Ölümü Yitirmek Denemesi-I
-Dış ses:
Küçük bir pencerem vardı... Gecelerin ışıltısıyla bir tek yıldızı, korkunun kovuğundaki koynuma sokan. Sabaha bütün sıcaklığıyla güneşe davetkâr bir küçük pencere... Yol almakla tükenmeyen dört duvarına karşın ömrümün...
Kimileyin - muayyen belki- aydınlanıp beni duvarıyla birlik bulduğunda; başımı yastığıma koymuş olma hâlim, o vakte koşumlanmışsa bir de, hafifçe çivite çalar bir ışıktan yanıp sönmelerle kendini göstererek ürkütürdü beni.
Düşünmüyor değildim yıldızımı o vakit: ?ölüm, bir yıldız kayması kadar telaşlandırır da yürekleri, benim yıldızım da kayıp düşer miydi?' odama, hem de uykularımın arasında?
Ama nedir; tümden bu anlatı dökülürdü de benden, gün boyu yaşanmışlığım sızmazdı parmaklarımın arasından... Neden; katılmaz, koyulmazdı bu tümcelerin yoldaşlığına... Neden, cümleten olma zorunluluğu duyulmasa da sözcüklerim, üstlüğüme sırnaşırdı... Ağır aksak tütün kokusuna düşer debelenirdi buram buram...
Şiirlere sığınası patırtılı kıpırdanmalarım gelirdi dışıma doğru, vurgun yemiş denizlerle giyinik. Fakat, beklentisiz düşüncelerimin beni bir saat gibi vuruşu, yapıştırırdı kireçli duvarlarına odamın...
Yapış yapış düşüncelerimin serzenişlerinde yürek yamalanması kabartırdı hamurumu... Mayası tutturulamamış ekmek pişkinliğinde... Hep, mayası cehalete varan kirecin tozunda; öyle ki, her evin tavanı kireçle aklanır, tozu da üstüne yağardı sahibine göre...
Bir sese hevesli karaltılarda kalmak da olasıydı... Günün yaşanılası denen her ânı... ?Gürültülerle dolu ağızların sarf ettiği lafların menteşesi var mıdır?' kuruntusu bilinmeziydi havsalamın ve nasıl da gıcırdardı her yerimde...
Günü yoran anlardan arta kalan, o her şeyi duyurmak için de tepetaklak oldurulan 'söylemek' eylemi, gıcırdardı da; bir ses olsa, derdim bunların üstüne küfrüyle gerilen; her vakte yaraşır; her yerime değip susuzluğumu, kuraklığımı ya da her ne hâlimse onu, alıp kendinde eritir... Ama, ?çare yok kendinlesin' sözüyle karşılık bulurdu oysa... Kişiye layığını veren bir güç gibi atardı kemendini içten de olsa... Sesin kısılsın içindi boynuna sarılı...
Sayfalarca mesireliğimde gezindiğim tüm ıssız köşelerim, nasıl da çoğalıp koşuşurdu... Ve ?sen? derdim ?hayretliğim.. hiçbir zaman bitmeyecek, dinmeyeceksin; çünkü, bu bahsi geçen ve yiten zamanı kendine kazıtan yazmalar, kişiyi delirtir belki?...
?Delisaçması,' dediğimiz de burada başlardı işte: bir çakmak taşı kıvılcımın sekmesiyle bütün tenim ve tinim bir dolu fişek olup saçmalarıyla dağılırdı göğüme, arzıma.
-İç Ses:
Deli saçması bu ya hani, nereden ne alıp ne boşaltır, nereye götürür kişiyi; koparır, üleştirir, dağıtır, harmanlar, fırlatır, ne tür eylem dahilindeyse işte, odur... Başkaca söz olur muydu, bunların üstüne?..
Sonra tutup, ?ölümü onore etmek' adına mı kullanırsın kendini yoksa; ?ölümü yitirmek' midir kişide aslolan...
Kan dökücü bir tanrı gibi duran intihara yakınlık duyan yaşamın, kurban sunuluyorsa bu kendine yakın duyulana; demek ki, alıcısı olduğun yaşama denk getiremediğin o bir hedeflik atışın yıldırıvermiştir seni... Ve ?yaşamı yitirmek' eylemini değil de ?yaşamı yılmak' eylemini var edivermiştir aslında.. ölümü onore eden atışın...
?Ölümü yitirmek' adına söylenecekse ?ölümü yılmak' hâline dolamak, ten ve tini yıldırmadan; sana ses vermeyecek olan birilerine yazılan tüm bu sözlerle de olsa elbet karşılığını bulamayacak oysa...
Ama sen, yaşam ve insana dair 'atışlarını' her hâlükârda sürdürmeye hevesli bir kölesin yazmalarla. Boynundaki yaftada; ?satar canını alan bulunmaz' da yazsa.. eğer birileri de satmaya kalkışırsa canını -ki her gün satılan bir canla kişi koyulur işine, aşına ? farkında olarak satsın...
'Yaşamı onore etmek' adına yaşamak, ciddi bir uğraş; tüm borç senetlerinin altından çıkarılmayı bekler bu çağda... Altta kalan bir metin gibi okunmayı bekler... Altta kalmaya itilmiş bir kültürle yiter, anlaşılmaz olur.