Öğretmenliğin Doğuşu
Yaratılıştan bu yana, insanoğlu her zaman bir öğrenme ve sorgulama arayışına sahip olmuştur. Zira yaradılışındaki amaç öğrenme yahut bilme merakı üzerine kurulmuş bir yol gibi önüne serpilmiştir. Öyle ki kadim zamanların filozofları ve ünlü düşünürler de belli başlı soruların cevaplarını arayıp durmuşlardır. Bu çabalar insanlık tarihi boyunca hız kesmeden devam etmeye yüz tutmuştur. Öğrenme arzusu ile birlikte bunun yanı sıra bildiklerini öğretme ve aktarma özellikleri de gelişmiştir. Bunun sonucunda öğretim ve öğrenme gibi iki kavram ortaya çıkmıştır.
İnsanların atası olarak kabul edilen Âdem Peygamber, yaratıldığı andan itibaren, kendisinden sonra gelecek olan neslin ilk öğreteni yani öğretmeni olarak büyük bir görev üstlenmiştir. Yaradılışında hem öğrenme hem de öğretme gibi duygular hâkimdi. Ancak özellikle yaratıcısının ona öğrettikleriyle birtakım bilgilere ulaşmış ve öğrenmiştir. Yani öğretmenlik görevi ona hem yaratılışın bir manası olarak yüklenmiş hem de bununla birlikte daha fazla bilginin öğrenilmesi gerektiğinin farkına varmıştır. Ancak bu farkındalık hem bir yandan lütuf iken diğer yandan ise yasaklanan ağacın meyvesi gibi temkinli olunmasının gerekliliğini de gösteriyordu. Çünkü bilgi hem büyük bir güç iken hem de büyük bir sorumluluğun göstergesiydi. Zira kendisinden önce yaratılan ve Tanrısal bilgilerle donatılan ve hatta yüksek mertebelerde yer alan meleklere dahi öğretici konuma gelen İblisin bu büyük bilgiler ışığında nasıl bir kibre düştüğünü yaratıldığı andan itibaren görmüş ve anlamıştı. Kendisine yüklenen öğretici vasfının ne ölçüde lütuf ve ne ölçüde elzem olduğunu Yaratıcısının kendisine gösterdiği ve bildirdiği kadarıyla öğrenebilmiştir. Ayrıca öğretmen ölçütünde nelere dikkat etmesi gerektiğini de fark etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu bilgiyle hareket ederken kendisinden sonra gelen her insan bir bilgi açlığında yahut bilgi yokluğunda ya mahsur olmuş ya da yoksun kalmıştır.
İşte insanlar tarih boyunca bu şekilde ilerlemiş ve zamanla sahip olduğu birçok duygu körelmeye yahut İblisin düştüğü hataya yer vererek çeşitli duygulara ve hedeflere yönelip sahip olmaya başlamıştır. Öğrendiği bilgiyi ya kendi çıkarları uğruna kullanır hale gelmiş ya da öğretme yolunda yanlış adımlar atarak öğrenme yolunda olan kişileri yoldan saptırma girişiminde bulunmuştur. Durumlar bu şekilde değişim gösterdiğinden, roller de değişikliğe uğramış ve zamanla yer alan bu şekil, sonuç olarak şöyle bir yargıya maruz kalmıştır: 'Öğretmen olmak neydi yahut Öğretmen olmanın gerekliliği, yeterlilik ölçütü nelerdi? Öğretmen olunur mu yoksa doğulur mu?'. Aslında bu yargıya, bu soruya verilebilecek en büyük cevap her ikisinin de birbirinden hiçbir zaman ayrılamayacak büyük bir ikili olduğudur. Şöyle ki her birey aslında bir öğretmendir. Bizler her ortamda, her mekânda ve statüde insanlardan bir şeyler öğreniriz ve bize ışık olup yol gösterici olurlar. Bununla birlikte öğretme aşamasında anlatım düzeyi, kavrayıcı sözler ve kişiyi buna inandırabilme, aktarma gücü, vb. gibi özelliklerin az olması ya da hiç olmaması durumunda ise öğrenmenin gerçekleşememesi gibi bir olay da hâkimdir. Herkes bir şeyler anlatabilir, herkes birtakım konularda bilgi sahibi olup bunu kimi insanlara öğretmeye kalkışabilir. Fakat herkes olması gereken ölçütlere sahip yeterlilikte öğretmen olamaz. Çünkü iyi bir öğretmen; hem çok iyi aktarım gücüne sahip olmalı, hem anlatım düzeyi karşıdaki kişinin anlama kapasitesine uygun olarak ilerlemeli ve aktarma gerçekleşmelidir. Yani öğretecek kişi 'Öğretmen Duygusuna, Ruhuna' sahip olmalıdır. İçinde bu ruhu ve bu duyguyu barındırmadan yol almaya çalışan ya da öğretme arzusuna giden kişiler, olması gereken ve gerçekleştirmesi amaçlanan düzeyde bilgi aktarımında ölçütlere bağlı kalarak istenilen düzeyde olamaz. Öğretmenlik yaradılışı her bireyde olması muhtemel değildir, kişi bu duygu ile doğmalıdır. Yaradılışında yani özünde bu duygunun ilim ışığıyla yoğrulmuş ve vücuda gelmiş halde bulunmalıdır. Yoksa herkes bildiğini öğretebilir aktarabilir, ancak gerçek bir öğretmen edasıyla hareket edemez ve kişiyi yani bilgiyi aktaracağı öğrencisiyle arasında kurması beklenilen köprüyü sağlam temeller üzerine kuramamış olur.
Bu köprü kurulamazsa ve bilgi geçişlerinde köprü zedelenir yahut çökerse, işte o an öğrenme tam manasıyla bir faciaya dönüşmüş olur. Öğretmenlik yaradılışı, daha henüz kişi doğarken o ruh da, duygu da beraberinde doğar. İnsana ne kadar eğitim verilirse verilsin, yahut günümüzdeki gibi pedagojik formasyonla öğretmenliğe hazırlanırsa hazırlansın, kişi bu mesleği sadece maddi kazançla arasında bir araç olarak görmekten öteye götürmezse ve maddi kazanç gibi somut bir öge ile somutlaştırmaya kalkışmasıyla birlikte işte o an bu ruhun ölümü gerçekleşmiş ve yok olma vakti gelmiş demektir.
Öğretmen, karakteri ve benliğiyle birlikte tam manasıyla hem bir anne hem de bir baba görevi görmektedir. Nasıl ki annelik ve babalık duygusu insanlarda doğuştan hazır bulunuyorsa, öğretmenlikte işte böyle bir duygudur ve doğuştan kişinin bedeninde vücut bulması gerekir. Zira anne yahut babalık duygusundan yoksun olan bireylerin çocuk sahibi olmasıyla ardından yaşanan faciaların ve kötü ebeveyn tutumlarının görülmesi gibi öğretmenlik esnasında da aynı olaylar yaşanabilir. Bir öğretmen, anne gibi kar amacı gütmeden mesleğinin hakkını vererek ve görevlerinin kendisine yüklediği hükümleri gerçekleştirmek üzere yola çıkmalı hem de bu şekilde devam etmelidir. Sözün özüne dönecek olursak yaradılışımıza yüklenen öğrenme öğretme bilinci Tanrısal bir farkındalıkla ilerlemeli ve bu farkındalığı hayatımızın her adımında kullanarak yol almalıyız. Yoksa bir şeyleri öğrenirken yahut onları öğretmeye kalkışırken bizden önce bilginin efendisi sayılan İblis gibi Tanrısal mekân olan Yaratıcı sınıfından kovulan bir öğrenci gibi dışarı atılır ve bilginin cahili olarak yer almış oluruz.
İmlasıyla, anlatımıyla arı duru, akıcı bir yazı okudum. Ebeveyn ve öğretmen benzetmesi de güzel bir örnek. Maalesef Şeytan, Melek, iyilik, kötülük bizi bir şekilde bulacak ve insanlık sınavını bize verdirecek iki durumda da. Tercihlerimizin sonucuyuz, böyle düşününce. Kader, başka nedirki? Çokça tebrik ediyorum. İlgiyle takipteyim, kuvvetli kalemi.
Ellerinize sağlık çok beğendim :)