Mutlak Fakat
Hoyrat trene binince beden tıraşlanırmış sevdiğim; hoyratça beni sevemediğin her gün bir kabuk kaldı bedenimde. Adına ‘Endoplazmik Retikulum’ dedi çekirdeği kalbimin arasında kalan gidişin. Hücrelerimi böldüm, kalbim dört parçalı sensizliğe evrilen ajitasyon küplerine binince.
Başkasına giderken ayakkabını unuttun bende, her gece kalbime aşina baskının sebebi bundan… Her gece artık seni yazmayışımın sebebi de bundan…
Sebepler karakolunda parodisi sana hecelenen acemisi olurken dişlerimin; beyazlığıyla gülümsedin sen bir başka hayata. Yine dişlerin göründü penceremden. Ona otuz iki, ona berrak ve düşler kadar beyaz…
Hayrat trenden inince ruh yaşlanırmış sevdiğim; ne zamandır sevdiğim demiyordum sana… Sevmekten yılmadan sevdiğimken yılmayı sevdiğimi fark ettiğim gerçek köprülerden önce seni, sonra sensizliği attım. İkiniz de ölmediniz.
Bir sebepten sana sitem taşikardim var benim, kardiyolog aşkının kalbimdeki yamaya sahiplenici bir övüş bıraktığını söylemeden edemeyeceğim. Seni sevmek güzeldi…
Comic Sans MS karakteriyle perçinlenen aşkımın, Times New Roman ile beni ayırışısın sen.
Bütün piçliklerde adının baş harfi var. Hiçbir mutluluk birleştirmiyor kadınca nefretimi.
Külliyen argo sultanıyım, gecenin siyahlığında günlerin hızlıca geçişine dram aktarıyorum.
Damat bir başka kadına damat olunca bakakalan nefrete sıçrarmış sevdiğim; çekirge oldum sayende…
Benzetme cinayetlerimde kaç damga seni vurursa hatıralar, o kadar imza basıyorum alkışımla.
Her bir gidişine bir alkış…
Hiçbir zaman gelmeyişine bir alkış…
Gelin olurken ama kendi kendime güvey oluşuma ise kocaman bir alkış…
Ben sadece gelin güveydim, o ise gelin…
Haydi, şimdi gelin…
Bir de ben mutluluğunuzu çekeyim.
Ayıp olmaz, aşırıya kaçmaz. Bunu da hallederim.
Buna da katlanırım. Kat be kat… On üç’ü geliş miladı 14’ten çıkarır yine bir kalırım.
Her zamanki gibi…
Satamadım sana dair kelimelerimi; alırım paramı ve sokarım cebime unutuşumu diyemedim.
Kalpte ufak çizikler kaldı çünkü. ‘De ile Da’ artık ayrılar.
Sen ile ben gibi.
Siz, ‘Biz’ olmuşsunuz. Ben, sen olurken…
Paydos vaktim, gözlerim donuk bir mavi artık. Yeşilinde murat isteyen arsızlıklar kaldı.
Hangi yöne bakarsam oraya maviyim, bulut şerrinden kifayet cebrine dek.
Anlama, ben, her daim anlaşılmamak için yazarım.
Anlasaydın ben, ben değil; biz olurdum seninle…
Sende tamamlanan susuşlar bende yazılan kelimelere komşu…
Unutuldum. Unut’un umutu da yer vermedi bana.
“Unut” demiştin; inatçıydım kusura bakma.
Unut dememiştim, umutsun diye…
Unutmuşsun…
Başkasına umut, bana unutken…
Hoyrat trene binince ren geyiği kalırmış mesafeler; Noel Babanın hatırı düşermiş satırlara.
Masal sanılırmış sonra hepsi; bir varmıştan hep yokmuşa müsaade cetvellerinde dövülürken sen…
Anla ama…
Okunmaz satırların doğan çocuklarında piçleniyor şimdi aşk.
Pirinçlenir gibi… Derin nefesimin sana soluk misafiri olmadığı dört duvarımdan fular bağladım aşka.
Boğuldu zannımca…
Sebep, bir sebepten ay’a doğar.
Yollar beni yaya bir gidişe teslim eder.
Sen ve benden…
Geniş zamanlı kusmamıştım şu ana dek; zaman dilimlenirken hep sensiz buçuğa; kırık saatlerin hedefsiz duruşu beni bağlar.
Fularım boğdu aşkı zannımca…