Nevruzname
Kuzey Yarım Küre'nin nasıl feryadı ki meçhul suskunluk, yaratılış katresinde boğuluyor. 'Tevrat doğru diyor' diyorum. Her şeye rağmen bir şeyleri irdeleyen bakışıyla süzüldükçe süzülüyor kartallar...
Hani olur ya, değişir zaman, değişir ülke sınırları, bu kubbede baki kalanlardan bir şey.
Adı nevruz. Nevruz Bayramı. Ayet gibi kutsal adı var.
Kuyudan su çekildi çekileli, kaç millete tanıklık etmiş tavırlarıyla, gökte amansız uçan polenleriyle, başlar ilkbahar. Tabiatın canlılık kâtipliğini, yeşil mürekkebiyle anlatır nevruz. Yaşayışa apayrı tanıklık, insana, doğada başlayıp doğada biten tanışıklık, bilinçaltında kardeşlik türküleriyle dolar kültür damarlarına. Kâinatın teninde patlayan bu intibah ekinoks günlerinin en acımasız tarafını bertaraf eder üstelik. Öfkenin dişlileri durgunlaşır. Yaratılışın haykırışı semadadır.
Ne garip değil mi? Hikmetler dolusu bir mevsim. Kurdelesini Tanrı'nın kestiği mavi temel atılış...
Ben kefilim, cemrelerde nefes alır, Afgan olsun, Kırgız olsun, Acem olsun, Türk olsun. Yeşilin belkemiğidir, gün doğumlarında Noel'e inat! Biz insanlar yine dostça yakarışta bekleriz, hoyrat - sütliman yaşıyoruz. Noel'e inat nevruz, diyoruz!
Türk kültürünün soluklandığı coğrafyalarda Nevruz çok başka... Gül niye solar? Nevruz'a sürprizdir gülün soluşu ve filizleneceği zamanı bu mevsimle izdivaç etmesi.
Meşhurdur Toros Türkmenleri'nin -mart ipliğiyle- ağaçlara bağlanan çaputları. Saklıdır Gaziantep'teki -esmer sultanın- eteklerinde ve belki kanatlarında, bilinmedik yüzlerin dilekleri. Kim bilir bu günlerde yaratılmıştır dünya, ezel şarkısı olup dilden dile nevruz... Karaya ayak basan Nuh'un kazanında ilk insanın hatırası mı bulunmuş. Kim bilir? Bilen bilir Malatya'nın köylerindeki 'kış bitti' günlerini. Ağrı'daki mahfuz kulakların Aladağ Yayla'sı yankılarını... Giresun'da 'Mart Bozumu' banyolarını... Edirne'deki emekli hasırların devrimini... Ancak bilen bilir.
En çekingenin gözlerinde ümidin elzem oluşu, hayretin meftunluğa seyahati... Paros mermerine tutunmuş kavakların hışırtısı, yok tufanı olmadı hortumu. Yüz sütunlu salon utanır görse sofrada 's' harfiyle başlayan yemekleri. Bereketin kabukları soyulur iptida. Zira Homeros'un cerbezesine benzemez asla. Riyakâr dava değildir bu. Aynaya bakıp bu ben miyim? Aynadaki bensem bende olan kim diye yargılamaya benzemez.
Merak etmiyorum bile Büyük Darius'a ikram olmuş yiyeceklerin samimiyet kıvamını. Beni ilgilendiren yüzlerde tomurcuklanmış tebessüm... Yanık tarafıyla mehtap samanını andıran sümelek... Çünkü birisi düşünüyor kâinatta ne olup ne bittiğini. Yanağı şafağa dayanmış duruşuyla, demirlerin eritilişini bir başka gözle anlatan, kültürü bu çerçevede okşayan hayat demini. Sonra Melikşah'ın dudakları arasında fermanlar dolusu heyecan oluyor kahve çekirdeği gözleri.
Attila İlhan da bunu kastediyor zaten. Şenliğin dağılmasıyla bozuluyor, yalnızlık çarpıntısı yürekte, yani şair kalemde. İptida bitmez sanılan yargılar, düştüğünde buzlu kâğıt duvarlarına, dolaşıyor ayakları kalemin, başlıyor o kurşun soğuk havalar. Sezai Karakoç'un gönül sofrasına da yansıyor. Gülle başlanıyor şiirlere. Henüz sürgünlüğü başlamamış yarınların oksijen tılsımlı zamanlarında. Diyelim ki okyanus toprağını öpen siluet biz olsak. Kayaları tokatlayan dalgalar alnımızın akı olurdu.
Önceleri Divan-u Lügatit Türk'e konuk olmuş, remizleri gül kurutulan sahifelerde fışkın, Celal-i mecaline sanık takvimlerde, humussuz Himalaya'nın o aşk kokan ikliminde, serin, sessiz yaşıyor nevruz...
Dolayısıyla biz de içimizde yaşıyoruz...
Noel'e inat!
22.12.2009 - Çarşamba
"Noel"e inat olarak vurgulanması şart mıdır, değil midir, tartışılabilir ve çoğunluk da şart sayabilir ama "NEVRUZ"un bu denli etkileyici anlatımına ilk kez tanık olduğumdan eminim. Kanımca bu bir deneme değil, belki de hiç deneme yapılmadan, içtenlikle doğurulmuş bir sanat. Yürekten kutluyorum.
Muhteşemdi. Böylesine doyumsuz bir başka Nevruz yazısı daha olur muydu bilmiyorum. Türk'ün köklerine kadar işlemiş bu bayramı millileştirmek adına sunulacak bir teklif olsa o teklife iliştirilebilecek nadide bir eser olurdu eminim.
Hem tarihsel bilgi hem içeriğindeki ulusal kültür değeri açısından hem de edebi olarak şık bir yazıydı.
Kutlarım sevgili Mücahid. En içtenliğimle...