Öğre(n)(t)menin Gizemli Derinliği
Öğretmenlik geçmişimin, özellikle de son yıllarında öylesine ilginç anıları var ki neresinden başlayıp anlatsam diye düşünürüm hep.
Her eğitim öğretim yılının sonunda tam da notları yönetime verdikten sonra öğrencilerimden bir isteğim olurdu. Onlardan kendim için kısa bir eleştiri yazısı isterdim, adlarını yazmamak koşulu ile benim için düşündüklerini yazıya dökmelerini ve onların düşüncelerinden yararlanarak kendi yanlışlarımı düzeltmek için bana yol göstermelerini, bir sonraki yılda kendimi daha ileriye taşımak adına bunun çok yararlı olacağını söylerdim. Daha da öte, bu yazılanları bir torbada karıştırdıktan sonra, bir sonraki yılda yeni girdiğim sınıflarda beni tanımaları açısından bir kısmını öğrencilerime okuturdum.
Uygulamanın öylesine çok yararı oldu ki bana, hem öğretmenlik yaşamımda hem de sonrasında. Ne zaman bir çocuk ya da genç görsem karşımda hem ondan yeni bir şeyler sorup öğrenme ve hem de ona soru sorma alışkanlığı kazanması yolunda yararlı bir örnek olmaya çalışırım. Yalnızca çocuk ve gençlere mi, hayır. Tanıdığım ya da tanımadığım herkese. Bildiğim bir konuda bana soru soranlarla da bildiklerimi açıkça paylaşırım. Bildiklerimi kendime saklamanın, başkalarını kıskanmanın bana ne yararı olur ki ! Bilgi paylaşıldıkça çoğalır sözünün ardındayım bu nedenle.
Birçok meslektaşımın öğrencilerinin kendilerine soru sormasından korktuğunu, bundan hiç hoşlanmadığını söylemem sanırım ilginç gelmiyordur size, hele de konu matematik ise. Bense dersine girdiğim tüm sınıflarda öncelikle bu konuyu konuşur ve istedikleri her soruyu bana sorabileceklerini söylerdim öğrencilerime. Matematik öğretmeni olduğumu, konunun en büyük uzmanı bile olsam bunun her şeyi biliyor anlamı taşımayacağını daha ilk günden anlatırdım kendilerine. Eğer sorulan sorunun karşılığını biliyorsam hemen anlatacağımı, bilmiyorsam en kısa zamanda öğrenip kendilerine anlatmayı görev bileceğimi söylerdim, öğretmenliğin ilk ve en önemli koşulu bence buydu. Böylelikle daha yolun başında iyi bir bağ kurarak öğrencilerimle güzel bir başlangıç yapardık çoğu kez.
Soru sorduğu için öğretmeninden dayak yiyen bir öğrenci düşünebilir misiniz siz ? O öğrencilerimden biri bu satırları görürse eğer ve yazımın yanına da yorum yazarsa şaşırmayınız.
' Kolay mı bana soru sormak ! ' diyen bir öğretmen tanıdınız mı siz hiç ? Hem de matematik öğretmeni !
Şaka yapıyor olmayı ne çok isterdim şu an. Konu ne zaman aklıma gelse içimin bir yerlerinde derin bir acı oluşuyor, nefes almakta zorlanıyorum. Belki de bu nedenledir ki eğitimci gömleğimi hiç çıkaramıyorum sırtımdan.
Öğren(t)menin gizemli ve dayanılmaz bir derinliği vardır her zaman ; öğrenince de mutlu olur insan öğretince de. Katılırsınız ya da katılmazsınız ama ben böyle düşünüyorum, belki de öğretmenlik mesleğinden olmam buna neden. Kişiler arasında insanın doğası gereği bir yarışma vardır, bunu yadsımak olası değil. Ne var ki birinin sırtına binip de onu ezerek geçmek benim düşüncelerime ters.
Saygı ve hoşgörü içinde yapılan bir yarış daha insancıl gelmiyor mu sizlere de ?
Düşünsenize biri size yol soruyor, bilmenize karşın söylemiyorsunuz, yalnızca bu nedenle o kişi zarar görüyor gözünüzün önünde. İçinizde bir yerleriniz acımaz mı o zaman ? O gece ya da sonrasında bu olayı anımsadıkça uykularınız kaçmaz mı sizin ?
Çok yaşayan değil çok gezen biliyordu önceleri, çok gezmenin de bir bedeli vardı. Şimdi de öyle mi sizce ?
Gezenlerin, inceleyenlerin görüntüleri çok daha eğitici ve öğretici değil mi ? Oturduğunuz yerden, hiç yorulmadan ve de çok okumanıza gerek kalmaksızın yalnızca izleyerek öğrenmek. Üstelik değişik bakış açılarıyla size sunulan örneklerden karşılaştırmalı olarak.
Ne dersiniz ? Çok daha kolay değil mi günümüzde bilgiye ulaşmak, öğrenmek.
Öylesine baş döndürücü bir ilerleme var ki yetişebilene aşk olsun.
Tam da böylesine bir evrende bilgiden uzak kalmak, öğren(t)meye yanaşmamak, sormamak, öğrenmemek, hiç durmaksızın anlamsızca konuşmak...
İçi boş konuları bol bol tartışarak zaman öldürmenin kime ne yararı var acaba ?
Hele bir de dağarcığını kapalı tutanlar var, öğrenmesi gerekli bir bilgiyi öğrenmemek için direnenler, en çok da onlara şaşıyor insan. Işık yakıyorsunuz önlerini görmeleri için, karanlık bize yeter diye bağırıyorlar .
En gerçek yol göstericinin ilim olduğunu söyleyen Mustafa Kemal ATATÜRK değil midir ki doğruyu söylemekten korkmayınız diyen, bilim gerçeği bilmektir diyen.
Böylesine bir büyük insan, sözleriyle ve yaptıklarıyla üstelik bizim gibi bir toplum için şans değil de nedir ?
Dönemeçlerinizde sizi aydınlatan ışıklarınızın bol olması dileğimle, sağlıkla, aşkla...