkı olmakla geri bağlanım yasasıydı. Bu tür kolektif donanımla üretim yapan da; üretime harcanan tekil çalışma ve hak ediş te; kolektif üzerinde sizin kişisi sahipliğinizdi.

Kişi, kolektif oluşa kendi dışındaki, kendisi olmayan tüzel oluşları içine, kendi sahipliği olan öznel oluşlarını katmaya başladı. Yani kolektif oluş; doğadaki doğal durumla oluşa göre; kişi-kişi ilişkili duruma kişi öznelce sahipliğini katmakla kolektif olan; kişi katılımı kadar objektif bir kendi sahipliği olmuştu.

Demek ki güç kullanma kişinin kendi öznel sahipliği değildi. Kişi, sübjektif değerlerle sahibi olmak istediği ağaca ya da meyvenin içine kendi öznel sahipliğinden bir katılım sokamıyordu. Kişinin güç kullanması, kendi sahipliği içinde harcanandı. Ama o ağacın ve meyvenin içine katılan bir şey değildi. Ancak meyveyi toplayıp; avı avlayıp; grubu içine getirmesi paylaşılan bir tüketime sahiplik oluyordu.

Avcılık ve toplayıcılığın güç kullanımla sahiplik elde edilen şekli, sonradan kullanım da ortaya koyamaz olmakla sahiplikten çok doğrudan bir tüketimdir. Oysa kişi avını ve topladığını grubuna getirmesi bir olmanın belirmesiyle; totem alanın etkisi altındaydı. Şu halde bu yeni tutum içinde ortaya konan da kişinin kendisinden geçişenle; kolektif oluşa atıf eden iki zorunlu anlam vardır. Bu anlam hak ediştir. Hem kişisine, hem de totem grubuna geçişli sonra da kullanımlı nakledilir olmanın kişisi sahipliğiydi.

Kişisinin kişisi sahipliğinin ikinci belirim şekli, kolektif sahipliktir. Bu birincisi kadar güçlü değildir. Ama birincisinden kat kat üstün bir kazanımla gelişmeci ve kişinin yarınlarda da olmasını garanti eden bir sahiplikti. Kolektif bencillik; kişinin öznel bencilliğini, kolektif bencilliğin gerçekleşme sonrasına öteler. Bu garanti ediş; eskiden kişinin bulduğunu, bulduğu yerde tüketmesine göre, sosyal olmanın farkıydı. Artık süreç sosyalleşerek tüketim ve sosyalleşerek kullanım olmakla; kişi benci sağlamalar oluşa göre biraz gecikiyordu. Kişinin kendi dışındaki zorunlu nedenle kolektif sahiplik; öznel bencilliğin üzerine çıkan bir sahiplikti.

Karmaşık olmaması için şöyle söyleyeyim. Kişi özneli, öznel sahiplik, kolektif sahipliği her zaman inşa eder. Ama kolektif sahiplik kişi özneli sahipliği var edemezdi. Daha açığı kişisi özneli sahiplik kolektif olanı verir. Ama kolektif olan kişisi benci sahiplik olan bencilliğin inşacısı olamaz. Ancak kolektif oluş alttan alta kişi benci öznel oluşa göre olmak zorundadır. Kolektif oluş kişisi özneli sahipliğin üzerine inşadır.

Toplum; üreten bir kolektif harekettir. Kolektif hareket kolektif sahipliğin içine sosyalleşmiş kolektif sahipliğe göre, daha çok şeyin kattığı bir sahiplikti. Ve kolektif hareket içinde kişinin kendisinden bu kolektif harekete pek çok şey kattığı bir kolektif sahiplik kısmı ile yine kolektif sahiplikle kolektif gücün içine aktarılan bir kişi sahipliği vardı. Kolektif sahipliğin gerçekleşmesi kolektif oluş çevrimi içindedir. Kolektif hareket içinde kişi; kişinin katkı olarak verdiği kendi öznel sahipliğinin katkısından daha fazladır. Bu böyle olmakla kolektif sahiplik; değişme, dönüşme olmanın sahipliğiydi.

Kişinin öznel sahipliği, kişinin kendi iç dünyası içinde kendisini; biraz da dışta soyunu kapsayan gerçekleşmedir. Bu gerçekleşme kişi iç dünyasında tehdit-güvenlik; acıkma-doyma türü enerji dönüşümlü bir çevrimdirler. Oysa toplumcu kolektif oluş üzerindeki sahiplik gerçekleşmesi, üretim hareketinin konusu toplumu kapsayan bir dış çevrimle gerçekleşir. Kolektif sahipli çevrim, kişinin öznel sahipliğinden çok çok fazla olan bir dışsal çevrimdirler.

Kişiyi kapsayan bencil çevrim, açlığın tokluğa; tehdidin güvene dönüşmesi gibi durumların dışında hiç bir sınırlanması ya da firen ilişkisi yoktur. Oysa kolektif sahipliğin firen ilişkisi; kolektif iliği oluşan sosyal kişi sayısı kadar çok olan firen engelli çevrimleri vardır. Böyle olmakla kolektif sahiplik kişinin keyfinin üzerinde birçok nedenlerden ötürü kişisel sahiplik olamıyordu.

Kişinin kolektif sahipliğe katkısı; kendi öznel sahipliği içinde kolektife verdiği katkıdan çok daha fazlası, kişinin payına düşüyordu. Yani kişinin doymasının iki katı, üç katı kadar daha fazla pay kişinindi. Bir kat pay, kişinin kendi doymasıydı. İşte El'in el koyduğu zenginlik; bu ikinci ve üçüncü vs. kat olan paylardı.

Yani kişilerin kolektif toplumcu çevrimler sonrasında elde ettiği kişisi öznel sahiplik, kendi katılımlı yetenek ve donanımları kadarla bir paylaşım alıyordu. Alınan bu pay kişinin zorunlu, özneli sahipliğine ve kullanımına dönüşüyordu.

Oysa kişilerin toplumcu üretim içine kattığı eklemler; kişinin kendi sahipliği içinde yaptığı katkılardı. Yani emekti. Emek kişinin kendisinden ve sahipliği içinde kolektif oluşa yaptığı katkı eklemdi. Bu nedenle kişinin kolektif içinde elde ettiği ikinci üçüncü vs. pay kadar pay katları 'kolektif üretim hareketi içinde karşı taraf grup emekleriyle değişime girecek olan artı üründü'. Konu üzerinde başka detaya girmeyeyim.

Kişinin öznel sahipliği içinde bir kısım sahipliğini kolektif sahipliğe katar. Kişi, kendi sahipliği içindeki sahipliği olan bir parçayı; kolektif sahipliğin kolektif bağ enerjisine dönüşür. Yani kolektif oluş dıştan bir bağ enerjisi alır. Tüzeli olur. Bu bağ enerjisi, kişiler sahipliği içinde karşılanır.

İnsanın öznel sahipliği olan durum kişinin özneler dünyası içindedir. Kişi sahipliği kişinin salt kendi gereksinmesi olan duyuşu karşılayan eylemlerdir. Kişinin ihtiyaçlarını sağlama eylemiydi. Kolektif salt, kişi sahipliğini karşılamaya yönelik olduğu gibi dünyayı; giderek evreni, üretme, değiştirme eylemiydi.

Kişinin dünyaya ve evrene açılma eylemi, kolektif oluştur. Kişisi sahipliği çok çok aşar. Kişisel oluştan çok çok fazla olan kolektif oluş sahipliği: böylesine eylemler için kendisine eylem alanını açabilmesidir.

Kişisinin öznel sahipliği ve kişinin dışındaki kolektif sahipliği, kişiye göre salt olandı. Salt olan da; süreci başlatandı. Siz hem salt olanın içindesiniz. Salt olana göre oluşmasınız. Ölümlerle değişken olan nüfus ve eylem hareketinizle; salt olanı halde ve sizden sonraya oluşanlarsınız. Hem de kişinin kendi ihtiyacı olan karşılanmalarını verirdi. Kişinin karşılanması olanları tüketme olarak basitçe söylersek; salt olan hem ihtiyaç, hem de sürece neden olan ve sürece ön olmakla, sürecin zorunlu olanıydı.

Şimdiki ittifaklar, en az onlarca ittifakın gerçekleşmesini yaşamış; ittifaka ait deneyim ve ön görülebilir tahminleri vardı. Yani ön görülüydü. Şimdiki ittifaklar, ittifaklara bu öngörülerle katılır ve girişirlerdi. Girişme öncesi durumda, öngörülebilir olanların tarihi öngörülerini tartışırlardı. İlk ittifakların paldır küldür oluşuna karşın, yeni ittifaklar yeni belirecek durumları öngörülebilirdirler.

Bu çıkarımlara göre ittifaklar bir geçiş dönemini öngörürler. Bu öngörüler süreci en az sorunla gerçekleyen yapıcı tutum olmakla gerçekleşir. Bunlar şimdiki ittifakların deneyden gelen tarihi çıkarımlarıydı. Girişmeler öncesindeki tarihi ve müruru zamanın öncel bilgisidirler. Yani bu öngörüle bilirler yaşanmış; çıkarımları edinilmiş, uygulamalı deneyimden gelen bilgiler olmakla; pekin bilgidirler.

Aslında pekin bilgiler artık tüm ittifaklarla birlikte öngörülebilirdiler. Bir ittifakın farklı farklı katılımcılarının kendi yansımalı kendilerine özgü özellikleri olmakla, öngörülebilirler zaten vardırlar. İlk ön ittifaklılarla birlikte öngörülebilirler, ilk ittifak yapıcılarla bilinir değildi. Önlerinde tarihsel olanı yoktu. Şimdiki bu öngörülebilirler; ilk ittifakı gerçekleşmeler sırasında pekin bilginin yokluğudular.

Üstelik ilk ittifaklar, totem yasaya da aykırıydılar. Bırakın bunun bir öngörülebilir durum olmasını; sürecin uzlaşı süreci olması bile sindirilebilir olup olmamanın iddiası oluyordu. Yani süreci dağıtan şiddet etkisine dönüşüyordu. İlk ittifaklılar totem yasalarla da cebelleşmek zorundaydılar. Sonra bu zorunluluk öngörülebilir olacaktı. Ne var ki ittifakın ‘doğasında öncel bilgiler varsa da' ilk ön ittifaklılar sırasında, ilk ittifakı yapıcıların elinde öncel bir deneyim bilgisi yoktur.

Kısaca, ilk bir iki ön ittifaklar sırasında "Minerva'nın baykuşu gece uçar" söylemli bir kapsam içinde geçerli olacaktı. Yani bu gibi ilklerde; "önce olaylar yaşanacak, sonra da bunun bilgisi (öngörüleri-deneyimleri) edinilecekti". İlk deneyimlerden sonra daha ittifaka başlamadan anlak alırlarımız içinde öngörülerimiz, tasarımlarımız tomurcuklanıp çiçeklenecekti. Bunlar hep müruru zaman birikimiydi.

Öngörülemezler farklı totem yasalı sosyo kültürel yaşamlardan kaynaklanacaktı. Farklı totem meslekli üreten ilişkilerin, kendisine özgü nicelik ve niteliklerinden de kaynaklanacaktı. Farklı olanların nasıl ve nice olukla denkleştirilmesi gereken bir bağ enerjisinden kaynaklı olduğu da görülecekti.

Aslında totem yaşantılardan çıkarımla kimi şüpheci yaklaşımların şüphe ortaya koyması, olasıysa da; bu şüpheler bir totem grubun kendisi olmayı kendi kılmaya göre olan şüpheler olmakla, yanıltıcı da olabilecekti. Deneysel oluşuyla sorunların kestirim içinde olunacaktı. Öngörülürler müruru zamansız; "başa gelmeyince" ayrıntısıyla bilinemezdi.

19 Nisan 2018 11-12 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar (13)
  • Bayram Bey Abi , Ara sıra buraya geldiğimde yazılarınızı okumaya , anlamaya çalışıyorum. Yapmış olduğunuz paylaşımların derinliğine ve çokluğuna hayran olduğumu da belirtmek isterim. Üsluben -özellikle- sürekli geçmiş zamana yaptığınız vurguların neye delalet ettiğini anlamak adına yazıyorum bu yorumu size . Yazılarınızda sürekli kullandığınız bazı kodlar farkettim. Totem , ilah , el , kollektif oluş gibi.

    Kendimde bir eksiklik olabilir , affedin ancak yazılarınızı okurken hangi çerçeveden bize seslendiğinizi anlamak isterim. Bu kodların bize hangi disiplini açıklamak üzere yazılmak istendiğini de...

    Yazılarınızı kapsam ve metodoloji açısından açıklayan bir yazı kaleme almanız , sizi anlamak ve yorumsamak adına daha açık olacaktır.

    Bunu size yönelik yapılmış bir eleştiri olarak algılamayın lütfen, haddimiz değildir. Yazdıklarınızı anlamak , çözümlemek isteyen birinin naçizane fikri olarak kabul edin lütfen.

    Kaleminiz kaim olsun.

  • 6 yıl önce

    Değerli Mustafa Kemal Başol,

    Nezahet ve nezaket dolu yorumunuz için teşekkür ederim. Memnun oldum.

    Yazım bilim felsefesidir. Bunu durup dururken havalı olsun diye söylemiyorum. Yazılarım karinedir. Neyi nasıl yazdığımı "bir yorum yazıda belirtmek zor". Aslında belli bir düzeye yazıyorum. Bilimsel olmayan söylemlerden olabildiğince kaçınırım. Bu hata yapmamış olmamam anlamına gelmez.

    Totem, ilah, El kavramını çok iyi bilmek gerekir. Bunlar birbirinin eşiti söylemler değildir. Hiç biri birbiri değil; hiç biri de asla Tanrı demek değildirler. Biri diğerinin nedeni ve diğerinin sonucudur. Birbirine göre tersten belirlenimdirler.

    Hem belirlenirler hem de belirlerler. İlah El'i belirlemiştir. İlah ta El ile belirlenmiştir. Bu doğadaki zıtların varlığı ve birliği dediğimiz oluşumun yasasıdır. Niceliğin niteliğe dönüşme yasasıdır vs.

    İlahın da, El'in de her biri belli bir tarihsel dönemin Rönesans'ına işaret eder. El'in çok sonradan dinlerle bir ilişkisi varsa da, totem ve ilahın dinlerle hiç bir ilişkisi ve hiç bir dini bilinci yoktur.

  • 6 yıl önce

    2

    Bu yazılar bize öğretilen tarihin bildiğimiz mantığıyla okunup anlaşılmaz. Erken dönem tarihi de zaten bizim mantığımız gibi olmamakla pek öyle bizim bilip anladığımız gibi değildirler. Yazılarım okunduğunda tematik bağlamda yeri geldikçe bu kavramların anlatımlarına başvuruldu.

    Hatta doğrudan hiç yazım konusu olmayan durumlarda dahi tematikler yazılarım içinde başka bağıntılarıyla dile getirildiler. Bir konuda ne kadar çok bağıntı söyleyebiliyorsanız o bilgi gerçeğe o kadar daha yakındır kuralı gereği bu böyledir. Bu aynı zamanda fraktal yapıların özyineli olma kuramıdır.

    İlahı, totemi, El'i başlı başına bir yazıyla anlatsam dahi, ana başlıkta dile getirmediğimi bir başka vesile ile bir başka yerde bunlar tamamlayıcı tekrar söylemlere dönüşmektedir.

    Tarih felsefesini, bilim felsefesini, evrim kuramını, dinleri, fizik, kimya, biyolojiyi, elektrik elektroniği temel haliyle az çok iyi bilip bunların bağıntı içsi nimleri olan alt yapılarının oluşturulmuş olması gerekir. Hele de sibernetiği ve geri bağlanım yasalarını; yinelgen işlevlerin de az çok haberdarı olmanız lazım. Kısacası epey bir birikiminiz olması gerekir. Bulaşır denli felsefe bilmemek, bu işin olmazsa olmazıdır.

  • 6 yıl önce

    3

    Örneğin; Gılgamış destanında " akrepler ülkesinde geçme"; "anne, anne yolda giderken bir baltayla karşılaştım. Balta ile insanla sevişir gibi keyif aldım..." ; ya da "bir göğsünde ceylan, bir göğsünde aslan emziren Geştinna; veya "Çift başlı kartal, yahut ta keçiyle ilişki kuran insan; bunun tersi de insanla ilişki kuran keçi figürlü heykelleri" vs. bir fantezi olarak ya da azgınlık, sapkınlık olan mitolojiler olarak belirtilir.

    İşte bu tür mitoloji sel söylemler tarihi bom boş okumaktır. Bu söylemim tarihte hiç mitoloji yok anlamına gelmemeli. Bunları zaten rahat anlarsınız. Ama yukarıda anılan olaylar asla mitoloji ve hayal ürünü değildir.

    Bugün birine "ne dayılanıyorsun lan" dediğinizde eğer dayıların ön ittifaklar döneminde şimdiki baba denen kişiler olduğunu bilmezseniz; işler sarpa sarar. O günlerdeki baba sözcüğü katiyen biyolojik tanım değildir.

    Dayıların ana yerli erkekler olmakla; sosyolojik totem eşler olduğunu bilmezseniz anlama sarpa sarar. Dayı diyenlerin iki grup ittifakından oluşmakla gruplar arasında paylaşılan biyolojik melezler olduğunu bilmezseniz işler sarpa sarar.

  • 6 yıl önce

    4 Henüz doğurana ve doğurtana bağlılık bilinmiyor ve yoktur. Gruba bağlılık, totem eşlere ve totem yasalara bağlılık işin esasıdır. Totem eşlerin de aynı doğuran doğurtan kişiler bağıntılı bir tanım olmadığını bilmezseniz siz; bir zamanlar şimdiki baba yerine konan dayıları, anlatan dayılanmayı da, bugünkü söylemle kabadayılık oluşla söylersiniz.

    Tıpkı bal kabağının prensese, kurbağanın prense dönüşmesi gibi Sümer'in Ensisi ve patesisi de birden lugal olur. Sonra da Lugal El lugal olur. İbrahim karısı Saray'ı kız kardeşim diye tanıtır. Aynı lafız Firavun ve Hitit krallarında Orta doğuda vardır. Bu ne demekti? Bunları sapıklık diye söyler geçersek, tarihi oluşmaları karartırız.

    Bunlar gerçekten onların kardeşi. İşin berbat yanı bizim onları bugünün mantığı ile anlıyor ve anlatıyor olmamızdaki sakatlıktır. Kardeş tanımı ilkin totemiler de vardır. Ve asla ana baba bir kardeşliği değildi. Totemiler öyle bir kardeşlik tanımını da biliyor ve ihtiyacını da duymuyordu. Evrimin bir kuramı vardır. İhtiyaç organ (araç gereç) yaratır.

    Totemi sağlama ve savunma bir ihtiyaç ve ihtiyacın karşılanması olmakla; bu ihtiyaçlardan yararlanma oluşla totem kardeşliği tanımlanmıştı. Dışa kapalı bir