Nasıl Uyutulduk?
İnsana ait özellikler içinde,en önemli yeri uyku tutar. bence. Ta ana rahminden başlayıp mezarda biten bu serüven sayesinde dinlenir, düş görür, göz kapaklarımızı kapatabilir, dünya ile ilişkilerimizi durdurabilir, yatağa olan özlemimizi giderebilir; dahası düşünmekten uzaklaşabiliriz. Tam anlamıyla bedenimizin yaptığı bir tatildir uyumak!..Yirmi dört saatlik zaman diliminde durmadan tekrarlarız bu tatil süresini...her tatil dönüşünde;görürüz ki, her şey bıraktığımız yerde...Bir biz değişmişiz, bir de azalmış takvim yaprağı sayısı...Çocuklar büyümüş, mevsimler değişmiş...Daha ne olsun ki değişen?
Benim anlatmak istediğim bu uyku değil, mecaz uykular!..Yani birilerinin, birilerini uyutması! Bu meyanda anne rahmine düşürülmek üzere, annemizin uyutulduğunu biliyor muydunuz? Tabii babamız tarafından! Ne beceriklidir şu babalarımız valla!..Düğün dernek, takılar, yeni bir ev, ev düzeni, araba, meslek sayesinde önce görsel olarak kandırırlar kadınlarımızı...Sonra kaçının doğru olduğu tartışılabilir olan komplimanlar, aşk sözcükleri...Seni seviyorumlar, ne kadar güzelsin, çok da beceriklisin, yaptığın yemeklere bayılıyorum, ne giyersen giy sana yakışıyor, sen benim tanıdığım en tapılası kadınsın (demek başkası da varmış ha!), seninle evleneceğim için mutluyum..vs...Bunları bir erkeğin ağzından duymak bile, 'süt yemiş kediye' çevirir kadınlarımızı...'olur' deyiverirler hemen!..doğru nikah masasına!..Oradan da annemizin uyutulduğu yere(!)Bir bakmışız ki, bu uyku sonu anne rahminde ceniniz...
İkinci aşamada tam dokuz ay annemizin karnında uyutuluruz. Bizi uyutma işi annemizdedir artık. Onu üzmeyelim diye ne sesimiz çıkar, ne soluğumuz.Arada bir kıpırdanırız sadece...Gün geçtikçe büyüyen bedenimiz, sığmaz olur fanusuna ve kırıp çıkarız dünya yüzüne...Tek bir silahımız vardır artık: SES! Onu hep kendi lehimize kullanarak bizi yaşatmaya zorlarız çevremizdekileri...Karnımız acıksa viyak, altımız ıslansa viyak, bir yerimiz acısa viyak...İşte bu viyaklar sayesinde karşılayabiliriz ihtiyaçlarımızı...Oysa viyaklarımızdan bıktıkları için uyutmaya zorlarlar bizi... Beşikler, salıncaklar, yalancı memeler, biberonlar, ana kucakları kullanırlar bu kötü emellerini gerçekleştirmek için...Ninniler söylerler uyuyalım diye!...Bir kere olsun 'uyuma yavrum' demezler..İşte bu yüzden mezara kadar uyuruz biz de...
Çocukken uyutuluruz!..Düşünsenize bir; onca oyuncaklar boşuna mi yapiliyor? Barbi bebegin sihrine kapilip saatlerce evcilik oynayan bir kiz çocuktan kime zarar gelebilir ki!? Ya da Fenerbahçe,Galatasaray,Beşiktaş forması giydirilip top oynayan erkek çocuktan...Renk renk, çeşit çeşit oyuncak arabalar, sakızlar, balonlar, uçurtmalar, ne güne yapılmış!? Çocuklar uyusun, büyükler rahat etsin diye degil mi?
Okullarda uyutuluruz!Yıllar öncesinin değişmeyen sınıfları, okulun tozlu havası, kitapların karmakarış bilgileri, öğretmenlerin nutukları sayesinde gerçekleşir bu uyuma türümüz. Daha fiş öğrenme günlerinde işaretini verir. 'Uyu Ufuk uyu. Yat yat uyu. 'İlkinde (u) sesini, ikincisinde (y) sesini öğretmek için verilir bu fişler...Bence ikisi bir arada daha güzel bir cümle ile verilebilirdi. Nasıl mı? İşte böyle: 'Uyu uyu, ye; ye ye uyu!' Nasıl ama! Tüketici toplum oluşumuz boşuna değil beyler, bayanlar!Taaaa o günlere dayanıyor kökü. Bir bakın
çevrenize lütfen; kahveler bu yüzden dolu değil midir gündüz gece!..Üretime katkıda bulunabilecek yaşta emekli olan ve devletin kasasından yiyip içip yan yatan insanlarımızın çokluğu bunun için değil midir? Hadi, bu kişilerin hakkıdır diyelim ama, genç nüfusun anne baba eline bakarak yan gelip yatmasına ne demeli!? Üretici toplumların çağı yakaladığını bilsek de, devam ederiz aynı uykuyu uyumaya...Var ya, acıyorum çocuklarımıza, inanın! Daha beş yaşlarında başlayan okul hayatları yirmi yıl sonrasına ihtiyarlatarak bırakır onları...Doyasıya oyun oynayamayan, sokakların tadını çıkaramayan, insanlarla haşır neşir olamayan, aşkı yaşayamayan bu çocuklar; bu hazırcı çocuklar 'sudan çıkmış balığa dönerler' uykularından uyandırıldıklarında...Gerçek hayatın kitaplarda okudukları gibi olmadığını, düşlerinde gördükleriyle çakışmadığını anlarlar. Anlarlar ve delirirler sonunda. Kim ne derse desin, hak veriyorum onlara!...
Ama dur!Bitmedi daha uyumalarımız...
Seçimlerde uyutuluruz en çok! Toplumsal beklentilerimiz arttıkça, siyasi duygumuz da gelişir. Taraf tutmak gibi bir yanılgıya düşeriz.O parti benim, şu parti senin derken siyasi çekişmelerle uyutuluruz. Öyle çok vaatler dinleriz ki mensubu olduğumuz, oy verdiğimiz partiden; listele listele tüketemezsin!..'Vay be!..deriz, her şey düzelecek benim partim başa geçtiği zaman...'Bir de bakarız ki hepsi yalanmış! Nedense, o binadan içeri giren kişi, değişiverir birden! Kırmızı koltuğuna sığmaz olur...'Bana mısın' demez artık! "Meclise giren bu kişiler, benim tanıdığım kişiler değil" demekten başka çaremiz kalmaz ne yazık ki!..Bir kez daha pişman oluruz onlara oy verdiğimiz için! Beş yıl sonrasında kimin tarafını tutacağımızı düşünmeye, hatta oyumuzu kimselere reva görmeyeceğimizi söylemeye başlarız...Söyleriz söylemesine ama, o beş yıl geldiğinde kuzu kuzu gidip oyumuzu gene veririz..İnsan olmanın bir gereği olduğunu savunarak hem de!..Kime yarar peki bu oylar! Memleketin en doruklarında oturup halkı küçümseyen, fırsat bulduğunda hortumculuk yapan, halktan koparak bir başka dünyanın insanı oluveren burjuvalara!..Ne yazık ki, halkın, devlet için çalıştığı bir toplumun bireyleri olduğumuz sürece bu döngü böyle devam edecek...Oysa ben devletin toplumlar için, halk için, insan için var olması gerektiğine inananlardanım!..
'DOKUNULMAZLIGINLA DOKUNDUN BANA!'
Ne zaman yazı yazmaya başlasam, siyasetten söz etmeyeceğime dair söz veriyorum kendime...Lakin iş öyle bir noktaya geliyor ki, önüne geçemiyorum bu pisliği kurcalamanın...Kötü bir alışkanlık yaptı bu bende desem, yalan olmadığını biliyorum. Demek ki yenice insan, yenice vatandaş oluyorum demekten de kendimi alamıyorum...Neyse ya!.En iyisi biz uyumaya devam edelim!..
Nerede mi? Şarkılarda!..
'Dandini dandini dasdana!' ile başlayan bu şarkı silsilesi, ömrümüz boyunca uyutur bizi!...Sözleri öylesine uyduruk,öylesine anlam taşimayan şiirler bestelenir ki, duydugumuzda apışıp kalırız...Alın işte Pala Remzi,alın işte Horke Ve daha niceleri...Şimdi siz diyeceksiniz ki 'bunları duydugumuzda uyumaz,oynarız!..' Dogrudur!..Zaten bizi oynatmak için bestelenmiştir bunlar!..Bize yapılanları unutalım, oynayalim türünden yani! Mesela işsizligi, parasızlığı, açlığı, savaşları kan davalarını, terörü, toplumu çağ dışına iten töreleri, uzayı, yıldızları, tatil yapma sevdamızı, insan haklarını, sosyal adalet fukaralığımızı vs..vs...unutalım diye, bu tür şarkılarla uyuturlar bizi...İyi de yaparlar hani!..Bu işsizlik ortamında bari, göbek atarak geçiririz zamanımızı...Hem belimiz iyice incelir; hem de sevgilimizle karşılıklı kaşık şıklatırız!..'Estireyim mi, yavrum sana fistan kestireyim mi, üç o yandan, beş bu
yandan...Hadi bir de Abant yaylasından...' der; kuzulara karışıp kuzu gütmeye gideriz...Ağzımızda hey hey!...
Dizilerde uyutuluruz...Keşke dizilerde degil,dizler (de) uyutuluruz diyebilseydim! Kim istemez ki sevdiginin dizine başını koyup uyumayı...Dogrusu ben çok isterdim!..
'Alo!Şimdi hangi kanaldasın? ATV' mi? Yok canım D' yi aç! Orada ZERDA var. Yarın akşam da KINALI KAR; ertesi gece aynı saatte ASMALI KONAK!..Anladın mı şekerim!..'diyerek çalınan dost telefonlar, günlerde anlatılan sahneler... KRO AKTÖRLERİN yürek yakan bakışları... Olmak isteyip de bir türlü onlar gibi olamayan, ŞAHANE ARTİST' leri seyreden bu toplumun kadınları-erkekleri apaçık dizilerle uyutulur. Düşünde bir prens, bir prenses olarak görmeye başlar kendini ya da bir ağa!..Dizi bittiginde ise Bizim Fatma, Bizim Mehmet'ten başka biri olmadığını görecektir ama iş işten geçmiştir bir kere!..Olsun!..Uyumak gayet hoş gelir çünkü insanımıza...Hele işin içinde 'boş ambarda buğday düşü görmek' varsa bir de!...Oysa 'boş ambarda buğday görmek' istemek kadar dogal bir hakka sahip oldugumuzu bir türlü hatırlamayız!..
Hani nerede bu dizilere saatlerce yer veren kanalların buğday yayınları?!..Yok!..Mesela şiir panelleri, roman tanıtımları, gerçek hayat hikayeleri, Güney Doğudan, Doğudan insan manzaraları...Yani düşünenlerin düşündükleri!..Yani acıların upuzun yürek yakan feryadı!..Yok!..Ne yazık ki biz, toplum olarak feryadı; sadece şarkılarda, dizilerde duyan kişileriz...Ah!!..Gözünü sevdigim Tatlıses,Özcan Deniz, Emrah, Yavuz Bingöl! Bizleri iyi uyuttunuz iyi!! Hadi bakalım kolaylı gelsin size!
Şaşıracaksınız belki; en derin uykumuzu dualarda uyuruz!..Mevlitlerde, selalarda, ezanlarda huşu ile dolan ruhumuz; usul usul akan bir nehre kapılmışçasına dalgalanmaya ve batmaya başlar...Sanki, durmasını istemedigimiz salıncağa bineriz onlarla uyurken...Ne kadar hızlı sallanırsa sallansın salıncak, umursamaz, korkuya kapılmayız...Aksine gözlerimizi kapatır, dünya ile bağlarımızı keseriz...Onlari okuyan kişinin ses tını yükseldikçe daha bir dalarız uykuya...Ilahilerin, tekbirlerin, hu'larin ruhumuzu alıp götüren havasına bir kapıldık mı komaya gireriz!..Tutup bir yerlerimizi kesseler haberimiz olmaz valla!..Duayı bilmediğimiz dilden okusa da okuyan;önemi yoktur!..Önemli olan şudur sadece: Cennetin kapısında kuyruğa girebilmek düşü görmek!..Aslında düşlerin gerçege dönüşme olasılığı hiç yoktur.Bunu anlamak işimize gelmez nedense!..Bizlere cennetin anahtarını vaat edenler ise cehennemlik işler peşinde olmuşlardır daima!..Tanrı ile kulun arasına girmekten daha büyük bir suç olabilir mi dersiniz? Işte bu kişiler Tanrı ile kulun arasına girip, Tanrı tarafından affedilmeyecek günah işlemişlerdir bana kalırsa!..Hem de kulları kandırmak için en avazlı, en yanık, en duygulu seslerini kullanarak!..Dahası seslerini yükseltebilmek için mikrofonlardan yararlanmışlar; şeytan icadına tenezzül etmelerinden dolayı günahlarini ikiye katlamışlardır!..Ben böyle miyim ya!? Duamı konuştuğum dille yapar, hiç kimseyi de kandırmaya çalışmam!..Bilirim ki' her koyun kendi bacağından asılır!.'.Ilahi Ismail abi!..(MUTE NIKAHI'ni hatırladınız mı?) Bu yazdıklarımı okusa: 'Haşa!.. sen yüzde yüz cehennemliksin 'der...Bana ne!..Ne derse desin! Bildiğim doğrulardan vaz mı geçeceğim yani onun hatırına;asla!..Hem ben onunla konuşmuyorum ki.
Mezarlarda uyutuluruz! Uyumanın en acı şeklidir bu!..Bir daha kalkmayalım diye toprağın ağırlığını bindirirler üzerimize...Öyle daracık yere koyarlar ki, bir taraftan bir tarafa asla dönemeyiz...Avaz avaz bağırsak bile; şehrin, köyün, kasabanın uzağında olduğu için mekanımız, bizi kimseler duymaz! Asırlık ağaçlara, baş ucumuzda dikilen taşlara konan
kargalar 'gag' deseler de, anlamazlar dilimizden...Garip olan yanımız kimse yokken bağırırız da, yanımıza birileri gelince susuveririz!...Geride kalanlar çok rahat sanırlar bizi bundan böyle!..Oysa gözlerimize dolan toprak, sırtımızı delen taşlar vardır...Dilimiz acıya pelesenk!...Çürüyüp toprağa katılırız sonunda...Artık yorulan yılanla uyur, rüzgarda kıpırdayan yaprakla hareket ederiz...Baharda açan çiçeklerle can bulur, renklere boyarız yeryüzünü yeniden...Kimse bilmez cehennem ile cennet arasında gelip gitmelerimizi...'Bileti, kendi elimizdedir' desem, biliyorum kızacaklar bana! Kimler mi? Beni dualarla uyutmaya,, tanrı ile arama girmeye çalışanlar tabii!..
Uyanık kalmak için gerekçeleri olanlar, parmak kaldırsın lütfen!)))
Tayyibe Atay
Aaauuuh ! Auuuhhh ! Uykum geldi.
"Alışmış, kudurmuştan beterdir" ya alışmışız uyu(tul)maya.
Bir de "su uyur, düşman uyumaz"sa, seçimimizi nasıl yapacağız?
Parmak kaldırsak, yöneticimiz görecek mi?
Güzel bir yazı.
Kutluyorum.