Nazım'ın Hikmeti 1
Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.
Dünyayı seven,ağacı toprağı,insanlığı seven, devrimci şiirlerin baş komutanı ve sırf bu uğurda vatanından olan bir adam; karşınızda: ''Nazım Hikmet Ran''
Peki bu adam dünyayı,insanları ve vatanı sevmek adına başka ne yaptı? neler yaşadı? neler yaşattılar ona. Nazım'ın hikmeti neydi?
20 Kasım 1901'de Selanik'te doğdu; ancak aile çevresinde 40 gün için bir yaş büyük görünmesin diye bu tarih, kendisinin de sonradan benimseyeceği gibi, 15 Ocak 1902 olarak anıldı. Baba tarafından dedesi Nazım Paşa, Mevlevi tarikatından, valilik yapmış, özgürlükçü ve şairliği olan bir kişiydi. Zaten bir tarafının şiire vuruşu da buradan geliyor olsa gerek. Ressam olan ailesinden de Fransız klasiklerini almıştı Nazım.
Yıkılmakta olan bir imparatorluğun çocuğu Nazım, vatanına olan sevgisi daha onu çocukluk yaşlarında yakalıyor, Şöyle bir çocuk düşünelim dönemin Osmanlı İmparatorluğu Balkan savaşını kaybetmiş.... ve daha on bir yaşındaki bu çocuk; ''Feryad-ı Vatan şiir yazıyor, satırlar aynen şöyle;
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
Kayıplar her zaman ki büyük. Dayısı ressam, şair Mehmet Ali gönüllü olarak Balkan Harbi'ne gitmiş, ardından Çanakkale'ye geçmiş, orada yiğitçe çarpışarak şehit düşmüştür. Henüz 13 yaşında olan Nazım Bu şehadet mertebesinden çok etkilenir ve mısralara ''Şehit Dayıma'' adlı şiir dökülür o çocuktan;
Dayım dayım, oydu büyük kahraman / Benim ulu Türk göğsümü / İşte oydu kabartan.” ''Bana büyük kahramanlık eserleri gösteren / Bana âli fedakârlık dersleri hep veren / Vatan için feda-yi can etmenin / Usulünü öğreten / Millet için ölmenin / Büyüklüğünü telkin eden…”
Aynı yıl Kız kardeşi Samiye'nin kedisine de şu dörtükleri yazar;
...
Severken aldatıp birden kaçardı
Okşarken apansız pençe açardı
Onda bir kadının gururu vardı
Sürmeli gözlerinden riya akardı.
Osmanlı siyaset adamı ve asker, İkinci Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin üç liderinden biri olan Cemal Paşa Nazım'ın ''Bir Bahriyelinin Ardından'' şiirinden oldukça etkilenir ve onun denizci olmasını çok arzular. Nazım Cemal Paşa'nın o güzel mektubu ile ''Harbiye Mektebine'' gider. Lise son sınıftadır Nazım ve güverte subayı olarak çok soğuk bir gece nöbetinde zatürreye tutulmaktadır. Ve o sebepten deniz subayı olacak sağlık durumuna kavuşamamaktadır. '' Sen askerlik yapamazsın'' ! derler Nazım' ve çürüğe ayrılır.... Askeriye öyküsü de bittikten sonra, kendini artık tamamen şiire verir bu güzel adam...
Ve o tehlikeli yıl; 1921... yurdumuz tamamen işgal altında! Nazım ise daha 19 yaşında. Beyoğlu'nda Ağa camisine bir Yunan bayrağının çekili olduğunu görür Nazım! deliye dönmüştür kan beynine sıçrar! Devriyeleri yakalanmadan çatıya kadar tırmanır yırtar bayrağı! ve hemen ardından da Ağa cami şiirini yazar;
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım...
Onun bu ateşi onu da yakmakta ve dönemin kötü durumuna ilişkin Milli Mücadeleye katılmak istediğini o güzel yüreğinden geçirir! Mustafa Kemale silah ve cephane kaçıran gizli bir birlik ile görüşür, ve Sirkeci rıhtımından küçük bir vapur ile Gelibolu'ya doğru yol alır....Şehit dayısı için siphere koşamayacak kadar çocuk olan Nazım, şimdi Mustafa Kemale koşacak kadar büyüktür!
İstanbul'da denizin dibinde,
Kefalden,uskumrudan,torikten çok, deniz altı kaynaması umurumda değil!
Anadolu'ya gidiyorum... Mustafa Kemal Paşa'ya !
Nazım da Mustafa Kemal gibi bir Selanikli .Mustafa Kemal halkı milli mücadeleye çağıran beyit ve yazılar için Nazım'ı ve arkadaşlarını görevlendirir. Onlardan gayeli şiirler yazmlarını ister! Ve milli mücadelenin kılıçtan o keskin kalemi Nazım'ın elindedir...
Ve kurtuluş savaşımızın en büyük destanını yazar;
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim...
Ve Nazım Hikmet artık Türkçe hocası olarak Bolu'ya atanır. O artık bir eğitmen,o artık bir öğreticidir... Daha sonrasında Moskova'ya giderek iktisat ve siyasal bilimler okur Nazım. Ve bu arada devrimin ilk yıllarını da tanımış olur...
Ve 1924'de yurduna ana vatanına ''Türkiye'ye'' geri döner. Hepimizin bildiği gibi Nazım'ın bir davası var, tutku ile bağlandığı bir dava! . Fikirlerini açıkça belli eden ve bunu söylemekten de hiç çekinmeyen bir adam!
Sen yanmazsan,ben yanmazsam, biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa der!
Nazım Hikmet şiirleri ve yazıları yüzünden de defalarca yargılanmıştır.
...
Yüepiniz gölgelenmesin şair vefakarane dizeler okuduk kutluyorum sizi
Sağlıcakla
Arkadaş ne güzel anlatmışsın böyle. Su gibi akıp gitti... Belgesel tadında ama şiirimsi...Bilmeyenler, tanımayanlar ya da kaçması,vatan haini ilan edilmesi gibi belli noktalar üzerinden yarım yamalak tanıdığımız üstadı enine boyuna anlatmaya cesaret etmeni, emeğini, yüreğini saygıyla selamlıyorum dostum. İyi ki varsın. Merakla bekleyeceğim devamını.
devamı gelmeli çok güzelbir özet...
Yürekten kutluyorum .
Nazım yüreği gibi büyük şair iyi ki geldi geçti bu dünyadan iyi ki tanıdık okuduk teşekkürler Uğur bey