Osmanlıda Kısmi Bir Etkin Hafıza 1

Osmanlı yaşam şartlarının; kuruluş ve yükseliş dönemlerinde, üzerine oturduğu temel; nesnel olmasına rağmen bu nesnellik hep tabumsak olukla söyleniyordu. Tabumsak söylemle belirtilen yanlar, hep ön plânda olmakla tabuya dek söylemler hep ahalinin anlama ve anlatım bilinciydi. Çünkü tabular hep bir şeyleri gizlerdi. Ne ahali tarafından bilinsin istenmiyorsa o alan tabucu inanç söylemleri ile gizlenirdi.

Siz aklı, bilgiyi, bilinci, sorunu değil inancı imanı tartışır olurdunuz. O da bir yere kadardı. Bir yerden sonrası günah olmakla istiskal (suskun) olurdunuz. Osmanlı da devlet bilinci de ahali nazarında bir tabudur. Tarihsel hafıza içinde gizlenen köleci hafıza olmakla köleci hikâyeler kutsanıp yüceltilmekle, kölecilik ahaliye; kulluk biati, devlet olma, devlet kurma hikayesi gibi söyleniyordu.

Bu tutum içinde ideoloji üreten Osmanlı baştan sona kadar var olan kısma kadar bir devlet bilinci bir devlet hafızası arşivi oluşturmamıştı. Arşiv anlatılan kadardı. Anlatılanda duruma göre yorumlanan kadardı. Buna rağmen güç kendi şartlarını dayatmakla gerçekti. İman diye söylediği de Arap geleneğiydi.

Bu gelenekçi söylem devlet hafızasının yerini tutan bir sahiplenmeyi nakleden hafıza olmuştur. Padişahın çevresinde zorunlu olarak oluşan hafıza, ahalinin bilinci olmamakla; ahalideki de bir devlet bilinci hafızası değildi. Devlet ahalinin biati kadar devletti. Ahali de devlet bilinci kadar biatti, imandı.

Osmanlının Arap kültürünü ve Arap geleneğini devlet bilinci yapma edimini Osmanlı hep ecdadımız adı altında söyleye gelmiştir. Bu Türk devlet geleneğini kendisine kılavuz yapmadığı anlamına değil aksine kendi geleneğini Arap geleneğinden ayıramamakla yazılı Arap arşivini Osmanlı devlet hafızası gibi söyleye söyleye anmalardan yorumlanmasıydı.

Bu Osmanlının devleti değil (kolektif olanı değil) de bir soy oligarşisi olan Emevi yolu ile Osmanlının kendi oligarşin ailesini kutsamasıydı. Bu eylem başlanışa izafeten devlet fikri olmadan, aile egemenliği altında devlet kalıbı üzerine aile saltanatını yükseltmekti. Kamu yararı umulan mülk (devlet); Mülkü Osmanlı olmakla ailenin mülküydü.

Olması gereken ahalinin devlet (mülk) saltanatı da Osmanlı ailesinin saltanatıydı. Bu nedenle Osmanlı hafızası da bu saltanata biat etmek dışında hiçbir zaman ahali hafızası olamadı. Biat ta zaten sahipliği olan değil sahipliği devreden irade içinde bilen, sorgulayan anlayış değildi.

Bu biati tutum karşısında devlet veya mülk ahaliye göre olmayandı; ahalinin devlet için olduğu biatin en temel devlet bilinciydi! Ahali de biat etmek dışında Osmanlı devlet bilincini oluşamadığı için devlet kavramı halk edebiyatı içinde ahaliye hamasi anlatılır oldu. Söylenilenler de başı sonu olmayan; bölük pörçük anlatımların anlaması oluyordu. Sarayın dili ve tarihi de bambaşka bir dil ve tarih söylemi içinde divan edebiyatı olmakla konuşuluyordu.

Yöneten oligarşin güçle, ahali arasındaki devlet hafızası olması gereken ortak anlayış birliği bu dil ve anlatım farkı nedenle tam bir anlaşılmazlıktı. Devlet hafızası olmayanın, devlet dili de yoktu. Mevcut hafıza dili kaydı başka-başka kaynaklardan aktarıma olduğu için saray dili iletimi içinde oluşan hafıza; o kaynak dillerin farklı farklı olmasından ötürü sarayın devlet hafıza dili ortaya karışık bir saray diliydi.

Genç Cumhuriyet görünen devletin ötesi bir devlet, kurum, kurumlaşma, hafıza, devlet geleneği, bilgi ve birikimlerin arşiv bilinci olmakla; devamlılığı haldeki devlet yanında hafızayı maveraydı. Genç Cumhuriyet müzeleriyle, arşivi ile tarihi sergiciliği ile kendi bekası olan devlet hafızasını koruyordu.

Hem de Anadolu tarihinin çevreye olan etkileri içindeki tarih hafızalı mesajlaşmasını kendi olarak, insanlık olarak koruyordu. Kısaca genç cumhuriyet kendi tarihi inşa bilincini koruyordu. Tarih insanlık tarihi bilinciydi. Tarih kendi tarih bilincinizdi. Osmanlıda olmayan buydu. Osmanlı ben diyordu. Benim diyordu geçmişe ve atiye. Osmanlı yadsısa da nesnel tarih üzerine olan kadarıyla muazzamdı.

Genç Cumhuriyet bu bağlamıyla "Türk Tarh Kurumunu" kurmuştu. Hafızasız var oluş; meşruti bir geri bağlanım yapamamanızla ve sistem kontrollerinizi ve yön pusulanızı doğrultamamanızla eşdeğerdi. Hedefi Osmanlı ailesi olanın bekası da ailesi olacaktı. Bu nedenle II. Abdülhamit'in bir buçuk milyon kilo metre kare toprağın elden çıkmasına gösterdiği tepki, sesiz kalmanın tepkisiydi.

Bu nedenle Vahdettin sarayın selameti için düşmanla iş birliği yapıp ailesi ile işbirlikçilerine kaçıyordu. Osmanlının çok ta duyarlı olmadığı alan bu alandı. Ahali biatine ölümüne sadıktı. Burada pek pek bir sorun yoktu. Geçmişini şöyle böyle hatırlayan Osmanlıyı; Osmanlı batıracaktı. Osmanlı bilgi yerine; gerçek tarihi bilgi yerine, değişen şartlar içinde hafızaya doldurduğu ecdada bağlılığın körü körüne iliği Osmanlı hafızasını ecdatperest (Ebu Sufyan gibi Muaviye, Abbasi gibi aile perest) yapmıştı.

Tarih bilinci olmayınca olması gereken ecdat severlik, gereğinden fazla ve kontrolsüz süreçlerle belirir olmakla akıl körlüğü ortaya koyuyordu. Bu tökezlemeyi yok etmenin yolu devlet arşivini oluşup, kolektif bilinç üzerinde devlet ve en genel durum evrimiyle bir iki açık hava müzeleri ortaya koymaktı.

Heykellere bile put diye saldıran ahaliyi Osmanlı mantığı gerçek tarih bilinci yerine düşman ve saldırıcı savunmayla kodlanmıştı. Bu tutum gerçek tarih bilincinden yoksunluğun yerine konan kör imleçlerin ecdatperestlik üzerinde aks ettirilen gerçek tarihli hafızasızlık tezahürlerinden başka bir şey değildi.

Bu nedenle ahalinin ahdi içindeki sahiplenici söylemler içinde varsa da yoksa da tüm gayretlerle, meşakkatlerin telaşı "hanedanı Osmanlıydı". Ahali hafızasındaki şablon rota buydu. Sosyo toplum olmanın kesikli sürekli varoluşu ve üreten sosyo toplumların var oluş realitelerinin bu hafızasızlık içinde kişilerden ve kişi sel şahsiyetlerinden bağımsız olduğu gerçeği; ahaliden hep gizlenmiştir.

Hanedanı Osmanlı; sistemin ve üreten toplumun kesikli devamlı olması yerine kendisini geçirmişti! Hanedanı Osmanlı kişinin kendi yaşamıyla özdeşleşmişti. Halbuki Hanedanı Osmanlı; sosyo toplum içinde, sosyo toplumun bilincini; sosyo toplumun hafızasını ve sosyo toplumun gücün koordineli kullandırtan olmaktan başka bir şey değildi. Hanedanlık hiçbir zaman yeri dolmaz olan bir şey değildi.

Bu bilinç içinde; bu hafıza içine ve bu sosyo toplumsa birikimli güç içinde Hanedanı Osmanlıyı çekip alsanız yerine onu kullanacak ne korsanız koyun; çevrimli düzenli tekrarlar nedenle benzer durumlar ortaya konacaktı. Hanedanı Osmanlının ailesi olan ecdat- perest iliği sosyo toplumun da üzerine çıkmakla zirve yapmış bir tapım perestlikti. Gelecekteki Atatürk'ün işi bundan ötürü çok zordu.

Eğer "hanedanı Osmanlı olmazsa" bu kör biat nedenle ahali, kendisinin de olmayacağını sanmakla hanedanı Osmanlıyı devletle eşletmişti. Genelde Osmanlıdaki ahali bilinci; sömürüden, emekten, emperyalizmden ve saltanatçı Emevi şehveti olan yönetim bilincinden de yoksundu.

Ahali hafızası biat nedenle, köleci düzenle yöneten oligarşi karşıtlığından yoksundu. Köleci, sömüren oligarşi karşıtlığı karşısına, sorgusuz sualsiz biat etme yabancılaşmasını iman diye benimsemişlerdi. Biat gibi bir afyonlamayı sosyo toplumsa inşanın temeli belletilmekle ahalide hafıza körlüğü ortaya konmuştu.

Hâlbuki ki tarihin hiçbir döneminde biat kavramı sosyo toplumun inşa temeli olmamıştır. Ve köleci sistem ortaya çıkana kadar da biat kavramı yoktur. Biat, üretim yapan gücün kendisini boyun eğmeğe zorlayan zorba güce boyun eğip, emperyalist bir güce teslim olmasıydı.

Tarih, üreten sosyo toplumla doğa tarihi yanında insanlık tarihi de oluşmuştu. Doğal oluşma yanında doğal oluşumlara bağlı kalmakla yapay oluşumlar vardı. Yapay oluşumun temeli üreten ilişkilerin üzerinde oluşan üretim hareketiydi. Bir grubun kendi mesleği olan üretimi; grubun 'üretim ilişkisiydi'. Gruplar arası üretim ilişkilerinin ittifak içinde giriştirilmesi de 'üretim hareketiydi'.

Üretim hareketi sentezci hareketti. Üretim hareketinin sentezci olma sebebi üç temel ve de somut nedenden ötürü olmakla inşacıydı. 1 Gruplar farklı bir totem mesleği içinde olmakla grupların farklı bir kendi 'üretim ilişkilerinin' olmasıydı. 2 Her bir grup 'ürünlerinin farklı kullanım değeri taşıyor olmasıydı'. Tıpkı yemek için üretilen buğday ile giymek için dokunan kumaş gibi. 3 Farklı kullanım değeri olan ürünlerin, aynı zamanda buğday üretenler için kumaşın; kumaş üretenler içinde buğdayın farklı kullanım değeri olması demek bu ürünlerin 'değiştirme değeri taşıyor olmalarıydı'.

Değiştirme değerinin olması ve farklı kullanım değeri olan her bir üretimlerinin giriştirilmesi ile ortaya ittifaklar birleşmesi konmuştu. Üretilenler kundura ile mısır gibi iki farklı ürün ve iki farklı kullanım değerleri olmakla değiştirme değerine sahiptiler. Bu kabil ürünler karşıt gruplar üretim ilişkileri içinde oluşan mütekabiliyeti entegrasyon ittifaklarının birleşmelerini ortaya koymuştu.

17 Haziran 2018 8-9 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar