Muvazaa 2 ve 3. Bölüm

2 Bölüm

İlahlar kolektif oluşa göre kolektif yapının işlerini düzenliyor bizatihi iş görüyordu. El ise; sanal bir rızk dağıtma işinden sonra, sahipliği tescil kıldığı kişilere, sahipliğine göre kolektifin malını ve üretimlerini payına düşen rızk olarak efendilere veriyordu.

Yani El; mal, mülk sahibi olmasaydı biz; ne El'i bilecektik. Ne El'i evren yaratıcılığıyla tanıyacaktık. Ne El'in yaşama verdiği önemi duyacaktık. Ne "canı ben verdim, ben alırım" dediğini duyacaktık. Ne El'in bilim sahibi olduğunu bilebilecektik. Ne de El'i acıyan, bağışlayan, merhamet eden oluşu içindeki ihsanlarını bilecektik

Varsa ve yoksa El; "Yerde ve gökte bulunan mülkün sahibi benim" diyordu. El önce kendi sahipliğini vurgulamak ve bu sahipliği ile gücünün tanınmasını istiyordu. Kişilerin de bu mülk sahipliğine boyun eğen tevekkül ediciler olmasını istiyordu. Çünkü biraz sonraki söylemi boyun eğmeyene açık tehditti.

'Ben mülkümü dilediğime, dilediğim gibi veririm. Mülk verdiklerim kendilerinden razı olduklarımdır'. El'in razı olunanlar kimlerdir? Aslında ilk nefsine uyan uyanıklardı. Ama El şöyle diyordu. El'den, El'in rızk verip vermeme tehditli sahiplik gücünden korkup; El'e sığınanlar da El'in sahiplik gücüne sığınır olanlardır. El'in kendisine yani El'in gücüne sahiplik gücüne kulluk-kölelik edenlerdir.

Sürekli El'i ve El'in mal mülk sahipliğini anma işiyle kişi zikir içinde olacaktı. Zikir gibi ezber ve tekrar edişin bir yansıma biçimi de koşullu öğrenmedir. İşte zikir koşullu öğrenmeydi. Zikir El ile yapılan ahdi yani teslimiyetçi kölelik sözleşmesini sık sık ananlardır. Her şeyin El'den olduğunu bilenler El'in razı olduklarıydı. El (sahiplik gücü) iyiyi de kötüyü de size verendi. El ilk süreçte bu ihsaslarıyla var olmuştu.

El'den geriye doğru (sahiplik gücünün ilanından geriye doğru) gidersek; doğa milyonlarca yıldır koyun, inek, meyve, orman gibi sonsuz birçok mülk olucu vs. ilenlerle doludur. Ama üzerinde emek etkisi olmayan bu mülk oluculara hiç kimse benim mülküm diye sahip çıkmamıştır.

Sadece birçok üst üste olan zaman nişleriyle dolu yaşamların sağlama ilişkileri belli bir çevre içinde kolektif bir bölge edinmiştir. Sahiplik süreci bir kez ortaya konduğu zaman bu sahiplik etrafına doğru alan etkisi koymakla sahiplikler hareket için "alan kazanır". Sahipliği kazanan kolektifse alan etkisi başka türlü yansır. Sahip olan El ise El'in kazandığı bu "alan etkisi" size başka türlü bir takdir ve irade mana gücü oluşla yansır.

Alan etkisi nereden geliyordu? Üreten emek güçleri üzerinden sizlerin koyuna, ineğe, buğdaya vs. duyduğunuz gereksinmelerinizden (muhtaçlıktan) ileri geliyordu.

Sizin doğa içinde bu tür gereksinimle bencilliğe göre belirlenir olmanız vardı. Belirlenir olmanızın alan etkisi (sahiplik etkisi) sizlere bir uyaran oluşuyla etki yapar. Bu etki sizi bencillik doğrultusunda eyleme geçirir. Bu eylem sizi çevreye doğru hareketli kılıyordu. Siz milyonlarca yıl bu nedenle doğada sağlama yaptınız.

Bu sağlama dönemi içinde kişisi sahiplik aklın ucunda bile geçmediği için sağlatım olan nesnelerin hiçbir sahipleri yoktu. Sahip oluşlar ortaya çıktığında da, ben güdenle olan bu uyarımlar ile siz eskisi gibi doğada sağlama yapmaya doğru yönelmiyordunuz. Birbirine bağıntılı girişmenin üretim hareketi içindeydiniz. Bu bağıntı bileşkeyi ortaya koyan giriştiricilerin kolektif gücü sizden alınıyordu.

Çünkü kolektifin elinde alınan ormanlar, kırlar, dağlar, su vs. de bu sahiplik içindeydi. Bunlar arık El mülküydü, El toprağıydı. Kendisini "Ben Şadday dağlarının da sahibi olan El ‘im" diye tanıtan söylemi hatırlayınız. El sahiplik gücü olmakla sizin yaşam çevrenizin sahipliğiydi. Yaşam çevrenizin bitişiği olan aşağı taraf topraklara "yer" deniyordu.

Ve yukarıları topraklarına da "gök" deniyordu. Gök kelimesinin ilk kullanımı biçimi kafamızın üstünden itibaren dikey olan boşluğu değil aksine yaşam çevrenizin bitişik sürekliliği olan ama sizin orada etkin olmadığınız topraklar olmakla üst yan, üst taraf, üst taraftaki topraklar anlamına An (gök) deniyordu. İşte bu anlamla YER (Kİ) ve AN (GÖK); BAŞKA BAŞKA BİR EL'İN SAHİPLİĞİYDİLER.

Gök denen topraklar Akadlardı. Yer denen topraklarda Sümerlerdi. Yani AN (GÖK) ve Kİ (YER) İDİLER An (gök) ve Kİ (yer) üretim ilişkilerinin ittifak eden birleşme ya da koalisyonları nedenle AN VE Kİ birleşmesi olan ANKİ İlahı bu birleşmenin gücü olarak 'Gökte ve yerde olan mülkün sahibi benim diyordu.

Görüyorsunuz ki Gök yer kavramı tarihsel bildirişim veren bir ulamdır ve dönüm noktasının mesajıdır. Ve entegre içinde kolektif oluşun bilincidir. Oysa İleride dinleri de oluşacak El mantalitesi ben özneli muvazaanın soyut ve gerçek dışı dayanağına, danışık olmasıdır.

El zihniyetli sahiplik beyanı, süreci İlişkilerinden kopardı. Bağıntılarından kopan süreç entegresi içinde varlığı kolektif emeğe; varlığı kolektif emek gücüne; varlığı kolektif araç-gerece kullanımına ve kolektif bilgi girişmesine muhtaç olmasıyla zorunlu bağıntı olan 'arazi' girişeni arazi (mülk) sahipliği olmakla bu zorunlu bağıntılardan koparılıyordu. El bu gizlenen, saklanan, hile olan bu yerlere oynuyordu.

Yüz binlerce yıl arazi neden El' sahipliğinin deklarasyonu olmamıştı da El şimdi kendi arazi sahipliğinin manifestosunu yapıyordu? Çünkü kolektif bilinç ve bilgiyle, kolektif araç gereç üretimli ile ve kolektif araç gereç kullanımıyla ve kolektif emek ve kolektif emek gücüyle girişmeyen bir arazinin ve arazi sahipliğinin hiçbir anlamı yoktu da ondan.

Çıplak, doğal olarak verili olan bir araziyi, El ve insan nezdine arazi yapan süreç; toplumun kolektif girişmeli bağıntılarından kaynaklanır. Arazi (üretim gücü olan nesneler) toplumcu kolektifin girişmesiyle arazi olup yine kolektif oluştur. Kolektif bağıntılarından koparılan arazi kolektife muvazaa olan üretimi vermez.

Bu zorunlu ilişki içinde birinin olmadığı zaman diğerinin de tam olmadığı bir ilişkidir. İşte El birbirini üreten bu zorunlu ilişkenli içindeki araziyi ilişkilerinden koparıyordu. Sonra da ilişkilerinden kopan araziye (üretim gücü nesnelerine) benim diyordu. Bu sahiplik egemenliği ile emek ve emek gücü sahibi insanlara da kölem diyordu.

Böylece sahibi olduğu araziye (üretim gücüne) kölem dediği insan üzerinde kolektif gücü yeniden katıyordu. Hile buradaydı. Üretim hareketi ve kolektifin gücü sahiplikle köle bağıntılı girişmeler altına gizleniyordu. Bu nedenle El mantalitesi içinde bilinmesi istenmeyen aldatma, hile, hırsızlık ve mal mülk ilişkisi vardır. Bilinme neyle olur? Akılla, fikirle ve tarihi bilinçle. El tandanslı dinlerde de us yoktu.

El zihniyeti içinde kimi kişilerin mal mülk sahipliği vardır. Kurnazlığı, kişisi tapuya çevirme vardır. Kolektifin malını iç etme vardır. İlahi dönemin nesnelliği ve aklı fikri yoktu. Aksine bu mal mülk ilişkisi olan sömürü sorgulanmasın diye zikir vardı. İman vardı. İman sömürü sözleşmesinin köle ve sahiplik mantalitesiydi.

Ortaklığa ait mal mülk ilişkisi üzerinde kotarılan kişisi nefse uymakla sahip olunan kişisi mal mülk ilişkisi bilinmesin diye El mantalitesinde akıl, fikir yoktu. Demokrasilerde cehalete neden seslenildiğini bildiniz mi?

Genel işleyişle belirleyiciliğin içinde, tarihi hafıza içinde insanlar birden bire azıtıp, sapıttıkları için birçok El'lere inanıcı olmakla tapmamışlardı. Ve birçok El ile ahit sözleşmesi yapmamıştı. El, ilk toplumcu inşa olan kolektif ittifakları parçaladı. Bir kısım parça üzerinde El kendi sahipliğini ve kendi hükümranlığını ilan etti. Her bir ittifak içinde El'in bu güç sağlaması nedenle bir değil birçok El'ler vardı. El bir kişi sahipliği hükümranlığıydı. Hükme bağlılık ve teslimiyet te uyduluk ve iman akdiydi.



3. Bölüm

Gök (An) denen Akad ve yer (Ki) denen Sümer ittifaklı üretim hareketi vardı. Gök (An olan yukarı yer toprağının sahibi) ile yer Ki olan (aşağı toprağın sahibi) gruplar bu üretim hareketi nedeniyle irade ve takdir ortaklaşması da yapıyorlardı. Üretim hareketi eksenli irade ve takdir ortaklaşmasıyla yapılan tevhidin adı yer-gök olan An-Ki birleşmesi oluyordu.

Gelecekteki dinler; kendilerine aktarılan gök anlamındaki göğün ilahları, yerin kızlarıyla bir oluyordu. Yerin oğlanları beğendikleri göğün kızıyla evleniyordu. Yer ehli ile gök ehlinin buluşması ile şölenler kuruldu. Kazanlar kaynadı türü ifadeleri tarih bilincinden yoksun olmakla tamamen bozdular.

Şimdiki anlamıyla gökte bulunan sema ehli gibi varlıklar düşündüler. Yerin göğün oğlan ve kızları buluşmasını bambaşka hikâyelerle bezediler. Bilgiyi, bilinci, tarihi geçmişli hafızayı, gerçeği anlaşılmaz yaptılar. Gök kavramının eski anlamı unutulmuş dinlerin oluştuğu dönemde aşağı yukarı bugünkü anlamıyla söyleniyordu. Dinler gök kavramını, ilki olan gerçek anlamını bilmeden kullanacaktılar.

Gelişen ve ileri aşamada kendi yansımalarını veren süreç içinde El; gök ve yer birleşmeli (Akad-Sümer) birleşmeli ortaklaşmayı reddetti. Ortaklaşan gök ve yer takdirli iradeye karşı El kendinin sahiplik irade ve takdirini ortaya koyarak var oluyordu. Bu süreçte yükselen yıldız ortaklık tanımayan El izanı içinde kişi sahipliği yapılan efendi iradeli takdirdi. İlk ittifaklı ve ilk tevhidi birleşme koalisyonlarıyla yapılan entegrasyonlardan anlaşılmıştır ki; ilk tevhit anlayışı dinlerin hafız enstrümanı değildir

Bu yükselen yıldızın yeni ve köleci değer olması nedenle oluşan yıldızlar, birçok yeni yıldızlarıyla; yıldızlar geçidine neden oluyordu. Yıldızlar geçişine göre (modaya göre) bir değil birçok El'ler vardı. Birçok olan El'ler içinde büyüyen gelişen güç ihracı yapan Eller ortaya çıktı. Bu oligarşiydi. Monarşinin oligarşiye dönüşmesiydi.

Küçük olan büyür. Büyük olan küçülür (parçalanır). Büyüyen El'ler ittifakı kendi arasında yönetim ve sömürü gücü birlik dayanışması olan oligarşiydi. Oligarşinin ortaya çıkması; totemiler ittifaklı ilahlar tevhidi gibiydi. İlahlar tevhidi olan büyüme üretim hareketi ilişkisiydi.

Oligarşi ittifakı; parçalanan ilahi ittifakların El tandansı içinde büyüyen karakter yapılarıydı. El birliği içinde kotarılan sömürü ittifakıydı. Benzerlik totemi meslekli parça yapıların ittifaklarla büyümesi gibi El paylaşımlı parça yapıların da oligarşi ittifakı içinde büyümesiydi. Ön ittifaklar büyümesi fatalist izanlı El düzeyinde paylaştıran zihniyetle parçalandı.

Oligarşi de yeryüzü olan âlemin efendisi; cihan padişahı imparatorlar salınımı içinde tevhitti. Bu tevhit milleti imparatorluklar üzerinde ulus devletlere parçalandı. Cihan devleti olan tevhit, ulus devletler üzerinde evrenin efendisine biat olan sürece parçalanıyordu. Benzerlik böyle olmakla biçimsel benze oluştu. İçerikçe benzemezler.

Yeni yükselen burca göre söylem ve iman akitli sözleşmelere göre "El baştan beri vardı. Birdi, Tekti!" ifadesini diyecektiler. "İnsanlar nefsinin peşine düşmekle birçok El'ler edindiler", denecekti! 'İnsanlar nefsini ilahlaştırdılar' denmekle sürecin yeni imanlı erdem değerini ortaya koyacaklardı. El de tıpkı ilk sahiplik ihsası gibi kendisini sürecin ilk başına koyacaktı. Oysa insanlar nefsini değil, nefis güdenle kişi sahipliğini; kişisi mülk sahipliğini ve kişisi mülk sahipliğinin iradesini; ilahlaştırmışlardı. İlahı gerçek anlamından soyup, putlaştırma buydu.

Kaderci El zihniyetli efendi sahipliğine göre sanal bir mal mülk sahipliğini beyan eden bir ilk başlangıç vardı. Nereye kadar biliyorsanız ilk başlangıç ekseninin çevrimini de oraya kadar götürmekle eksene yer değişmesi yapılıyordu. İnsanların nefsine uması ya da kolektif benli oluştan uzaklaşması; yeni yeni yükselen yıldızdı. Kimi insanlar, insana hükmetmekle nelere sahip olacaklarını kurgulamaya başladılar. İnsanları bu tür kişi benci oluşa göre zihinsel hazır oluşlar içinde eğim ettiler.

Bu zihinsel hazır olurlu eğilimlerini yavaş yavaş sesli söylemeye başladılar. Bu söylemlerini El mana anlayışıyla belirtiler. Bu bağlamla tartışan insanlar, kolektif söyleme karşı kolektifin sunumuna karşı kendisine mal mülk verdiğini iddia ettikleri El düşüncesini söylediler.

Cehalet ya da yobazlık dediğimiz bağnazlık, öğretmeden inandırırdı. El de bunu yapacaktı. El öğretme yerine inandırma işini akıl üzerinde değil kişi duyuşlu bencilliğe hitap ederek yapacaktı. Bencil oluş her şeye ihanet ederdi. Bencil oluşla ilaha karşı yalancı ve yedek El'ler uydurdular. Söyleye söyleye buna kendileri de inandılar, El'i biçimlediler. Süreci şimdiki oligarşinin EL mantığına gelecek şekilde ters yüz ettiler. Ve geleceğe aktarılan gerçek hafızanın yanında ve daha fazlası olarak artık iman da vardı.

Aslında oligarşi de kendi inşasını oluşacak olan "ilk nefsine uyanların' biat ettiği El zihniyetinin ürünü. Oligarşi; 'İlk nefsine uyanların' bir başka türü olmakla bu kes de köle mal mülk sahibi olan efendilerin ' sahiplik nefsine uymaları' suçlaması üzerinde gelişecektiler.

Oligarşi sahipliği içinde kimi efendiler sahipliğinden birazını köleye promosyon verenlerdi (özendirme yapanlardı). Bunlar sevdiğinden (malından) tasadduk etmeyenler bizden değildir demeyi bayrak yapacaklardı. Bu ilkeyle kölenin bağlılığını ve çalışmasını artıran Efendi İbrahim'ler oluşacaktı

Kimi efendiler de ; 'efendilerle efendilerin elinin altında olanlar (köleler-cariyeler) bir olur mu?' demeyi bayrak yapakla köleyi iliklerine kadar sömürmeyi düstur yapacaklardı. Bu düsturla zulmü saltanat aracı yapmayı bayraklaştıran efendi Nemrutlar oluşacaktı.

Hikâye sömürünün kötülenmesi değildi. Sömüren efendiler üzerinde köleyi promosyonla sömüren efendi ile kölelerini iliklerine kadar sömüren efendiyi 'sahiplik nefsine uymaları' üzerinde ahlakla kıyaslayıp bizlere iman diye sunacaklardı. İbrahim 'rab bana, hep bana' diyen Nemrut olan nefsine kısmen sabrediyordu. Birazcık 'Rab bana ben de sana' diyordu. Kıyaslanan İbrahim ve Nemrut nefsiydi.

İbrahim ' Rab bana, ben de sana' demekle iyi, salih ve hanif efendi oluyordu. Nemrut ise; 'rab bana hep bana' demekle; hem zalimlerden oluyordu. Hem de nefsini ve sahiplik iradesini ilahlaştıranlardan oluyordu. Kendisi zulüm olan sömürüyü, temel ala;, sömürüyü esas alan mantığın; İbrahim'e kıyasla Nemrut için zulmü ilahlaştırdı demesi normaldi!

Doğrular eğrilir. Eğriler doğrulurdu. Sömürü yanlıştı ve sömürü doğru olanın eğrilmiş şekliydi. Yani El; ilahın eğrilmiş şekliydi.

Rab olan İbrahim; El'in El standartları üzerine olmakla; standartlarda acıma, merhamet, ihsan, himmet gibi oluşlarından kaynaklı durumla standartlardan biraz kısması ile düzelmek isteyen doğruluştu. Nemruti yola göre doğru olandı. Sömürüyü kısıp, sömürüyü azalttıkça doğru olan uca doğru kayıştı. Bu nedenle kerhen doğruydu.

Değilse Ne El, ne Rab doğru olmanın kendisi değildi. Sömürü gibi doğru olmayan bir yol içindeydi. Doğru olmayan yol üzerinde gidiyordu. Gidişi rahat kılmak için biraz doğru uca yönelen belirimler veriyordu.

El daha sonraki süreç okumamıza göre mutlak monark diye tanımlayacağımız biçime kayan anlayışlarla ihsas ve ihdas oluyordu. Mutlak monarşi Ezen-ezilen; efendi-köle ve iyiliğe uğrayanla-kötülüğe-uğrayanlar ikilemi içinde olmakla farklı farklı uygulamaydı.

Mutlak monarşi olan ilk El tipi oluşmaların farklı uygulamalar olması ancak oligarşi içinde anlaşılacaktı. Oligarşi içinde her bir mutlak monarşinin birbirine göre inişi çıkışı olan uygulamaları olmakla anlaşılır olacaktı.

Rab oligarşi içindeki El'den, Aton'dan başkası değildi. Rab İbrahim'i yolun, El olanıydı. Rab; El'in romantik biçimiydi. Rab de tıpkı El gibi sömürüye karşı değildi. Rab; sömürdüğü şeyi promosyonla yemeyi adet ve usül etmenin romantizmi olan romantik bir merhamet duyuşluktu.

Oysa Nemrut ta sömürüyü zulümle yiyen duyuş ve anlayış olmakla; hem El'di, hem de Amon'du, yer gök birleşmeli Amon-Ra senteziydi. Yehovay'dı (YHW'di). Assur'du.

01 Nisan 2018 15-16 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar