Mutlak Derin Çukurlar
Mutluluğun tek bir insandan ibaret olması çok garip. Yetim gibi bir his, tüm hayatın ritmine kapılırken, hayatı başkasının hayatı gibi en arka sıradan izlemek çok acınılası. En arkadan, arka sokaklarda kaybolmuş bir kedi gibi mırıldanan fısıltılarla...
..
Aslında bugün neşeli bir şeyler yazmak istemiştim. Sonra anladım ki, ben en fazla trajikomik şeyler yazabiliyordum. En komik hikayemin içinde bile yalnızca hüzünlü trajediler besleniyordu. Mesela bugün çörek otundan söz edecektim. Mesela ısırgan otundan. Mesela gül suyundan. Mesela dere otu, hayatımdaki en büyük sağlık sorunuma iyi geliyormuş, tek ilacı buymuş, ne komik! Bunları anlatacaktım aslında, ki ben hiç sevmem dere otunu. Nasıl şaşkına dönmüştüm bunu duyduğumda. Ama inanmak istedim. İnsan inanmak ister bazen, duyduğu en sırıtkan yalanlara bile. Evet, demet demet yemiştim hatta. Dere otundan başka çaresi yokmuş. 'Tek çaresi bu' dedi Lokman Hekim. Ben de yedim. İşe yaramış olacak ki, iki yıldır iyiyim. Belki de bademcik ameliyatımdan sonra düzeldim. Bilemiyorum şimdi... Ama bildiğim, ne dere otunu, ne çörek otunu, ne de gülsuyunu hiç sevemedim. Öldüğünde merhumun üzerine saçarlar ya hani, benden sonra öleceklere vasiyet ettim. Asla üzerime onları dökmeyin diye. Anneannemin üzerine ben dökmüştüm çörek otu ve gülsuyunu. Tam da adamını buldular verecek, anneannemi ne severdim. Bana kısmetmiş o küskün olduğum şeyleri üzerine serpiştirmek...
Gülünç şeylerden bahsetmek istiyordum ya hani bugün, ama beceremedim. Espirili bir dille anlatacaktım bu kez acılı ninnileri. Hüzün yağarken saçlarımdan ayak uçlarıma varana dek, bunlar mümkün değildi tabi. Ben neşeli olmayı beceremiyorum yazarken, yaşarken yaptığım gibi.
Öldüğünde insan, birileri ansın gideni diye hayal ederim. Hani var ya 'Milena'ya Mektuplar' hep onun gibi. İsterim ki; biri birini çok sevsin. Diğeri de birini. Ama hiç kavuşamasınlar ve mektuplar yazsınlar birbirlerine. Öyle mektuplar olsun ki, vay be desinler. 'Ne aşkmış!'... İkisi de deliler gibi sevmiş, uzaktan uzağa katlanmış ve hiç kavuşamamış... Hayal işte..
- Ne güzel bir hayal, ne kadar masum..
- Benim hayallerim hep masumdur, hiç uç hayal kurmam.
- Ben masumiyet hastasıyım
- En büyük hayalim Ağrı Dağını görmek. En uç hayalim bu, daha büyüğünü hiç kurmadım. Kurmak istemedim. Bir gün gerçekleşebileceğini umduğum hayaller kuruyorum ben. Zengin olmak istemem örneğin, neden isteyim?
- Para da gözümüz yok hem zenginiz zaten. En büyük zenginlik içimizde.
- Ben ruhumda eşi olmayan bir kaynak olduğuna inanıyorum, tüm zenginliklerden üstünüm. İçimde, benim içimde parıldayan öyle pırlantalar var ki, yakuttan tut, zümrütüne kadar. Aslında ne kadar şanslıyız. Şahit olabilmek ve bir parçası olabilmek ne güzel. Bu gece en anlamlı gece; 'Kadir Gecesi'
- Evet bugün özel ve muazzam bir gece. Fazlasıyla istifade edilmesi gerekilen bir gece. Bu gece de çoğunlukla kaybolurum kendi içime. Ben derinliği seviyorum, geceleri çok derine inerim sonra ağlarım. Hatta bazen içinden çıkamam içimin.
- Ağladığını hiç görmedim
- Çok ağlarım...
- Ağlayan birini görmek beni çok etkiler, hatta günlerce etkisinden kurtulamam.
- Ben ağlarım ve ağlamaktan utanmam.
- Neden utanacakmışsın ki, bundan güzel bir süzülüş var mı insan teninde! Gözümün önünden gitmezdin eğer görseydim. Dayanamaz ben de ağlardım. Ağlamak benim için çok değerlidir. Kızılderililer diyor ya hani; 'Gözden yaş akmayınca ruh gökkuşağına kavuşamaz' diye. Benim ruhum çok az kavuşuyor gökkuşağına.
- Günahlarını düşün ve karşılığında Allah'ın bize verdiklerini. Taa dünyanın yaratılışından beri emrimize amade ettiği bu kadar şeyi ve karşısındaki nankörlüklerimizi.
- Tamam da ağlamaktan buraya nasıl geldik?
- Bunlara ağlanılmaz mı? Tabi yüzeysel düşününce ağlamaz geçersin!
- Sanırım ben yüzeysel bir insanım ve sandığın kadar ya da senin kadar derin değilim. Sabun köpüğü gibi bir şeyim ben. Poff diye çabucak sönen.
- Derinleşmeyi dene, kendini orada bulacaksın.
- Derinleşmeyi bilmiyorum ben, derin sandığım tüm çukurlarım toprağın üzerinde kalıyor ve acınılası komik görüntüler sergiliyorlar.
- Denemelisin! Zira hayatın tadı ve dinginlik oradadır. Bunu çoğu insan bilmiyor. Derinleş ve gör kendini.
- Ben hayalperestim, realist olamadım hiç bugüne kadar, olamıyorum da...
- Belki zamanı geldi.. Denemeye değmez mi?
- Aslında olmayı istediğim yeri biliyorum ama orada olamıyorum.
- Nerede?
- Derinleşmemi istediğin o yerde beni tutan bir şey var.
- Seni tutan tek şey senden başkası değil!
- Oraya gömmek istiyorum kendimi ama toprağı ilk kim atacak? Küreği elime almaya cesaretim yok!
- Ya da; 'tabutumun tahtası hangi ağaçta' der gibi bir kaygı bu...
- Ya çıkmak için ölürsem ? / Ya çıkmamak için ölürsem? Ki; zaten ölüysem! Ya yaşamak istersem...
- Lütfen bir kez olsun dene!
- Sen denedin mi?
- Çok.. Her gece!
- Ne oldu peki? Anlatsana
- Bazen boyut değiştiriyorum
- Neyi değiştirebildin?
- Anlatılacak bir şey değil..
- En çok neyi değiştirmek istedin?
- Bir şey değişmiyor fakat çok şey değişiyor!
- Özet cümle bu değil mi? 'DEĞİŞİM!'
- Hıçkıra hıçkıra ağlıyorsun, yüzeysel herşey aynı ama içsel olarak çok derinleşiyorsun.
- Ama zamanı geldiği vakit, içsel olan şeyler yüzeysel olanları da değiştirmeli değil mi?
- Belki zamanı gelmedi, belki ben inat ediyorum. Ama değişmesi lazım değişmiyor diye de bırakmamak lazım. Dolum gelince kaba sığmayacak zaten. Taşacak!
- Ben yüzeydeyim mesela değil mi?
- Evet, hem de çok...
- Taştığı an akıp gideceğim.
- Hayır derine gömmeyi başarırsan kalbini, akıp gitmezsin bir su gibi.
- Peki derine en çok neyi gömüyor insan? Neyi gömmek istiyor?
- Bütün katliamlarını. İşlediği bütün suçları, günahları ve pişmanlık kırıntılarını, yaşanmışlık acıları... En çokta yüzleşmek istemediği kendisini...
- Ben tam tersini düşündüm aslında, en sağlam olması gerekenleri gömmek istemez mi insan? Çıkamasın yüzeye diye. İnancını mesela, doğrularını...
- Tam olarak öyle değil, o gömülenlerden haberin bile yok! İhmal etmişsin o yüzünü o günahlarını... Umrunda değil. Çünkü hala aynılarını yaşıyorsun ve alışkanlık olmuş her acı başka bir acıya doğuruyor kendisini...
- Bu yaptığın şey düşünmek mi?
- Hayır, derinleşmek... İçsel g/örgü...
- Ben bunu yapmayı bilmiyorum, nasıl yapacağımı da...
- İlk seferinde çok kişi bilmez, yapmaya çalış sadece.
- Şu an yapıyoruz belki de. Eğer bu, kendinin ne kadar az olduğunu hissedip yerin dibine geçmekle aynı ise... Ölümlü ama gerçek manada ölümsüz ve sonsuz olduğumu hatırlatacak kadar sebep aramama gerek yok belki sadece buna odaklanmalıyım...
- Ne kadar güçlü olduğunu ve ne kadar aciz olduğunu hisset. Dünya da her şey çifttir yaratılmış olarak. Tek olan sadece Allah. İyi ve kötü, zayıf ve güçlü gibi... Ama tek olan hiç bir şey bulamazsın. İçeride onlar ile yüzleşeceksin. Her şeyin çifti olacaksın orada. Hem en güzel, hem en çirkin. Hem en güçlü, hem en aciz. İnsan müthiş bir canlı. Bilmediğimiz nelerimiz var. Sanma ki et yığınıyız. Atıl kullanıyoruz kendimizi.
- Anlattıklarına yabancı değilim. Lakin şimdiye kadar uygulayamamış olmak elbette benim eksikliğim ve nerelerde eksiğim bunu da biliyorum. Değiştirmeye çalışmadığım ama çalışmak istediğim ne çok örüntü var hayatımda. Eş değer bir kusur, sanırım kendimle doğru orantılı. Bunun bir döngüden ibaret olduğunu biliyorum.
- Bence biliyorum deme, bilmiyorsun! Sadece gördüğün kadarını biliyorsun... Göremediklerin var!
- Hayır! Tek bir şey var ve onu iyi tanıyorum. Ben içimi biliyorum, neden can çekiştiğimi de. Neyin beni yerle bir ettiğini ve neden O'ndan uzaklaştığımı, nefsimin neden zorlandığını... Nefesimin neden sıkıştığını biliyorum.
- Bence bilmiyorsun. Daha çok sezgilerinle okyanusta ilerlemeye çabalıyor gibisin. Ama yüzmeyi öğrenmeden eğer bilmiyorsan sadece sezgilerinle yol katedemezsin, hatta kulaç bile atamazsın.. Boğulursun bir çırpıda.
- Tek bir şey var, ondan kurtulmayı başarırsam her şeyi kurtarabilirim. Ama kurtulamayacağıma dair istemsiz ve sınayıcı ve hatta umutsuz bir inancım var. Sanki reflekslerime büyü yapılmış gibiyim.
- İşte bilmediklerin su yüzüne çıkıyor!
- Kendimi bildim bileli beni her şeye ya bağlayan, ya uzaklaştıran tek bir şey var. Bunlar benim eksik düşüncelerim. Ama benim! Yanlış olabilir, aynı düşünmüyor olabiliriz. Ama bu şunu değiştirmez; kurtuluşa erişeceğim inancı...
- Aynı fakat eksik
- Ortak nokta o. Ben farklı bir yol sürerek geliyorum. Belki kestirmeden ama özünde aynısı.
- Kurtuluş dediğin nedir sence?
- Bunu izah edemem. O kurtulmam gereken şeyi de izah edemem. Belki sadece ben biliyorum. Ama ben kurtulduğumda, tek ben kurtulmayacağım. Başka çok insana da sebep olacağım. Bunu anlatamıyorum, şu an anlatamıyorum. Ama biliyorum ne hissettiğimi ve neyi istediğimi. Olmayı istediğim insan bu değil. Hiç bir zaman o olamadım.
- Bunun farkındayım ve bu duygu hepimizde var. Kimse olmayı gerektiği insan olduğunu düşünmez. Eksiklik ve yanlış burdan başlıyor zaten.
- Aslında şöyle bir şey demek istediğim. Senin katettiğin yol bu sebepten benden önde. Senin yüzeysel dediğin şeyler var ya hani, benim dolunca akıp gidecek diye tabir ettiğim türden olanlar. İşte onlar bende tam tersi istikamette işliyor. Yani onlar derinde ve derinde olması gerekenler yüzeyde salınıyor. Tamamen yer değiştirmişler ve ben bunların dengesini kurmakta eksiğim.
- Bence öncelikle bakılması gereken doğru pencereyi bulmalısın. İnsan kendi derinliğindekidir. Beden değil, akıl da değil. İçinde gizli bir sen var. Onu görmeli ve saklandığı yerden çıkarmalısın.
- Başka türlü mutlu olamayacağım inancına sahibim. Aslında ben bu kadar vahim durumda değildim. Neyin nerde durması ve olması gerektiğini ayırt edebiliyordum. Şimdi yerlerini karıştırıyorum.
- Fakat olay bu değil. Geçen zaman yok! Bu durumda geçmiş yok! Daha iyi veya daha kötü yok! An var! Yarın da yok! Sen yalnızca şu anından sorumlusun. İki dakika öncesi bitmiş, iki dakika sonrası gelmemiş. Öyle ise bu çatışma niye, sorgulamalısın kendini.
- Ben savaşmaktan vazgeçtim. Kendimle de hayatla da. Akışına bıraktım her şeyi, tek yaptığım bu. Artık hayatımda hiç bir şeyi zorlamıyorum. Buna kendim de dahil...
- Söylediklerimi unutma. Her şeye rağmen, hatta kendine rağmen uygulamaya çalış lütfen! Eksikliklerini sevmeyi öğreneceksin. Eksik olan kendini seveceksin ki Yaratıcıyı daha iyi idrak edebilesin. Gerekirse kalbini, aklını, bilincini her şeyi parçalamayı bilebilmelisin.
- Benden bunu mu istiyorsun?
- Ben değil, sen istiyorsan... Benim istemem havada uçuşan tül parçası gibidir. Rüzgar olabilmek yetenek işi değil, sadece vesiledir. Rüzgar bir öncüdür. Ben yalnızca bir aracıyım. Ama şartlayıcı değil!
- Peki ben ne kadarım sence?
- Bunu sen benden daha iyi biliyorsun ama benim görüşüm çok sağlam ve güçlü bir karakterin olduğu. Yalnız iradenin çok zayıf olduğunu düşünüyorsun ve onu hiç güçlendirmemişsin. Bir şeyin güçlenmesi için çalışması gerek. Vücudumuzda öyledir. Çalışmayan yanımız hep zayıf kalır.
- Nasıl yapacağım onu?
- Deverye sokarak... Zaten bir şeyin yüzeyini az bişi temizlemeden, bir delik açmadan derini görmek zor.
- Aklımı zorluyorsun!
- Kalbini zorlamak isterdim aslında...
- Onu da yapıyorsun inan. Derin dediğin yerin başlangıcında yürüyorum bu gece...
- 'Kadir Gecemiz' hayırlara vesile olsun. Hepimiz için.. Dua et, olur mu..
- Duayla bal dökeceğim ruhuma, söz veriyorum...
- İnşallah, Amin.. Duaların kabul olsun öyleyse..
- Bi mukabele, cümlemizin..
fulya/ağustos2011