Nasipten Öteye Köy Yoktur

Yoruldum. Ama inancım ayakta tutuyor beni ve sarılıp yüreğimdeki inancıma sabrediyorum. Biliyorum nasipten öteye köy yok, herkesin nasipbi bir şekilde hayatının içinde döner dolaşır ve kendisini bulur elbet. Fakat bazı zaman durup düşünmeden edemiyorum kendimce; hayat her zaman istediklerimizi sunmaz, kader, kısmet denilen şeylerinde önüne geçilmez. İnançlı bir insan bunu kabul eder ki kutsal kitabımızda yazar kadere inanmak... Kim ne derse desin kaderi kendi ellerinle yazmak olgusuna inancım yok. Hele ki sevgi ile ömerin hikayesinden sonra iyice durup düşündüm ve işin içinden çıkamadım.

Ömer dünyaya geldi geleli, acıların içinde büyümek zorunda kalan bir çocuktu. Sevgi kendini bilen, inançlı, efendi, dürüst, gururlu, kendini yetiştirmiş bir kızdı. Ömerin hayat hikayesi ile birleştirsen sevginin hayat hikayesini bir film yapsan salya sümük ağlar çıkarlardı insanlar o beyaz perdenin karşısından ama etkisinden de kurtulamazlardı.

Altı çocuklu bir ailenin en son ferdiydi Ömer, annesi dünyaya getirirken masada kalmıştı. Çaresiz bir babanın evladıydı, sevdiğini kaybettiğine mi yansın yoksa bir evladının olduğuna mı sevinsin. Fakirdi, el emeğiyle bir şeyler kazanmaya çalışıyor bir yandan da ailesini geçindirmek için uğraşıyordu. Herşey tamamdı diğer çocukları kendini bilecek yaştaydı, hele ki o daha on üç yaşındaki kızı çocukluğunu yaşayamadan koskoca bir ailenin tüm yükünü omuzlamış, bir yandan el kadar olan yeni kardeşine yeti,şmeye çalışırken, bir yandan da evlerin işlerini götürmeye diğer kardeşlerini yetişmeye çalışarak ne yapacağını bilmez bir hale gelmişti. Baba ise tam bir çıkmazdaydı, ne yapacaktı şimdi, kadınını kendi elleriyle toprağa gömmüş, tüm taziyeleri kabul etmiş ve daha bir günlük evladını bile sevememişti. Evin en küçük kızı yaşadığı onca acıdan sonra evlenip gitmenin kendi için bir kurtuluş olduğunu düşünüyordu. Daha on üçünde bir sabi... diğerlerinden söz etmeye gerek yok, erkek çocuklar bir inşaatta boylarından büyük işlere kalkışıyorlardı, hayatlarını idame ettirmek içinse mecburdular çalışmaya... Ömer durmadan ağlıyordu, kaderine mi ağlar bu çocuk kokusunu bilemediği annesine mi yoksa ağlamak bu çocuğa bu dünya da hediye edilmiş bir ödülmüydü bilinmez bir şekilde kız kardeşinin bezlerini yıkamak için bırakıp gittiği sobanın ardında....

Üçüncü gün, bilmediği birileri geliyordu pencereden dışarı baktığında, bir kadın bir adam ve bir de babası... Misafir ağırlayacak durumda da değildi hani, babasının gözlerine baktı kocaman kocaman... Hüzün vardı. Kadın içeri girer girmek evladım diye sarılmıştı Ömer'e...

-'Bu çocuk benim kaderim, o bana nasip, vermem kimselere' diyor, bir yandan da ağlıyordu hıçkıra hıçkıra... iki koca adam birbirlerine baka kalmışlardı. Küçük kız kadının kucağındaki Ömeri almaya çalışıyordu, ' Hayır, o benim kardeşim' diyerek...

Daha on üç yaşındaki Sevdiye, bir kenara çekip babasını sorgucu melekleri gibi sorguya çekiyordu.
-'Baba kim bu insanlar'
-'Ömer'i vermek zorunda kaldım kızım, çaresizim' o koca adam ağlıyordu.
-'Sattın mı yoksa he , kaça sattın!'
-'Mecburdum, kızım mecburdum.'
-'Baba, ben yemem içmem, kardeşime veririm baba, nolur yapma, bak iş bulur çalışırım, evin işlerini de yaparım, yapma baba, onlardan gelicek paranında hayrı olmaz, daha küçük bir çocuk o'
-'Bak kızım, mecburum, kendin söylüyorsun, daha küçük bir çocuk ama benimde artık gücüm yok Sevdiyem, nolur sen anla beni yalvarırım. Onun bir anneye ihtiyacı var. O nedenle buna mecburum sen diğer kardeşlerine yetemiyorsun zaten.'
-'Hayır baba!'
Ne yapsa belki bir daha göremeyeceği kardeşinin ardından gidişini gözyaşlarıyla izlerken birden yola düştü delice koşmaya başladı ama hızla uzaklaşan arabanın ardından tozlu yollara hıçkırıklarla düşerek kalakaldı Sevdiye... O yılın yazına varmadan da evlendi, çok uzaklara gitti. Bir daha gelmedi yurduna.

Aslında şanslı bir çocuktu Ömer, şansı sadece ailesi tarafından gülen bir çocuk, yaşantısına bakarsanız şansın yanına bırakın yüz metre yakınına sokulmadığı bir insandı.

Aradan on yedi yıl göz açıp kapayana dek geçti, sevgi büyümüş serpilmiş, ailesi tarafından çok sevilen, bir kızdı. Babası gözü gibi korur kollardı onu, haliyle aile terbiyesini de iyi almış bir kız çocuğu olmasının yanında güvenide tamdı. Hep mutlu olmasını istemiş ama kız çocuğunu yetiştirmek zordur bilinciyle de iyice onu dizginlemiş, baskısı altına almıştı. Okumanın iyi olduğunu bilmesine rağmen okutmamıştı, sırf kızına bir zarar gelir korkusuyla, öyle ki o baba yüreği bu korku yüzünden kızına aslında hiçte iyilik etmiyordu fakat onu da göremiyordu. Günler günleri kovalarken, bir gün eve geldi, düşünceliydi.

-'Hayırdır bey, düşüncelisin'
-'Kızın bir talibi var hanım, onu düşünüyorum.'
-'Bey biraz daha dursak iyi olmaz mı daha küçük'
-' Hanım hayırlı bir kısmet diyorum sana anlamıyor musun ne zamana kadar koruyup kollayabilirim ki ben onu'
-'Kıza sorsaydık bir de.'
-'Nesine soracağız hanım, benim sözümün üstüne söz mü söyleyecek, ben tamam diyorsam tamamdır'

Sevgi evliliği evcilik oyunu sanacak yaştayken, evlendirildi. Üç gün üç gece davullar çalındı.
Hayat hiçbir zaman beklenildiği gibi bize istediklerimizi vermezdi, ve dünya öylesine büyük bir sınav yeriydi ki bu sınavı ancak inancını zedelemeyenler kazanabilirdi. Sevgi haliyle her şeyi yaşadı, aklınıza ne gelirse... Bir insanın yaşayacağı herşeyi yaşadı haliyle inançlı olması ise onu kurtaran tek noktaydı. Şükretti hep haline, şükretti, kendine güzel meşkaleler buldu, uğraştı didindi, erkeğini mutlu etmek için o kadar çok çabaladı ki, en sonunda ipler koptu haliyle, belli ki nasip değildi ve insanların gözleri perdeli olduğu için göremediği bir alın yazısı vardı.

Alın yazısını yaşadı haliyle her ikisi de...

Ömerden yıllarca gizlenen gerçek bir patavatsız kızın yüzünden ortaya çıkmış, ömer artık yattığı yatağından göz pınarlarının olduğu yerler ıslak uyanmaya başlamış ama ailesi üzülür diye kimseye hiçbir şey belli etmemişti. Soracak kimsesiz olmadığı kimsesiz olduğu için birilerine gerçeği de soramamıştı. Bir gün mahalledeki bir arkadaşına tüm cesareti toplayıp sormuştu. Ömer öyle iyi yetiştirilmişti ki gerçekten tek şansı böylesine yüce varlıkların elinde iyi terbiye alması ve büyümesiydi, çünkü onu yetiştiren aile ona sevgiden öte bir şeyler vermişti. O da inancına sarılarak hep onlara hayırlı bir evlat olmaya çalışmıştı. Herkesin parmakla gösterdiği, imrendiği bir insan olmuştu haliyle, o anne ve babanın gururu onuruydu. Ve gerçekler bir bir ortaya çıkmaya başladığında iyice kendi içine kapandı ömer. Bir söz uğruna ailesine söz verdiği için, kendi hem çalışıp hem okumuş, hatta yüksek lisans bile yapmıştı. Hemde sadece bir gün izine geldiği zamanlarda ailesine ağzından böyle bir söz çıktığı için yapmıştı. Sözünün eri, doğru, nitelikli bir insan olarak yetişmiş, hiçbir şeyi ailesinden sevdiklerinden çevresinden gizlemeyen herşeyi ortada olan bir insan olmuştu. Haliyle hayatına giren insanların çoğu yeri zamanı geldiğinde kötü oldukları zamanlarda ya da sırtını döndüklerinde hep o iyi niyeti, doğruları, söyledikler, hayatından anlattıklarıyla onu sırtından vurmuş aleyhinde kullanmışlardı herşeyi. Bu onu çok yıpratmıştı ama iyilik yapmaktan, doğru olmaktan vazgeçmemişti. Bu dünyada kazanamayacaktı biliyordu ama bir de bu dünyanın öbür tarafı diye nitelendiren bölümü vardı. Kimi insanlarda bu hayatta cehennemi yaşadıklarını düşünürdü. Ama en çok canım dediği insanların canını alması gücüne giderdi.

İyice suskun bir çocuk haline gelmişti. Öyle şeyler yaşadı ki saçlarında bir tel siyah kalmamıştı daha yirmi beşindeyken ve ailesi üzülmesin diye, ortaya çıkan tüm gerçekleri tek kalemde silmiş, bu dünyada bir tek insanın ailesini üzmesine izin vermeyeceği yemini etmişçesine kendi kanından olan kardeşlerini, en yakınlarını bir kalemde silip atmıştı, karanlığın içinden çıkıp gelip hayatını mahvetmişlerdi ama şükürü dilinden bırakmayarak hayatına devam ettirdi.

Sevgi okulu yarı yolda bırakmış ama vazgeçmemişti okumaktan, kendi kendini yetiştirmişti. Kendi hayatını yaşıyordu, hiçbir zaman hayat içinde aradığını bulamasa da asla ve asla ne ailesinin ne kendisinin ne de sevdiklerinin yüzünü yere eğecek bir harekette bulunurdu ne de bir hata yapardı. Öyle ki bir zaman sonra kendini farkedip, okumaya devam etti. Kimseler inanamadı onun gelişimine.....

Ömer yüksek lisansını tamaladıktan sonra memleketine geri döndü haliyle, okulda hoca olma hayallerini erteleyerek, kendi halinde çalışmaya başladı. Bir market açtı memleketinde, bir gün bir bayan doktor, alış verişini yapıp prayı ödemek için geldiğinde ömerin bir şeyler yazdığını gördü. Haliyle dikkatini çekti ve okumak için izin istedi. Paylaştı elbette ömer tüm yüreğini paylaştığı gibi... Kadın okuduklarından büyülenmiş gibiydi. Harika ötesi naksetmişti kelimelerle halini, ömere baktı. Sanki yüreğinden birşeyler aktı. Sonrası mı? Hayatta kimseye nasip olmayacak bir aşk başladı haliyle, uzmanlığı için uğraşıyordu o zamanlar Nejla, Uzman doktor olacaktı. Bir başladı ki hikaye tam dört sene sürdü Nejla ile olan hikayesi, Annesiyle tanıştırdı, babasıyla tanıştırdı, aile nejlayı çok sevdi, haliyle sevilecek bir kızdı, Ömeri de tamamlıyordu, birincisi inançlı bir kızdı, kadere inanıyordu, ikincisi, kendini bilen yetiştiren bir kızdı. Osmanlı kadını gibi bir kadındı vesselam, erkek gibi kız denir ya öyle biri, oturmasını kalkmasını bilen biriydi. Böylesi bir kız sevilmez mi? Annesi kızı gibi sevdi onu, hatta senin gibi bir başkasını asla sevemem demişti bir keresinde şaşırmıştı Ömer.

-'Nasip anneciğim, yani yarın bir gün ne olacağı belli olmaz. Bak ben senin kızın sayılırım, allah nasip ederse biz Ömerle bir yuva kurmayı düşünüyoruz. Ama yarının bize ne getireceği belli olmaz.'
-'Nasipse yakına gelsin, değilse uzaklaşsın kızım'.

-'Anneciğim, nasip değilse zaten ben öyle diğer kızlar gibi bir şeyleri zorlamam, bilirim ki nasipten öteye köy olmaz.'

-'Kızım ben senin bu gerçekçi halini çok seviyorum, afferin sana, senin gibi bir gelinim olması bana gurur verir, inşallah nasip olursun kuzum'

-'Herşeyin hayırlısını dilemek lazım anneciğim, ne yani gelinin olmazsam kızın diye sevmeyecek misin beni?'

-'Severim kızım, sevmez miyim, hayırlısı nasılsa öyle olsun. Allahın söylediğinden öteye söz olmaz kızım, herkesin bir alın yazısı var, ağlamak sızlanmak boşunadır ne yaşarsan yaşa ne kadar kötü olsa da... Ne diyor yaradan; 'Nice hayır bildiklerinizde şer, nice şer bildiklerinizde hayır gizlidir. O kulu için ne söylediyse hayırlısını söylemiştir kızım fakat biz insan oğlu az cahiliz göremiyoruz eğriyi doğruyu... Allah doğruyu görenlerden eylesin'

-'Amin anneciğim'

Ömere öyle bir bakardı ki Nejla, ömerin içi erirdi. Bir an sanki büyü bozulurcasına Ömer herşeyini kaybetti, Ama Nejla sevmeye devam etti onu, ben senin yüreğini seviyorum derdi.
Canı sıkılmıştı Ömerin, yeğenlerine ziyarete gitmiş birkaç gün kalmış geri dönecekti. O sıra Nejla uzmanlık sınavını kazanmış Yozgata tayini çıkmıştı, çok geçmeden arabasını almıştı. Ailesinin yanına kendi arabasıyla gidecekti, Ömer amlam veremediği bir sıkıntı içerisindeyken, Nejla arayıp bu isteğini söyleyince Ömer şiddetle karşı çıktı, ama ilk defa Nejla onu dinlemedi. Bu zamana kadar bir sözünü iki etmezdi, hiç sözünden çıkmamış, bir gün olsun bile onun üzülmesini istememiş, her dediğini yapmış, hiç hayır dememişti. Ama o gün dedi. Yeğenlerinde kaldığı son gecenin akşamında haberi geldi, bir kaza olmuş, nejla yeni arabasıyla kazada hayatını kaybetmişti. Ömer haberi alır almaz bayılmıştı. Kendi elleriyle toprağa verdi, yüzükleri kendi elleriyle toprağa gömdü. 3 ay kimseyle konuşmadı. Hep sırf ailesinin yüzünü yere eğmemek için askere gittiği zamanlarda bile Nejla bir dönemlik ayrılık yaşasalarda, hayatına bir öğretmen girse de hatta evlenme haddesine kadar getirip işi son zamanda Nejla vazgeçip ona destek olduğu zamanları hatırladı en son olarak. Ömer çok sevdi, Nejla da çok sevdi ama nasip değildi ve nasipten öteye köy yoktu. Üç ay kimseyle bir kelam laf etmedi Ömer, üç ay sonra hayata döndü onu çok seven insanların sayesinde... Döndü dönmesine ama Ömer hayata tutunmaya çalışıyordu. Nejla hayatta olmasa da, artık yanında olmasa da onunla birlikte konuştukları aklına geldikçe güç buldu bu hayata karşı... Çünkü Nejla gerçekti bir yapıya sahipti, öyle üzülecek ağlayacak, sızlanacak bir kadın değildi, mert yaşamıştı hayatını, mert bir kadındı. Bunu da bir şekilde uzun uzun konuşmalarında Ömere aksettirmişti. Bir gün Ömer ona en can alıcı soruyu sormuştu.

-'Hayatım ben eğer nasip olmaz da hayatında olmazsam ne yaparsın?'

-'Ömer haliyle üzülürüm canım, ama şunu unutma gürül gürül akan bir hayat var ardımızda. Birkaç gün üzülürüm, sonra hayatıma devam ettirme yoluna bakarım, kadere inanırım birilirsin nasip değilmiş derim canım, senin için en güzel duaları ederim. Ha şu bir gerçek, seni bir daha rahatsız etmem, telefon bile etmem. Ama bana ihtiyacın olduğunda olur ya dünya hali, hele ki uzmanlık alanımla ilgiliyse elbette ettiğim hipokrat yeminine karşında yanında olur yardım etmeye çalışırım. Çünkü senin üzülecek değil, gerçekten saygı duyulacak, sevilecek bir yüreğin var. Bunu senden de beklerim ama. Sende öyle davranmalısın, ola ki ben hayatında olmazsam üzülme canım. Hayırlısı olsun diyor ya annem. En güzeli hayırlısını dilemek hayatım'.

-'Nejla seni bu yüzden çok seviyorum canım, beni tamalıyorsun gerçekçi yönünle. Allah senden bir değil binlerce kez razı olsun.'

Öyle gerçekçi konuşmalar yapıldı ki o zaman içinde gerçekten bir nevi yetiştirmişti Ömeri Nejla... Hep o konuşmaları sayesinde ayakta kaldı, kalabildi ve hayatına devam etti Ömer, elbet sevdi de, sevildi de neden sonra...

Sevdiyenin üç çocuğu oldu, dördüncüye hamileydi ve uzaklarda olsa bile, kardeşini merak etse bile kendi hayatını da idame ettirmesi devam ettimesi gerektiğinin bilincindeydi. Ama hep kardeşi aklındaydı, hele o tozlu yollarda hıçkırıklarla kapaklandığı zamanı hiç unutmadı.
Çocuklarına hep dayılarından bahsetti.

Sevgi artık kendi hayatını kurmuş, kendi ayakları üstünde durmayı öğrenmiş ve kendini yetebilen bir insandı. Bir şekilde hayatına devam ediyor ve ne güzel ki eğitimine kaldığı yerden devam ettiriyordu. Bu sıralarda Ömer bir psikologla birlikteydi, yine kendini kaptırmışçasına sevmişti hayata dönüşünden sonra, 'evet bu diyordu herhalde nasibim bu', hayaller kuruyorlar, birlikte yaşamaya devam ediyorlardı ki, o çok sevdiği kadın kadınlara olan tüm güvencini alıp götürene kadar. Annesine bahsetmişti ondan, annesi yine hayırlısını dilemişti onlar için. Ama bir gün bir telefon geldi.

-'Neden ağlıyorsun canım, hayırdır?'

-'Şimdi beni iyi dinle, senden önce hayatımda biri vardı ve ben bununla evlenmeyi düşünüyordum ama olmadı sana sekiz aydır söyleyemedim. Daha önce ben bu adama gittim. Ama şimdi yıllar sonra geri döndü.'

-'Bunda ağlayacak ne var ruhum, elbet birileri bir şeyleri kaybettiğini anlar ve bazıları da geri döner, demek ki seni kaybettiğini anlamış, seni sevdiğini anlamış ki geri dönmüş. Hayatımızda yok mu böyle anlar niceleri var. Hadi sil gözyaşlarını bakim ağlayacak bir şey yok'
-'İyi de bu adam allah rızası için görüşmek istiyor.'

-'Bak güzelim ben bitti dersem herşey bitmiştir ve asla geri dönüp bakmam. Haliyle bunun ailemin ne kadar etkili olduğunu da biliyorsun ki ben onlara hayırlı bir evlat olmaya çalışıyorum. Sen de zamanında bitti demişsin, seninle görüşmek istiyormuş, iyi güzel de yani nedir olay, sen istemedikten sonra sorun yok. Bitmiştir herşey... asalak gibi seni rahatsız etmesinin ya da peşinde koşmasının eğer ki bir zamanlar birazcık sevmişse bu insan sevdiği birini üzmekten başka bir şey yapmış olmaz değil mi. Sen buna karşı bir şeyleri bitirdin mi? Bitmiş, ne dedin peki?'

-'Tamam' dedim.

-'Gideceksin yani Nurhayat, öyle mi?'

-'Gideceğim..... Aloo.... Alooo.... Ömer, bir şeyler söyle.... Nolur, istersen küfret... İstediğini söyleyebilirsin, bak ağzımı açıp bişiy demem.'

-'Nurhayat, öyle bir şeyler yapmayacağımı sende biliyorsun. Ne elime geçer ki sen bitirdikten sonra ısrar etmem. Küfretmekle ne elime geçer. Benim için kendini kendi ellerinle bitirdin. Ne diyeyim sana Mutluluklar dilerim. Hayatında hep mutlu ol, emin ol senin içinde güzel dualar edeceğim merak etme, çünkü senin gibi bir insanı tanımak nasip oldu ama nasip değilmişiz birbirimize...'

Nasip değillerdi, yazıları farklıydı haliyle.... Sevgi bu arada kendini geliştirmek için ne gerekiyorsa yapıyor, haliyle hayat içerisinde bir sürü sıkıntı yaşıyordu. Sevdikleri sıkıntı veriyordu, çevresi sıkıntı veriyordu. Her yanında sıkıntılarla dolu olmaktan ne kendini görebiliyor ne de bir şeyleri farkedebiliyor, kendini hasta etmekten başka bir şey yapmıyordu. Ama vazgeçmiyor devam ediyordu. Bu onun en taktir edilecek yönüydü, şükrederek, ne olursa olsun kendini geliştirmeye devam etmesi.

Ömer bir şekilde, hayatını yoluna koymuş tekrar anladığı işe yeniden girişmişti. Artık evinden uzak değildi, ailesinin yüzüne bakabiliyor, hayatın ona sunduğu tüm psikolojik sınavları alnının akıyla geçmişti, yine yazmaya devam ediyordu. Kendine göre yaşadığı toplumun benimsediğini benimsemiş, toplumsal değerleri yitirmemiş ve ailesine aşkla bağlı bir evlat böylesine görülmemişti. Huzurluydu haliyle, huzur doluydu, kimileri girip çıkmış hayatına ama her hayataına giren onu yormuş, onu üzmüş olmasına rağmen sabır taşlarını eritmeyi başarmıştı. Bir kadın hayal ediyordu hayatı içinde, kendisini yormayacak, kendisini sevecek, kendisine saygı duyacak, ama en küçük bir sıkıntıda diğerlerinden farklı olacak, ağlayıp sızlayarak gözyaşlarını ona karşı kullanmayacak, osmanlı, gururlu, iffetli, nitelikli, kendini bilen ve kendi ayakları üstünde durmasını bilen bir kadın hayal ediyordu. Bu nedenle kim girerse girsin hayatına Nejladan sonra hayat sahnesinde yer alan herkese yine onları üzmemek için, en başta söylüyordu, 'Beni sahiplenmeyin ve bana bağlanmayın, belki nasip değilizdir birbirimize, yazımız bir yazılmamıştır belki, belki de hiç belli olmaz bir yazılmıştır. Bunu bilemeyiz. Zaman herşeyin en iyi ilacıdır. Bekleyip görmek lazım diye'

Hep ailesine hayırlı bir evlat olabilmenin yanında annesinin kızı gibi sahipleneceği bir nasibinin olduğunun bilinciyle, kadere inancıyla yaşadı Ömer. O nedenle kimsenin duygularıyla oynamadı, o nedenle bağlanmayın bana diyebildi tüm cesaretiyle... Ama hayat sahnesinde gerek dost, gerek sevgili olarak kime yer verdiyse hepsinin hayatlarını iyi yönde değiştirdi, öyle ki ondan ayrılanlar bile de olsa, onun hakkında bir kötü kelam etmediler, ettirmediler, dualarına onun iyi olması için dahil ettiler. Öyle de sevgileri oldu.

Nasıl olduysa bir şekilde yolları birleşti sevgi ile... Sevgi gerçekten hayatında mutlu olmayı hak eden bir insandı, ne olursa olsun çok yoğun yaşadığı hayatta o kendini korumasını bilmişti. Tanıştılar konuştular kendilerince ve görüşmeye devam ettiler bir süre... Çocuksu bir yapısı da vardı Sevginin yaşının genç olması haliyle... Sabırsızdı, sabır taşlarını eritmeyi bilmiyor, herşey olup bitsin istiyordu ama zamanla onu da öğrendi. Ömer en çok onun inançlı bir şekilde ilerlemesini taktişr etti, sevdi. Haliyle daha önceki tüm sıkıntılardan kurtulmuş kendine Ömerle tanıştıktan sonra yeni bir huzur dolu hayat kurmuştu. Ömer Sevgiye de söyledi ilk başından beri, 'Beni sahiplenme, bana bağlanma, belki nasibimsindir belki değilsindir. Ama önümüzde kocaman bir hayat var, haliyle bu yolda yürümek nasibimizse devam edilir bir şekilde nasip değilse zaten ne kadar zorlarsan zorla olmaz biliyorsun. Allah herşeyin hayırlısını versin güzelim.' Hemen hemen her görüşmelerinde bunu yinelediler, haliyle sevgi de bunun bilincinde olan bir insandı. Her seferinde gelmesini istiyordu Ömerin kendisine ama bir türlü nasip olmuyordu, çünkü hayatını idame ettirdiği işi son zamanlarda yoğunlaşmış ve kimseye bırakıp gidemiyordu yerini. Annesi babası bu seviyeye kadar getirmiş büyütmüş ama haliyle yıllar onların belini bükmüştü. Sevgi nedense ne olursa olsun nasip olmasa bile onun hayatının bir kısmına girmiş olmasından mutlu olacağını ve nasipse onunla çıkılan yollarda devam edeceğini yineliyordu sevgisiyle... Bir gün atladı arabaya İstanbula gitti Ömer... Herşey güzel bir şekilde gidiyordu haliyle ama yüzyüze görüşmek en güzeliydi. Ömer kanser olmuştu ama ailesi ona asla bu hastalığı yakıştıramadı. Bir tek Sevgi inandı ona, kimsesi de yoktu, doktorları üzülmemesi gerektiğini söylüyordu biliyordu ki üzülürse daha kötü olacaktı herşey... Ömrü daha da kısalacaktı. O nedenle üzülmemesi gerekiyordu, Sevgi ile birlikte oldukları zamanlarda haddinden fazla üzüldüğü, korktuğu zamanlar olmuştu ama artık üzmemeyi de bir zaman sonra sabır etmesini öğrendiği gibi öğrendi. Sırf Sevgi mutlu olsun diyerek onca yolu çekip hasta haliyle ona gitti. Bilirkte Sultanahmete gittiler, taksimde dolaştılar, birbirilerini tnımaya çalıştılar. Güldükleri anlarda oldu, ağladıkları zamanda, her seferinde nasipten öteye köy olmadığını belirttiler birbirlerine...

-'Şimdi ne olacağı belli değil gülüm biliyorsun, eğer nasibimsen bir şekilde olur nasıl olduğunu bile bilmeyiz. Ama değilsen bir şey engel olur, zorlamakla da nasip olmaz canım. O nedenle sen bağlanma bana, haliyle beni bu halde kabul edecek bir insan elbet yok, biliyorum. Ama en çok sevdiğin yönüm ne olursa olsun senin inancınla herşeyi başaracak olman, bu bana onur vericek, en çokta eğitimini kendi ayakların üstünde durman, kendin için tamamlamanı istiyorum. Yani ne olursa olsun ben hayatında olayım ya da olmayayım bir sosyal güvencen olsun bir sigortan olsun ki yarın bir gün hayatın ne getireceğini bilemezsin.'

-'Ömer hepsinin bilincindeyim, ne olursa olsun, hayatımda olman en azından senin gibi bir insanı tanımış olmam benim için çok güzel bir şey. Benim için en çok korktuğum şey, herşeyi bir kenara bırak o yüce insanların beni bir şekilde kabul etmemesidir. Ha dediğin gibi nasipse zaten olur, değilse bir şekilde olmaz. Olmazsa da senin yaşadıklarını, benimle paylaştıklarını düşününce haliyle zaten ben güç bulacağım.'

Bir an çok üzüldüğü anlardan biri aklına gelmişti Ömerin, bir zaman içinde kopma anına geldiklerinde 'Bu kadar mı yani' demiş, ağlamaya, sızlanmaya başlamış, kendince ya senin farklı olduğunu düşünmüştüm diye kendi kendine söylenmiş bir zaman sonra bunu Sevgiye de söylemişti. Neden sonra bir kez daha sordu Ömer.

-'Farzet ki nasip olmadı, ayrılık otobüsü geldi aldı beni senden ve nasibimize doğru yola çıktık ikimizde ne yaparsın?"

-'Üzülürüm haliyle, herkes üzülür, ama sonuçta ben senden çok şey öğrendim. Sabır taşlarını eritmesini öğrendim mesela, kadere inancım, kitabıma ve allahıma inancım zaten var hamd olsun biliyorsun. Eskiden olsa, ağlar sızlar, seni dakika başı arar, seni kaybetmemek adına bir şeyler yapardım. Ama öğrendim ki sen bunları sevmiyorsun, kadın dediğin kendi ayakları üstünde herşeye karşı durmasını bilen bir insandır diyorsun ki zamanla bunları senden öğrendim. Yerden göğe kadar da haklısın ben bunları göremiyordum ama sayende bende büyüdüm, artık bazı şeyleri görmeye başladım. Emin ol seni üzecek hiçbir harekette bulunmam. Önceden olsa çocukça saçma salak hareketler yapardım ama şimdi asla yapmam haliyle her insanda olduğu gibi benimde bir gururum var. Ama mesela gurur meselesi değil, saygı meselesi, ben sana hayatımda saygı duyduğum bir insandan daha fazla saygı duyuyorum. Ama seni her zaman kendime saklayacağım ve seni tanıyan bir insan olduğum için şükredip hayatıma bir şekilde devam edeceğim. Biliyorum ki benden beklediğin bu, benimde yapmam gereken bana düşen bu, bunun bilincindeyim canım, o nedenle asla ve asla gözün arkada olmayacak benden yana... Ben varlığına şükreder, sana dualar eder, hayatıma devam ederim ve diğerleriyle beni asla karıştırma Ömer, ben diğerleri gibi değilip, ağlayıp, sızlayarak, gözyaşlarıyla bir şeyler yapacak insan değilim emin ol. Ailen benim için de önemli, Allahım onların gönlüne göre versin. Ben bunu çok istiyorum. Haliyle seninle birlikte yol almak varsa kaderimde, alnımda, sonuna kadar da yanında olurum yoksa yaradanın sözü üstüne ne yapsak boş. Kendime ve sana yakışan şekilde davranmasını öğrendim buna emin ol. Ne olursa olsun senin üzülmeni de asla istemiyorum.'

-'Bana söz ver kendi ayakları üstünde durmayı bilen bir insan olacaksın, hayatında olmasam ya da nasip olmayıp olamasam bile eğitimini tamamlayacaksın ama bunu benim için yapma kendin için yapmanı istiyorum ve senin Çocuk gelişimi bölümünden mezup olmanı o kadar çok isterdim ki, sana öğretmenlik yakışıyor, öğretmenliğin her hali'

-'Sana söz veriyorum Ömer, tüm bu dediklerini yapacağım. Sözüm de sözdür bilirsin.'
-'Ben sana yürekten inanıyorum.'

Böylesine bir cevap almak onu öylesine şaşırtmıştı ki, gerçekten hayret etti. Herşey bir rüya gibiydi haliyle bir aradayken, birlikte alışveriş yaptılar, hatta Sevgi hediye bile aldı, güldüler eğlendiler, birbirlerini tanımaya çalıştılar bir şekilde ama ikisi de birbirinin nasibi olup olmadığından emin değillerdiler. Vakit ayrılık vaktiydi, haliyle işine geri dönmesi gerekiyordu, emaneten bırakıp gelmişti, hayatın gerçekleri vardı devam etmeyi bekleyen. Ne olacağını, nasıl olacağını hiçbir şekilde bilmiyorlardı. Ve şu bir gerçekti ayrılıklar yaşanacaksa beklemezdi.

Yorgun hissediyordu kendini, güçsüz hissediyordu nedense, yol boyunca da öyle hissetti. Gözleri yola daldı gitti. Ve sonunda vardı otobüs... Önce dükkana uğradı Ömer, onun olmadığı zamanlarda neler olup olmadığına eksikliklerine baktı, teşekkür etti gönül dostuna.... Hayatta güvenebildiği tek arkadaşıydı Nihat. Emaneti teslim aldı, yorgun hissediyordu dükkanı kapattı ve evine gitti. Evine giderken annesini aramış, evin bir eksiği olup olmadığını öğrenmiş az sonra geleceğini belirtmişti. Annesi heyecanla yollarını gözlüyordu oğlunun, sağ salim gelmiş olmasından dolayı mutluydu. Sıkıldığını anladığı için kafası dağılır diyerek gittiği yolculuğun nasıl geçtiğini öğrenmek istedi. Bu zaman dek hiçbir ayrıntıyı annesinden gizlememişti Ömer. Sevginin ona aldıklarına baktı önce, zevkliymiş dedi. Sonra bir hediye yolladığını söyledi Ömer ona baktı. Sonra oturup ana oğul uzun uzun konuşmaya başladılar. Bu zamana dek hayatındaki hiçbir ayrıntıyı gizlememişti kendisine emek veren insanlardan. Konuştukça gözleri fal taşı gibi açıldı kadının ve elinde tuttuğu hediyeyi bıraktı.

-'Hayır, ben bunu kabul edemem, hayır. Benim başıma iş mi alacaksın. Ele güne laf mı ettireceksin. Sakın baban duymasın zaten kalp hastası, ölür valla, sakın böyle bir şekilde karşısına çıkma. Israr edersen, bağrımıza taş basarız, senin mutlu olman için uğraşıyoruz, herşey tamam ama ben bu şekilde bunu kabul edemem.'

-'Anne, o diğer kızlar gibi asalak tiplerden değil, herşeyin bilincinde, ben sizden bu zaman dek hiçbir şey gizlemedim biliyorsun. Herşey açık, aleni ortada yani...'

-'Eğer ki bizi bu şekilde üzeceksen, biz böyle bir evlat yetiştirmiş olamayız, hakkımı da asla ve asla helal etmem hatta sana oğlum bile demem. Nasıl olur ya, kabul bile edemiyorum. Bu hediyeyi de kabul edemem. Sakın bahsini bile açma.Bak oğlum biz sana sevgimizi verdik, bu hale getirdik, gözümüzden bile sakındık, ataların istemediği bir şeyden asla hayır gelmez ne olursa olsun. Asla hayır bulamazsın ömür boyunca.... Hele ki baban böyle bir şeyi lafını bile istemez ki böyle bir şey gözüm açıkken bana nasip olmasın.'

-'O sizin üzülmenizi bile istemez emin olun.'

-'Hayır oğlum, ha sen kötü bilme beni de, yanlışta anlama ama olmaz. Nasip değil. Nasip değil Ömerim. Nasipten öteye köy yok. İlle de isterim dersen evladım. Lütfen çık git hayatımızdan, bizde senin adını anmayalım bir daha... Git ne yaparsan yap ama annem, babam var deme, olmayız da. Bizim tek varlığımızız ama bizim istediğimiz şekilde, bizim söylediğimizi atan olarak yapmayacaksan hayır oğlum, ben senin gibi bir evladım yok derim.'
O gece kadın hiç uyuyamadı, ilk kez gecenin on ikisinde çay demledi hayatında ilk kez. Uyuyamadığını belirtti. O gece tansiyonu çıktı ve hayatını kaybetti. Ömer babasıyla kalakalmıştı. Kader böyle yazılmıştı.

Ömer o günden sonra yüreğindeki allah inancına sarılıp, kaderine boyun eğdi. Sevgi asla kötü bir söz söylemedi, kendine sakladı herşeyi, ikisi de hayatına devam ettiler. Sevgi önce eğitimini tamamladı, Üniversiteyi okudu, Çocuk gelişimi bölümünden mezun oldu. Ömer kendini bilime verdi, sınavlara hazırlandı, tekrar denedi. Üniversitede hoca oldu. Sevgi çocuk gelişimi bölümünden mezun olduktan sonra, bir süre kreşlerde çalıştı. Daha sonra sınavlara girip, Ankaraya atandı ve kendi ayakları üzerinde yılmadan durdu. Ömer bilimsel çalışmalara verdi kendini ve kimsesiz çocukların sevdiği bir baba oldu. Bir vakıf kurarak bir sürü kimsesiz çocuğu okuttu. Eline bir kitap aldı Sevgi, Yazarı Ömer Nasib'in bir kitabıydı, okurken kocaman gülümsedi, şükretti ve hayatında tanıdığı bir insanın bir zamanlar bahsettiği hayallere kavuşmasından dolayı mutlu oldu. Yıllar sonra Ömer vakıfa geldiğinde, bir çocuğun elindeki çocuk gelişimi kitabını görünce ona doğru yöneldi.

-'Oğlum, bu kitap yaşına göre ağır değil mi senin? Şimdiden psikolojiye sarmışsın. Kendine göre bir şeyler okusan daha güzel, daha yararlı olmaz mı canım'
- 'Ömer baba, ben bu ablanın bütün hikayelerini okudum, çok güzel yazıyor, harika hem o kadar seviyorum ki onun yazdıklarını okumak bana mutluluk veriyor. Çocukları çok iyi anlıyor. Sanki olmayan annem gibi...'

Bu yüreğini acıtmıştı ömerin ama çocuğun gözlerindeki mutluluğu görünce acısını unutuverdi.
-'Peki, kimmiş bu merak ettim yahu.'
-'Ömer baba, sen daha okumadın mı yoksa bu kitapları, aaaaaaa çok ayıp yaaaaa! Sevgi Kader ablanın bunlar'

Ömer kitabı aldı eline, kitaba baktı, 'Çocukları Anlamak Bir sanattır' yazarı Sevgi Kader.... Ömer yıllar sonra gözleri gururla dolarak kocaman gülümsedi. 'Helal olsun Sevgi, nasipten öteye köy yoktur, nasip değilmiş bir şeyler ama helal olsun ki böylesine mutlu ettin gururlandırdın beni yıllar sonra, desene başardık.'

-'Ömer baba, neyi başardın? Büyüyünce bende senin gibi olucam, bi de Sevgi ablam gibi kitap yazıcam. Çocuklar beni çok sevicek, örtmen olucam bende onun gibi herkese sevmeyi öğretecem.'

-'Afferin oğlum, iyi insanları örnek alırsan her zaman başarılı ve iyi biri olursun. Bende ömrüm olduğunca senin onun gibi olabilmen için elimden geleni yapıcam evlat.'

-'Ömer baba, hayırlısı olsun, nasipse olur değil mi?"

-'Nasipten öteye köy yoktur çok bilmiş, nasipse olur elbette değilse olmaz evladım. Ne yapsan da olmaz.'

22 Kasım 2009 29-30 dakika 49 denemesi var.
Yorumlar