Ne Duamsın Ne Bedduam
Kalabalık etmiyorum artık yüreğine çıkan yollarda,
Mesela arkandan dua diye tanımladığım beddualarımı savurmuyorum gökyüzüne, kalabalık etmiyorum hiçbir şekilde uzağında bile olsa...
Tek başıma yürüyorum,
Tek başıma ağlıyorum,
Tek başıma koşuyorum...
Tek başımalığımı defalarca zikrediyorum içimden kendi kendime bir fısıltıyla, sadece Allah ile aramda. Ardından bakıyorum sadece gökyüzüne fırlattığım beddualarımın nereye ulaştığına bakıyorum. Belki yerine ulaşır, yok yok ulaşmasın. Yine de bir şey olmasın Sana.
Yüreğimi ikiye bölmüştüm, sokaktaki tinerci çocuklarının paylaştığı ekmekleri gibi, tek yiyecekleri gibi, kirli elleriyle bölüşmeleri gibi bölüşmüştüm seninle yüreğimi, kirli ellerine kirli olmayan yüreğimi bölüp vermiştim, ellerinin kirini göremeden, kirliliğine kapadığım gözlerimi gözlerine dikerek. Yüreğimin kirleneceğine hiç ihtimal vermeden...
Yüreğim kirli ellerine düşünce kirlendi,
Sen onu ellerinde tutamayacak kadar da korkaktın
Ve ellerinden yere düşürdün
Şimdi daha da kirlendi !
Gıdım gıdım olan sevdaların arasın da amma da cömertti sevdamız, bol yürekten atıp, tutuyorduk, sonraları hep atmaya başladık, tutamadık... Attıklarımız başkalarının yüreklerine denk geldi, havadayken bize düşmedi üç elma. Hep başkalarına düştü, başkaları yedi... Kerevetine de onlar erdi, bize elmaların çekirdekleri ve sapı kaldı...
Her sabah pişmanlıklara uyanıyoruz ayrı ayrı pişmanlıklarımız var. Seninle uyuyamamanın verdiği pişmanlıkla kıvranıyorum, Sancılarımın ağrıya dönüştüğü yerdeyim, geçmeyecek gibi geliyor, hep pişman uyanacağım gibi hissediyorum...
Bardaktaki soğuyan çayın bardakla olan arkadaşlığı kadar yalnızlığım... İki yakamın bir araya gelmeyişi kadar Sensizliğim... Her yalnızlıkla başlayan cümlelerin arkasından Sensizliğimi getirmem bu yüzdendir hep. Yalnızlığımla Sensizliğimi birleştirip yalnız kalmamaya çalışıyorum...
'Sensiz'liğimi tırnak işaretinin içinde saklıyorum hep. Herkes görsün ama bilemesin tırnak işaretimin içi dolu, yalnızlığım ise; önemsenmeyecek kadar, küçük harflerle yazılı, baş harfi bile küçük...
Sensizliğime çok şey yapıyorum, hiçbir şey olmuyor... Mesela sen olmadığın için su içerken bardağımı iki elimle tutuyorum. Cam kırıkları ayaklarıma batmasın diye, olmayışına güvenmiyorum artık.
Gölgemi bıraktım bulutlara, şekillere benzettiğim bulutlarla birlikte gökyüzünde gölgem, ellerime bazen bir kuş konuyor, bazen bir kedi kucağımda, bazen omzumda bir papağan, durmadan içimdeki sesleri tekrarlıyor, gölgem bile ayrı kendimden. Ben artık gölgeme bile güvenmiyorum...
Hep soğuk taşlara oturuyorum,
Buz tutuyor yüreğim,
Gölgem uyuyor,
Ben uyanıyorum.
Çok şey yapıyordum önceleri, Seni unutmak için, ama hiçbir şey olmuyordu. Ben de artık hiçbir şey yapmıyorum, çünkü unutmaya bile çalışmak aslında hep hatırlamak. Yüreğime artık kendim için iyi bakıyorum ve ayna'ya senin açından değil, kendi açımdan bakıyorum. Senin gözlerini çoktan iade ettim, bendeki gözlerini bendeki her şeyinle birlikte attım...
Yokluğunun ardından saymıyorum günleri, belki de çok olmuştur, hatırlamıyorum, ne zaman gittiğini. Her biri birbirine benzeyen günlerin peşine takıldım, gidiyorum, bir bilinirden bilinmeze. Aşinayım artık senden sonra tüm olacaklara, saatleri sayarken sensizliğimin şimdi biriken günleri sayamıyorum. Ne dilim yetişiyor, ne de boyum... Hep az kalıyorum hep yetemiyorum.
Sen de belki sıcak yürek ülkelerini seviyordun, soğuyunca hava gittin, sıcak yüreklere. Her giden aynı yoldan gitti, her biten aynı bitti. Hepsinin yolu bir yerde birleşti biliyorum, çünkü hepsi aynı uçurumdan atılıyor yok olan yaşama...
Kokumu bırakmıyorum artık sağa ? sola. Bir tek kendi odamda kalıyor kokularım. En çok yanık kokusu sarıyor yorganımı, en çok yastığım yanıyor, en çok yatağım kanıyor... Hiçbir yanık ısıtamıyor beni.
Tek kişilik dünyama,
Tek kişilik acılar kattım...
Tek kişilik şarkılar söyledim
Düet yapmadım aşkta...
Yine bir şarkı dudaklarımda; " Artık ne duamsın ne de bedduam"...
(Otuz Mart İki Bin On İki - 12:00)