Nalbant Mehmet Efendi
Küçüklüğünde atlara çok ilgi ve sevgisi vardı Mehmet'in.
Yakında ne zaman bir at görse hemen yanına gider o nu yakından inceler, hiç tekme atacağını falan düşünmezdi. Babasının da bir zamanlar atı vardı. Fakat kendi geçim zorlukları varken birde atın arpası, buğdayı masraflı gelmeye başladığında satmışlardı. Mehmet bu at varken babasının arkasında daha küçük olmasına rağmen hiç korkmadan çok binmişti. Ona severek yem ve su verir, onu küçücük elleriyle boyunun yetişebildiği kadar tımar ederdi.
Mehmet okul çağına geldi. Bir taraftan okula gidip diğer taraftan okul çıkışlarında mahallelerinde bulunan nalbant Hüsnü amcaya çırak oldu.
Nalbant Hüsnü amca mahallede sevilen ve işini iyi yapan biriydi. Yaşadıkları şehir Anadolu' nun şirin, küçük ve motorlu vasıtaların az, at, merkep gibi binek ve taşımada kullanılan hayvanların çok olduğu bir yerdi. Gerek coğrafi, gerekse ekonomik sebeplerden atlar revaçtaydı. Şehirde at pazarı kurulur, at yarışları düzenlenir, kim iyi bir at almışsa hemen bütün şehrin anında haberi olurdu. Dükkânlarda, kahvehanelerde hatta evlerde bile at sohbetleri yapılırdı. Camilerden namazdan çıkan cemaat bir at görse hemen kimin olduğunu merak eder, at hakkında yorum yapamaya başlardı. Bu at eğer zengin birisini atı ise iyi, güzel ve güçlü görülür yok eğer garip bir kişin ise yerden yere vurulurdu. Yani ?At sahibine göre kişner' sözü burada ?At sahibine göre yorumlanır' olmuştu. Nalbantlar atlarının ayağına çaktıkları nalları bile sahibine göre çakardı. Benim nallarım daha kaliteli diye nam yapan atlar, nallarına ve sahiplerine göre değer kazanırdı.
Mehmet, okulu bırakıp, nalbant mesleğinde ilerleyince, yaşlanmış olan ustası işleri Mehmet' e bıraktı. Mehmet bu ara kendine güzel bir at aldı. İşinden çok ona önem veriyor, çocukluk aşkı olan at sevdasını içinde hiç eksiltmeden devam ettiriyordu. Bazen işi gücü bırakıp atıyla gezmeye, atı koşturmaya, atını temiz havada, bir akarsu yanında tımar edip yıkamaya gidiyordu. Atına gözü gibi bakıyordu.
İnsanların bir at kadar değerinin olmadığı bu şehirde atlar çok şanslıydı.
Mehmet; Atlara verilen değer kadar, insanlara da değer verilmesi gerekli olduğunu hep dile getirir, insanların daha iyi şeylere layık olduğunu düşünürdü.
Yurdumuzda yarış atlarına verilen değer ne yazık ki insanlarımıza verilmiyor' derdi.
At üretme ve bakım çiftliklerini gördükçe; ?keşke burada bir at olsaydım' diyesi geldi içinden. Yollarda yarış atı taşıyan araçları gördükçe ?aman bir zarar vermeyeyim, ödeyemem' diyerek yanından kazasız, belasız geçmek için dua ederdi. Yarış atlarının fiyatlarını duyunca nerdeyse dudağı uçuklayacak gibi oldu.
?Ne olur yarış atlarına verilen değer bizarda yurdum insanına verilebilse! Hayvanların başına gelen kötü durumları istemeyen bizler, hayvan ölümlerine duyarlı kişi ve kuruluşlar zavallı insanların başına gelen kötü durumları da görebilsek. O zavallı insanların da ellerinden tuta bilsek, haksızlık ve zulüm yapanlara engel olabilsek... Hayvanlara gösterdiğimiz sevgi ve değeri hiç eksiltmeden birazda insanımıza verebilsek. İnsanlarımıza da sahip çıkabilsek içimizdeki hayvan sevgisine engel mi olur? Belki de sevgimiz kat kat artar diye, düşündü.
Mehmet, biricik atıyla şehirde nam salmıştı. Herkes Mehmet'in atına bakmaya geliyor, bakanlar hayran kalıyordu. Mehmet atının ayaklarına en güzel nalları özene özene çakıyor, nalları cilalı bezle siliyordu. İmkânı olsa nalları altından çakmayı bile düşünüyordu.
Bir gün Mehmet'in atı hastalandı. Getirdiği bütün baytarlar kendilerine göre bir tedavi uyguladılar. Fakat at iyileşeceğine daha da kötüleşti. Mehmet baytarlardan çare bulamayınca çevrede tanınmış en derin hocaları getirdi. Hocalarda kendilerine göre dua ve yazdıkları muskalarla atı tedavi etmeye çalıştılar. Kimisi nazar dedi. Kimisi göz değmesi dedi. Fakat atın hastalığına çare bulamadılar. Mehmet işi gücü bıraktı atıyla yattı, atıyla kalktı.
En sonunda çaresiz hastalığa yakalanan at öldü. Mehmet yemeden, içmeden kesildi.
Atım öldü benim yaşamam boşuna diye düşündü. Atını gömdüğü çukurun yanına kendisi için de bir çukur kazıp oraya yatmayı düşündü. Fakat ölüyle beraber ölünmeyeceğini, ecel gelmeden ölünmeyeceğini, intihar etmeninde dinimizce büyük günah olduğunu düşündü.
Elinde, avucunda parası kalmayan Mehmet, tekrar kendini işine verdi.
Yaşı ilerlemiş olduğu için fazla iş yapamıyor ancak geçinebileceği kadar para kazanıyordu.
Gariban kimselerin atlarına çaktığı nallardan para bile almıyordu. Yanına gelen müşteri ve tanıdıklara at bakmanın inceliklerini anlatıp, ata sevdalanmanın kıza sevdalanmadan beter olduğunu anlatıyordu. Ayaklarında ki nasırlar ilerlemiş, yaptığı tedaviler de fayda vermemişti.
Bir gün atı için sakladığı, duvarda asılı olan, altın suyuna batırılmış nalları eline aldı.
Tozunu aldı, öptü, kokladı. Gözü gibi baktığı, hazine gibi sakladığı altın suyuna batırılmış nalları kendi nasırlı ayaklarına çakmayı denedi.
Fakat nallar büyük geldi. Çivi çakacağı delikler boşluğa geliyordu. Kendi ayaklarının acıyacağı aklına bile gelmiyor, atından kendine en güzel hatıra olur diye düşünüyordu.
Yanında yetiştirdiği çırağına son nasihati; Bu sakladığım nalları ben ölünce tabutumun üzerinde mezarıma getir, mezar taşımın önüne koy dedi.
Mezar taşıma' atını çok seven, nalbant Mehmet' diye yazdır dedi.
İçinde hayvan sevgisi olmayanlar mezarımı ziyaret etmesin, benim için dua etmesin dedi...