Niçin tek gün?
Mart ayına girildi mi beklemeye başlarım ayın 18'ini. Bir hüzün kaplar içimi. Düşünceler denizinde bulurum kendimi. Düşünürüm, düşünürüm, düşünürüm... İlahî aşkla yanıp tutuşan, peygamber özlemiyle yetiştirilen, şehadeti dilinden düşürmeyen bir ecdâd... Ve bizler işte bu ecdâdın torunlarıyız. Fakat her nedense bütün bunlar yalnızca yılın belirli zamanlarında aklımıza gelir.
Kahramanca savunulan bir cephe, istiklâl uğrunda canlarını fedâ eden yiğitler, hepsi birbirinden hüzünlü hayat hikayeleri, dünyaya ders verdiğimiz unutulması imkânsız bir harp... Ne acıdır ki tüm bunları 18 Mart'ta tekrar hatırlamak üzere unutup gideriz.
Allah'ın izniyle 270 kiloluk mermiyi kaldıran Seyit Onbaşı'yı, anasının Allah'a kurban ettiği Kınalı Hasan'ı, omuz omuza savaşan Ahmetleri, Mehmetleri.. bilmeyenimiz yoktur. Onları minnetle anar, kahramanlıklarıyla övünürüz. Övünürüz de, bizler için hayatlarının baharını Allah yolunda cihad etmek ve şehid olmak için fedâ eden atalarımızın hakkını vermiş miyizdir acaba? Boş işler peşinde koşarken, medeniyetimizi, özümüzü unutturmaya çalışanlara kanarken, çağdaşlaşma adı altında başka inanışlara kayarken hiç mi aklımıza gelmez Çanakkale? Tarihi olmayan devletler uydurmalarla gençlerini şevke getirirken, biz neden böyle olalım? Olmayalım elbet.
Elimizden geldiğince tarihimizi öğrenmeye, tarihimize layık bir nesil olmaya gayret edelim. Geçmişimizi bildiğimiz ölçüde geleceğimizi aydınlatacağımızı bilelim ve ona göre davranalım. Aynaya baktığımız zaman şanlı tarihimizin kalıntılarını görebiliyorsak, kahraman atalarımızın torunu olduğumuzu aklımıza getirebiliyorsak eğer, ne mutlu bize ki amacımıza ulaşmışız.