Name-i Acz

Tüm sevgi, selam ve salat alemlerin Rabbi'nin habibi Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) üzerine olsun!
Nasıl hitap edileceğini bilememe idrakinde, bu hitabımın kabulü ümidinde, ahir zamanda samimi bir mümin olmaya çalışan aciz bir fakir olarak Zat-ı Şahanelerinize hitap etme cesaretinde bulunuyorum. Bu nameyi yazmamdaki amacım Zat-ı Şahanelerinize bir nebze seslenmek ve ümmetinizin içinde bulunduğu durumu esefle bildirip içimi dökmektir.
Nameme öncelikle biz unutkan abdler için dünyaya teşrifinizden önceki zamanı, çocukluğunuzu, nübüvvetinizi, nübüvvetten sonraki yaşamınızı, ölümünüzü ve ölümünüzden sonraki yeis dolu yılları karınca kararınca, dilim döndüğünce dile getirerek başlamak istiyorum. 571 yılından önce, yani içinde yaşadığımız dünya Zat-ı Ali'nizle müşerref olmadan önce dünya büyük bir karanlığın içindeydi. Batı dünyası Ehl-i Kitap olan İncil'i çoktan bozmuş, İsa Aleyhisselamı (haşa ve kella) Allah'ın oğlu olarak ilan etme cüretinde bulunmuş, Doğu'da hakimiyet alanları geniş mecusi Persler hasıl olmuştu ve dünyaya teşrif ettiğiniz Arap yarımadasında yaşayan kabileler Allah'a ortak koşarak putlara tapmaktaydı. Aralarında bir siyasi birlik yok, hiziplere bölünmüş, her türlü melanetin işlendiği bir halettelerdi. Kavgaları ve hileleri dillere destan olan kabileler kendi içinde de kadınlarla geçinemiyor, onları hor görüyor hatta kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Tüm bunların biteceği bir olayın haceti gün gibi aşikarken doğumunuzdan kısa bir süre sonra maatteessüf yetim kalarak 571 yılında dünyayı şereflendirdiniz. Teşrifiniz birçok emarelerle belgelendi. Kabe'deki putlar kendiliğinden yıkıldı, İran'daki mecusilerin ateşi söndü. Ama Arap yarımadasında artık bu kötülükleri yakıp yıkacak olan kurtuluş ateşi ruh-u alinizde yanmaktaydı. Pek muhterem babanızı kaybettiğiniz gibi valideniz Amine Hatun'da siz küçükken ölmüştü. Bakımınız önce dedeniz Abdulmuttalip'e sonra da amcanız Ebu Talip'e kalmıştı. Kureyş kabilesinin bir ferdi olarak amcanızla ticaret yaptınız ve küçük yaşınızdan itibaren çevrenizde sizi herkes Muhammed'ül Emin olarak andı.
Sık sık Hira mağarasında düşüncelere dalan güvenilir Muhammed'e 610 yılının Ramazan ayında Cebrail'den bir nida erişti. Yaratan Rabbinin adıyla oku! Ama o, okuma bilmezdi ki. Cebrail onu üç kez sıktıktan sonra okudu Tanrı elçisi. O artık nübüvvet sahibiydi. Nübüvvetin gereklerini yapmaya başlayıp önce en yakınlarını kurtuluşa, Allah adına sulha, İslam'a davet etti. İlk inananlar vardı elbette ki onlar kurtuluşun ilk müjdelerine mazhar oldular. Ama herşey böyle iyi değildi. O nebiye muhalefet büyüktü. Mekke şirk oligarşisi ona ve amcasına baskılar yapıyor, bu işten vazgeçmesi için o yüce nebiye para teklif etmek densizliğini gösteriyorlardı. Na-bekar müşrikler atalarının dinlerini doğru kabul edip yeni gelen dini hiç hazzetmiyorlardı. Bu yüzden ona ve inananlara cebri artırdılar. Artan baskılar Allah'ında izniyle 622 yılında Medine'ye hicreti doğurdu. Vatanlarından koparılmış Mekkeli inanç sahipleri Medine (Peygamber şehri)'de ensarlarıyla kucaklaştı. Bu sıradan şehir Resul-u Ekrem'in gelişiyle şeref kazanmıştı. İlk kez birlik olmanın sevinci Arap yarımadasında damaklara eşsiz bir lezzet veriyordu. Ama mutlu günler uzun sürmedi. Hicretten iki yıl sonra Allah'tan gelen izinle yüce nebi ve arkasındakiler Bedir mevkiinde cenge tutuştular. Müslümanlar ilk zaferini kazandı, kendilerine güvenleri geldi. Ama bir olay vardı ki takdire şayandı doğrusu. Mekkeli esirlerden okuma-yazma bilenler 10 Müslüman'a okuma-yazma öğretmek şartıyla serbest bırakılmışlardı. O yüce peygambere yakışan bir incelikti ama Mekkeliler bu incelikten anlamamış olacaklar ki 625'te bir kez daha saldırdılar. Uhud mevkiinde cereyan eden bu savaşta Cenab-ı Peygamberi dinlemeyen okçular savaşın yitimine sebebiyet verdiler. Galibiyete rağmen bir şey elde edemeyen müşrikler iki sene sonra kalabalık bir orduyla Medineye geldiler ama o zamanlar yeni bir Müslüman olan cennet mekan İran'lı Selman-ı Farisi'nin hendek önerisiyle müşrikler bu savaşta varlık gösteremediler. Bu son savunma savaşından sonra Müslümanlar 630 yılında Mekke'yi feth eyleyip çıkarıldıkları yurtlarına geri döndüler. Ama Mekke'de mutluluk uzun sürmedi. Çünkü 632 yılında müslümanlar o yüce Resul'ü kaybettiler. Hiçkimse inanmak istemedi onun ölümüne ama o da bir beşerdi, hemde hayrul beşerdi. Her nefis gibi o da ölümü tatmak zorundaydı. Çok güzel ve örnek bir ahlakı vardı. İnsanlara karşı çok nazik davranırdı, gülümsemeyi bile sadaka sayardı. Çocuklara karşı muhabbeti büyüktü o nebinin, torunları sırtındayken secdeden kalkmazdı başı, sırf onlar zarar görmesin diye. Örnek davranışları vardı. Temizliğe, hele ki diş temizliğine çok önem verirdi, hanımlara saygılıydı, kızına bile yer verecek kadar sayardı onlardı. Dünya böyle bir şahsiyeti bir kez daha görememişti ama o şahsiyet bizlere ders niteliğinde bir Veda Hutbesi bırakmıştı.
Ama müslümanlar peygamberin ölümünden sadece 29 yıl sonra melun Muaviye'nin hileyle hilafeti ele geçirmesiyle Veda Hutbesi'nin geçersizliğini ilan ettiler. Emevi zulmü her alanda olduğu gibi din alanında da tebarüz etti. Ayetleri bozamayan Emevi kodamanları yorumları çarpıttılar, dinde olmayan şeyleri dine sokup kitleleri uyuşturdular, peygamberin ağzından binlerce hadis uydurdular, düşündürücü bir kitap olan Kur'an'ı Kerim'i mezarlık kitabına dönüştürdüler. Bu melanetler bin yıl içinde büyüyerek günümüze dek geldi. Kutsal kitabın kesin emrine rağmen İslam dünyası hiziplere bölündü. Her hizip kendi kurallarını din sayar, kitaplarını ise Ehl-i Kitap olarak addeder hale geldi. Öyle küstahlaştılar ki peygamberin ağzından uydurdukları hadislerle ayetleri neshetme cüretini gösterip bir nevi ubudiyet sahibi olmaya yeltendiler.
Bugün İslam dünyası, yüce nebinin tebliğ ettiiği dinin kitabını okuyup düşünmediklerinden dolayı adeta bir Dar'ül Harp haline geldi. Fitne, fücur, ahlaksızlık, riya aldı başını gidiyor. Her adımda bir camii olmasına rağmen dürüstlüğün, haysiyetin adı geçmiyor. Oku diyen bir dinin mensupları olarak her gün beynimizi uyuşturuyor, Kur'an'ın istediği kişiler olamıyor, İslam öncesi cahiliye devrini yine yaşıyoruz. Paramparçayız, aramızda sevgi, saygı hak getire. Hileler ve oyunlarımızla tanınıyoruz. Kız çocuklarını toprağa gömmesekte onlara ve kadınlara iyi davranmıyor, hatta dövüyor, bir obje olarak görüyoruz. İslam dünyası terakkiyi düstur edinmemekte adeta direniyor. Tüm İslam ulusları fakr-u zaruret içinde bitap ve harap haldeler. Hepsi ya fiilen esir ya da ekonomik esir durumdalar. İşte sevgili nebi, uğruna kendinden bile geçtiğin ümmetinin hali ne yazik ki bu.
Tüm olumsuzluklara rağmen içimde güzel günlere dair bir umut taşıyorum. Bu kadar uzun yazma cüretimi ve övgüyü sevmediğiniz halde sizi övmemi Zat-ı Ali'nizin bağışlamasını istirham eder, gerçekleşmesini istediğim bir rüyamı beyan ederek nameme nihayet vermek istiyorum. Gece sırtını döndüğünde gözlerimi açsam, çevreme bakınsam, tüm kötülüklerin, tüm haksızlıkların yok olduğunu görsem, Asr-ı Saadette yaşayan abdlerin içinde olup evimin çalan kapısını açmaya gitsem ve desem ki; Ne zahmet ettiniz, hoşgeldiniz Ya Resulallah!

02 Nisan 2012 6-7 dakika 1 denemesi var.
Yorumlar