Onurlandırmak
Ölümünün bile albenisi olmalı. Durağan kıpırdamayan kımıltısı olmayan devinimsiz ölümün ne tadı
ne tuzu olur. İnsan tanıklık etmeli ölümlere eğer şansı yaver giderse balık tutmak gibi olmalı
işi rast gele bereketli olsun diye söylenen güzel bir söz gibi yola çıktığında kapıyı örttüğünde
okuduğun kitapların ilk sayfaları bir daha açılmamak üzere bismillahlar içinde...
Çalışma masasının ikinci el kokmuşluğunda içiçesin. Yoğunlaşmışsın hayatından tüm kadınları
seni sevenleri sevmeyenleri soyutlamışsın. Akşam yemeğini yan bahçeden aşırmışsın. Taze
marul kokusu çekmiş canın taze ekmek arası tuzlamışsın. Örneğin mutluluk bu demişsin
kedinin karnı tok karıncalar imeceler içinde bir sineği parçalamışlar taşımakla meşgüller.
Güneş batmış. Kızıllığı geride kalmış. Sanki terkedilmedim ben der gibi...
Çalışma masanın başındasın Oktay Rıfat Amcanı okuyorsun "Bir kadının penceresinden" dünyaya
nasıl bakılırlığı anlamaya çalışıyorsun her ne kadar yasak ilişki içinde gevelese de yüreğini.
Sonunda bir bıçak ve o güzelim son sevdiği adam ölüyor kalabalığın içinde. Ya da Firuzan Ablan yazmış (yanılmıyorsam )"İstanbul ayaklarımın altında"...İstanbul'u bir cigara izmariti yapmışsın söndürmüşsün topuklu ayakkabanın tabanıyla ezmişsin. Köprü. En güzel şey en güzel yer atlamak için. Belki o sıra taşa atlarsam canım yanar hesabı içindesin en iyisi mi suya atlayayım canım yanmaz...
Avşa'da bir kaç arkadaş berabersiniz. Deniz şarap kadın ve kumsalın tadını çıkartıyorsunuz. Sonra
bir dost daha ilave oluyor, adını soruyorsunuz, çekirge olduğunu söylüyor büyük dişleri var
tarlalara dadanırım mısırları çok severim diyor. Sizse acaba korkmalı mıyım korkmamalı mıyım
derdindesiniz? Limon kolonyasıyla dostu bayıltıp boş bir sigara paketine koyuyorsunuz. Gömleğinizin
cebinde kıpırdanıp duruyor. Ölmemiş. Kumsal dikenlerinin bol olduğu bir yerde bırakıyorsunuz.
Yaşamalısın diyorsunuz.Şerefine hurra yapıp kadeh tokuşturup doğru denize uçuyorsunuz martılar gibi çılgınca...
Sabah serinliğinde aman Allah'ım çakıl taşlarında bir sürü kılıç yavrusu. Avuç avuç toplayıp atıyorsunuz denize. Kaplumbağaların dönüşü aklınıza takılıyor veya kuşlara yem oluşları.
Cırcırların şarkılarını dinliyorsunuz burnunuzun ucu yanmış , sıcak burnunuz açılmış çekiyorsunuz sulu sulu iyot soluyorsunuz. Temizlikçi hanım uğruyor. Tüm çarşafları topluyor bu kez de üzülüyorsunuz aha kokum da gidiyor diye. İstemeye utanıyorsunuz.
Sizi çok kıskanan bir hanımla kavga etmişsiniz. Hanım makasla intihar edecek nerdeyse son an da yetişiyorsunuz daire kapısını kırıp delirdin mi sen diye bir de kızıyorsunuz? Öteki hanım sorunlarını hapla unutmaya çalışıyor ve hapları yuttukça bu dünya ona ceset kokuyor veya seks ama siz anlatamıyorsunuz derdinizi ya da o anlamak istemiyor sizi.
Çalışma masanızın başındasınız önünüzde günlerce beklemekten yorulmuş beyaz sarı kâğıtlar. İlk söz yok ilk cümle ilk konuşma ilk ses!
İlk ses ah işte duydunuz o sesi! Sabaha karşı saat üç...Nasıl bir çığlık nasıl bir çığlık! Pencereniz açık. Kediniz korkmuş. Elma ağacınız titremiş. Kahve sallanmış fincanında. Uzanıyorsunuz pencereden sesin geldiği yöne.
Yan ev yan bahçe. Kadın çıkarmış kocasını. Ne zaman koymuş yastığı başının altına. Kalp krizi-çığlık-ölüm... Kadın ağlıyor ağlamasında bile bir çekicilik var. Ölümün sevişirken uğraması...Nedir yani bu? Savaşma seviş mi? Hangi çeşidini onurlandırmalı?