Önce Emek ve Tabi ki İsyan
Bir gün hayatın benimle uğraşmadığını anladım. Uğraşan bendim hayatla.
Ben yapmamış olsam da gördüğüm tüm lekeleri temizlerim. En son ben gördüğüm için olsa gerek. Temizlememiş bırakmak utanç verir bana.
Olduğumdan farklı kanıksanmamam için bu çaba. Bana nasıl bakılıyor ve nasıl bakılması gerektiğinin uğraşı sadece. Olduğum gibi görünememekten korkmak işin aslı, ve ya göründüğüm gibi olmadığımı şansa bırakamama kaygısı.
Çok mu önemliydi ya da bu verdiğim çabaya değer miydi? Bu soruyu sorduğumda kendime isyanımla yüzleştim, olması gerekeni olması gerektiği gibi sonuçlandırmak için harcadığım emeği sarf ederken olduğu gibi.
Anladım ki isyanlar bireysel ve ya toplumsal olsun emek kadar iyileştirici özellik taşıyamıyorlar.
Her sorunun, çözümleyici unsurları da kendi içerisinde barındırdığını biliyorum. Sorunu çözmek için, ip uçlarını başka mecralarda aramak yerine sorunu sorun haline getiren unsurları ayrı ayrı masaya koyma yolunu daha mantıklı buluyorum. Nerde bu devlet demek yerine, ki o devletin şuan ve daima kulağında kulaklık takılı olduğunu düşünürsek. Neden yardım etmedim ben o yaşlı teyzeye acaba? demenin daha zor ama daha başarılı bir yol olacağını tahmin ediyorum. En azından feyz alabilme yeteneğinin doruklarında olan çocukların, o sokaklarda oynadığını düşünürsek.
Mesela, kendisini isteyen insanları gördüğümde meydanlarda, kendilerini tanımadıklarını düşündürüyorlar bana. Hepimiz gerçekten ?birimiziz' ama hangimiz kendimiz olmayı başarabilmişiz ki. Bu uğurda ne yapmışız o ellerimizde tuttuğumuz protesto yazılarında ve ya dilimizdeki hangi sloganda birkaç parçamızı kaybetmeyi göze alabilmişiz. Binlerce kişiden bir kişi yaratabilme utkusu ne acı bir sonuç.
Başka birinin kimliğine bürünmek işin en kolay tarafı, onun parçalarından yararlanmak için kurguladığımız en masum tilki oyunu. Karşılığında alınan, aynadaki eksikleri günü birlik doldurma heyecanı. Diyetlere alıştırdığımız bedenimize hiç zor gelmeyecek bir açlık, tokluk oyunu bu.
Ve o kişi kalksa gelse o meydana ben, sen sen sen ve sen değilim dese ne yapardık acaba.
Neyimize güvendiğimizin farkında mıyız? Hiç birşey sizliğimize.
Çabalayıp da ulaştığımız yerden memnun değilsek eğer, hatalarımızın kurbanı olmuşuzdur demektir. O işi çarpıttığımızı, yalan yanlış rüzgarlarla zedelediğimizi bilmemiz gerekir. Ki bulunduğumuz yer zirvedir. Rağmen. Her şeye, her biçimde, şekil, sayı, ve ya felsefi şekli ile. Kazandıklarımızla kaybettiklerimizle her anımız hayatı zirvesinde yaşadığımız anlardır. Eksisi de vardır artısı da, Everestin zirvesinde olmasak bile kendi varlığımızın zirvesindeyizdir.
Bu aşamada yapmamız gereken sorunlardan kaçış yolunu seçmek yerine, ki kaçmak kovalanmak için icat edilmiş bir düzenekten ibarettir, kırılma noktalarını bulmak ve bu noktalara korkularımıza yenilmeden, neden sorusunu sormak en akıl-ane çözümdür.
Bizi bulunduğumuz yerden alır olmamız gereken yere kondurur.
Ben isyansızlığı savunmuyorum şuan, isyanın emek ile yoğrulmasından,
Ya da emeğin isyanla tatlandırılmasından yanayım.
İkisinin yalnız başlarına bizi yavan kuru bir ekmekle hayatımızı idame etmekten öte bir yarar daha doğrusu zarar sağlayacağını düşünmüyorum.
Ve bağırmak istiyorum. Emeğimle bütünleştirdiğim isyanımı her kulağa.
Özgürlük için bir gün yetmez ey ahali! Yaptınız yetti mi?
70 yıl için 1 gün emek vermek, nefes alabilen umut ve kader kuklaları olduğumuzu gösterir.
Koyunun susayınca süreden ayrılıp dere boyuna ilerlemesi gibidir.
365 gün denediniz mi? gerekirse ama inanarak 365 yıl.
Ama. Ama dayamışlar başımıza.
Ama larla örmüşler etrafımızı. Değil mi?
Ben, kendi adıma ama lardan kurtulma gibi prensip edindim. Daha az isyan cürümüm kadar, daha fazla emek ufkum kadar, yolunu benimsedim.
Ve hayatın bizimle uğraşmadığını anladım. Uğraşması gereken bizdik, hayatla.