Osmanlıda Kısmi Bir Etkin Hafıza 6
Hem baba hem avukat olmanın üst üste süre durumları içinde belirebilen bir sosyo toplumsa statülü sahibi bir kişi düşünün. Bu kişi duruşma salonu ile adliye alanı içindeki statüsü baba değil avukattır. Duruşma salonu içindeki avukat olan kişide baba statüsü yine vardır ama babalık statüsü burada aktif olamamakla yansıyamaz.
Duruşma salonu içindeki ortamda babalığı belirleyecek olan bağıntı girişmeler yoktur. Bu nedenle, beliremeyen bu yansıma biçiminde babalık bağıntısı aktif olamamakla, ortam yansımalı durumdan ötürü babalık statüsü keenlem yekûn olmakla avkat kişi üzerindeki babalık statüsüne yok denir. Yok denen ve beliremeyen bu özellik "çekici, çekimleyici" denen bir karadelik hareketindeki durumsalın boşluk devinmesine dönüşür.
Kişi eve geldiği zaman, kişiyi kendi çocuğu karşısındaki tümlenişe çeken bağıntı girişmesi nedeniyle kişinin babalık özelliği belirir ve yansıma verir. Kuvveti ortaya çıkaran dirençtir. Sizde kuvvet vardır. Ama elinizle boşluğu ittiğinizde, sizin itmenize karşılık oluşacak bir karşıt direnç yoktur. Bu nedenle boşluğu itmenizde kuvvet yansıması görünmez olur. Karşıtı olmayan kuvvetiniz keenlem yekûn olmakla var olan kuvvetiniz yoktur. Biraz sonra size çarpan kişi karşısında kuvvetiniz belirim verir.
Ama karşınıza itebileceğiniz bir kişi geldiğinde kişiyi itmekle kişi itmenize direnç verir. Siz terler yorulursunuz ama sonunda kişinin itilmesiyle kuvvetiniz belirimini vermiş olur. Yok olan varlaşır. Evine gelen kişi; ya da çocuğu ile temas bağı kuran kişi de babadır. Bu kes de evde olan kişimizin evinde duruşma salonu ve celse ekipman bağıntısı yokluğu nedenle, avukat kişimiz avukat olarak beliremez.
Avukat iken kişideki babalık statüsü kişide ömür yaşamı boyunca belirmez olan bir durum değildir. Ortam bağıntısına göre kesikli sürekli belirme dönüşmeleri içinde olur. Baba iken de kişideki avukatlık ta sonsuzca beliremez olan bir şey değildir. Tıpkı ölüm ve yaşamın bir arada birlikte olup; birbirlerine dönüşen bağıntı belirimleri içinde olmaları gibi ya da belirimsiz olmaları gibidirler.
Unutmayınız ki kişide beliremeyen de türü içinde veya kişinin toplumu içinde tümleyen bir belirme olarak hep var olacaktır. Kişiler nasıl ve nice olursa olsunlar; kişide her zaman "olam durum olmanın bir enerji düzeyi" vardır. Bu olam alan her tür zıtlığın birlikte olup, birlikte giden belirimlerine karşı daima olumsal durumlarla vardırlar.
Kişi, sosyo toplum içindeyken kişinin sosyo toplumu kişi üzerinde bulunan bu olam alan içinde somut olan soyut olan her şeyi, sahneler. Sahneye konan her söz, her davranış, her eylem ve her mana bu olam içinde ikili olan zıddıyla belirir. Toplum kişideki olamlılık içinde ister yapay gündemle ister somut gerçek gündemin oluşturacağı olaylar belireni ile kuvvet alanını oluşturabilirler.
Kişiler, enerji sağlamalı çevrimsel değişme ve dönüşmeleri nedenle enerjisinin birazını da her zaman olam olan konum içinde durumlu ederler. Kişinin olam durumla ortaya koyacağı yansıma girişmelerin sayısı, yine kişideki en az dış dünya ilkesine göre kısıtlıdırlar. Ne var ki; kişinin bu kısıtlılık içinde ortaya koyabileceği bağıntılar yine de akıl almaz denli çoktur. Ve bu kısıtlılık kişinin tümleyeni olan toplum ve tür üzerinde sınırsız yetenek ve kullanım özgürlüğü olmakla sürer. Her bir parça yetenekti belirimle sentez içini tümseltir. Tümselen sentez veya bileşim de ittifakı parçasını (aitini), tümler.
Sosyo toplumlar El mantığı gibi bir yapay anlayışın içinde paylaşımını üreten emeğe göre değil de sömürmeye göre mantıklı ettikleri yapay bir hayali bağıntılarla; kişideki bu olam yeri ilişkilendirirler. Üretim hareketi içindeki yapay ilişkilenmelerini, her bir üretim tüketim süreci boyunca İlişkiler. Bu ilişkin kılma işi üretime göre belirim veren ile üretime göre belirim veremeyen aktif-pasifler olmakla süreci bağıntılı kılarlar.
Tümleyen toplum kişinin olam alanlı yeri üzerinde hem zorunlu hal ile hem de keyfi hal ile inşacı olur. Olam durum toplum içindeki zorunlulukların ikamesinden sonra (üretimden sonra) keyfi davranır olmanıza engel değildir. Kişinin hiçbir şeyle belirlenmemiş olan olam durumu içinde bu tür ikili durum ile belirir. Üreten ilişki nedenle üretme işi bu zorunluluk karşısında keyfilikler olamamakla süreç kişiden ve kişi iradesinden bağımsız nesnel işler. Ki burada kişisi keyfilik pek pek beliremez.
Ama üretimden sonraki paylaşım yapılan bu aşamada ise üreten kişilerin payı, en az durumla zorunlu olurken; mal sahiplerinin payı mevcut durum içinde en fazla pay sömürüye göre zorunlu edilir. Dikkat edilirse üreten toplum içindeki süreç paylaşma aşamasında keyfi ve yapay bir belirme ve belirememe olmakla var edilir. İşte bu sömürüdür. Hâlbuki ki ihtiyaçları dışında kişisi mal sahipliği ne zorunludur ne de mal sahipleri ile mal sahiplerinin en fazla durumla pay almaları zorunludur.
Çünkü üreten ilişki mal sahipleriyle başlayan bir belirlenim değildir. İlk üretim hareketi başlarken kişisi sahiplik zorunlu olaraktan beliremeyen bir durumdu. Kısaca biz geçmişin hafızasına sahip olmazsak; zorunluluğun bilincinde olmazsak, toplumsal işleyişin üretim aşamasından sonra; paylaşan süreç ile birlikte her türlü keyfi aşırılıklar içinde olmanın sığınmacı anlayış bilinci içinde de oluruz.
Konu Osmanlıda kısmi bir etkin hafıza. Yazı bu referansa atıfla iç içe konularla var olup; inşanın başlangıcına kadar gitmekle konu başlığa, diyalektikti referanslar oluşturulmaktadır. Konu eksenine atıfla (vurguyla), geçmişe doğru oluştan geliyoruz. Geçmişteki var oluklu hafızanın zorunlu inşa şeklinden hareketle; okurda anlama oluşmasının yanı sıra konu içeriğine bir de ben geri bağlanım yapayım. Osmanlı hafızasına vurgu kadar günümüz hafıza bilinç, çağrışmasına da katkı vereyim.
İki bölüm kadar üstteki " zıtlığını taşımanın bilinci içinde olmayı" eksen edip güncel oluş içinde bir enstantane belirteyim. Halkın bilgece söyleyen dağarcığı içinde, köleci başlangıca referans edilen bir anlatım vardır. Bu hikayedeki ana konu geçmişte yapılan kolektif sahipli kayıp hafızamızdı. Kayıp olan bu hafızamız; kişi sahipli kayıpların mantığı içinde anlatılmaktadır. "El, kişiye önce eşeğini (malını-mülkünü) kaybettirir. Sonrada (maaş-ücret vs. olarak) eşeğini buldurup sevindirirmiş" der.
El kolektifin malını seçilmiş! şanslı! kişilere rızk diye vermektedir. Yani El size eşek sahipliğini (kolektif sahipliği) kaybettirmiştir. Sonra da kaybedilen eşekle (mülkle) sizin çalışamaz, üretemez durumda aç kalmanız karşısında El, lütfeden insafıyla size; 'efendinin mülkünde' çalışabileceğinizi söylemiştir! İnsanlara kaybettirdiği kolektif sahipliğini; El'in deyimiyle "kalkın yeryüzünde gezip nasibinizi arayın" demenin akıl vermesine dönüştürüyordu. Kalkıp gezilecek yer El mülküydü. Kulluk pahasına iş arayıştı.
El bununla da kalmadı. Mülkünü (eşeğini) kaybettirdiği kişileri zengine kul köle yapıp şöyle diyerek köleyi efendinin insafına terk ediyordu. "Fakirlerin zenginler üzerinde hakkı vardır. Elinizin altındaki cariye eşleriniz köleleriniz size mirasçıdır" diyordu. Böylece El mağdurlarına diyor ki; "rızkınızı aramak için gidin efendinin rızkı olan efendi mülkü üzerinde çalışmanız karşılığında lütuf rızkla karnınız doyar" diyordu. Mağdurlarına kaybettirdiği eşeğini zengin mülkünde köle olarak çalıştırmakla buluyordu. Bizi efendinin alıp sattığı malı mülkü yapışa denk boğaz tokluğuyla, kayıp eşeği bize buldurmuş oluyordu.
İki üç bölüm üsteki paragrafta El mantıklı sömürü sisteminin çevrimini şöyle tespit etmiştim. "Ama üretimden sonraki paylaşım yapılan aşamada üreten kişilerin payı en az durumla zorunlu olurken; mal sahiplerinin payı mevcut durum içinde en fazla payla olma iradesi keyfilikle zorunlu edilir. Dikkat edilirse üreten toplum içindeki süreç paylaşma aşamasında keyfi ve yapay bir belirme ve belirememe olmaktadır. İşte bu sömürüdür".
Dikkat ederseniz El mantığı temel düzlem içindeki kişi benci enerji sağlama hareketinin dış dünya içinde, üreten kolektif sağlama yapmasından sonradır. Kolektifin birlikte davranması ve herkesin ihtiyacına göre ne daha, az ne daha fazla enerji sağlayıcı paylaşımlar yapmasından sonraydı.
Gün boyu aç biilaç; yorgun argın, yarı aç, yarı tok şeklin bitap düşmüş haliyle, akşam olunca güvenli alana çekilen hemcinsler; üreten kolektif yapıyla akıl almaz bir olanağa kavuşmuştu. İlk üretim ilişkisi ve ilk üretim hareketi başka türlüsü pek olası olmadığından kolektif sahipliğin, kolektif emek gücüyle başlamıştı.
Geçmişinde gün boyu olan aktivitesi içinde bitap düşmekle yaşam sürdüren hemcinsler, kolektif sahipliğin ve kolektif emeğin yaptığı üretimle; yiyecek ihtiyacını karşılamada şimdi her an elinin altında hazır bulacağı bir olanakla gidermenin şansını bulmuştu. Bulmuştu da ne olmuştu? Önce köleci bilinci ve köleci hafızalı geçmişi, zorunlulukları unutturulmuştu. Sonrada tümden sürece yabancılaştırılmıştı. Aklına ve gözüne illüzyon yapılmıştı, Hala bu göz bağı içindeydi
Köleci yapı ile insan vahşete düşmüştü. Erdemliler erdemsizler bir tarafa çekilmiş; ahlaksızlık gemi azıya almıştı. Düşene bakan yoktu. Kulaklar çığlıklara kapanmıştı. Olup biten karşısındaki baskı ve yılgılar içindeki insanda ağızları bıçak açmıyordu. Tedirginlikte hiç hız kesmiyordu. Bu ahval üzerine insanlar iman üzerinde ahlaka çağrılıyordu.
Süreç bir kez kolektif sahipliğin kolektif emeği üzerinde eşeğini kaybetmenin kayıplı sürecine girmişti. Kolektif sentezli üretim hareketi üzerindeki kaybı, üretim alanı dışında rızk denen mana anlamalı inanç içinde buldurulmaya çalışılıyordu. Üretim alanında kaybetmiştiniz ama inanç alanında bulmanız istenmekle yapılan illüzyon büyüktü.
Kişilere vaat edilen nasibi; kişinin kayıp ettiği ile kendi arasında, kişiyi mal sahipliği olan mülk sahibine kul olma şeklinde bir belirimle boy verdirilmişti. Bu illüzyon kişiye rızk, rızkını arama, nasibini bulma, 'rızkı olanın kaşığında çıkar' diyen özdeyişlerle söyleniyordu. Nasibini bulma da köleye en az doyma ile rızkı verilen mülk sahiplerine çalışmaydı. Karın tokluğuna çalışma, mirasçısı olduğunuz zenginlikten payınızı almaydı! Çalışma, emek, emek gücü, kolektif güç, kolektif miras vs. hak getireydi.