öylesine bir mektup...

Maria...

Sana ilk kez yazıyorum bilmem farkında mısın? Sadece söylemek istediğim bir şey olduğunda ya da söyleyemediklerimin ani bir lav püskürmesi misali dışarı çıkmak istemesiyle çalıyorum gönül kapını farkındayım...Önemli olan karşındakini olduğu gibi kabullenebilmekse, sen de öyle yap lütfen ve yanında olamadığım her an adına bir af yolla yüreğime...

Ben sana hiç yazmadım daha önce...
Belki gerek duymadım, belki de yazamayacak kadar meşguldüm, hatta yazma ihtiyacına yenilmeyecek kadar mutluydum belki de...Ahh şimdi görmelisin beni...Boğazımda düğümlenmiş bir yumruyla yaşıyorum nicedir...Sahte sevinçlerle, imitasyon gülümseyişlerle dokuyorum bir ömrü zerre zerre. Ve korkuyorum, bağlandığım değerlerin intiharını birebir izlemekten...

Hatırlıyor musun bilmiyorum ilk tanıştığımız günü:)
Dört kişilik, soğuk, bunaltıcı ve insana tıpkı bir mahkummuş hissi veren o yurt odasının loş sessizliğinde içeri girmiştin bir akşam rehavetinde:( çikolata karası bir ten, sapsarı uzun saçlı bir kız...Allah'ım kabusun diğer adı olmalı... Üstelik kendini beğenmiş, titizlik budalası...
İmkanı yok onunla aynı cümlede yan yana gelmek dahi istemem...

Gelmedim de zaten...Ta ki üç yıl sonrasına kadar:)
Türk Edebiyatı'nda Mitoloji...Ders, tarih ve edebiyatın ortak alanına girince kesişiverdi birden aslında hiç birleşmeyeceğini tahmin ettiğim yollar...

Koridorda...

- Merhaba hatırladın mı beni?
- Aaa tabi ki hatırladım. Sen Serapların arkadaşı değil miydin?
- Evet...




O anda gizliymiş iki hayatın bir daha ölümüne ayrılmamak üzere kesişeceği...
Sonrası anlatılır mı bilmiyorum...Yazmadım sana evet çünkü yazmaya hacet yoktu. Sendin, bendim ve en önemlisi bizdik...Yan yana oturan iki komşudan çok ötesi birbirine delicesine bağlı iki yarendik...Hangi anı anlatmalı bilmem ki? Datça, Marmaris, Gökova, Dalyan, Sarıgerme, İztuzu vs vs...Hayatı caretta carettaların umursamazlığında yaşayan çılgın bir o kadar duyarlı iki yürektik...
Ne çok Muğla'ydık öyle değil mi?

Peki hatırlıyor musun Ulus'u? Yani üç yıl öncesini? Anıtkabiri,Kızılay'ı, Sincan'ın tozlu yollarını, sabahlara kadar çorabına oynadığımız piştiyi ve bir de o lokantada yediğimiz salatayı:) domatesten enfes bir gül yapmak her yiğidin harcı olmasa gerek ve ben bir o gülü bir de ödediğim hesabı unutamıyorum:)
Yani demek istediğim; an gelip ne çok Ankara olduk seninle öyle değil mi?

Kaç yıl geçmiş aradan? Tam yedinci yılımız bu sene ve sen benim hala en değerlilerimdensin.
Hiç söyledim mi sana, ne kadar içten bir sevgiyle sevdiğimi seni ve ne zaman başın darda olsa öleceğimi bilsem yine yanında olmak için tüm çabamı sarf edeceğimi? Bunları bilmelisin Maria...Yüzüne söylediğim hiçbir sözcük şu an dile getirdiklerim kadar gerçekçi olamayacak belki işte sırf bu yüzden bunları bilmeli, idrak etmelisin.

Ben söyleyemedim sana seninle ne kadar gurur duyduğumu ve senin için hayattan bin dilek talep ettiğimi...En büyük arzum asla dostluğunu yitirmemem ve senin hayatın tüm güzellikleriyle eşsiz bir ahenkle dans etmendir...

Ve bu yaz...
Onca özlemin üstüne sana geldim Maria...Bir yarım temmuzdu, çoğunluğum ağustos ve bin rüyayla gelmiştim sana...Söyledim mi hatırlamıyorum ama ne güzeldi Üsküdar, ne güzeldi Kadıköy ve biz ne güzeldik...Damağımda hala bir balık ekmek tadı, kulaklarımda Çamlıca'dan esen o tatlı yelin uğultusu yüreğimde yedi tepenin silueti kaldı...Her an evet sahi söylüyorum her an seninle öyle güzeldi ki şimdi elimde olsa inan geri dönmek isterdim dört ay öncesine...bir parça sana, bir parça bana ama çoğunlukla......?

Bir tek kağıt peçeteden bir gül kal/ma/dı avuçlarımda...

Boğazın esintisi yayılırken arşa;
Ne çok İstanbulduk seninle öyle değil mi?

Hepsi tatlı bir anı olarak belleğimde yerini aldı..
Ne kaldı geriye söyler misin?
Umutla çıktığımız bir yolun bitiş noktası burası olmamalıydı, yani en azından ben böyle hayal etmemiştim...İşte bir Allah biliyor bir de sen biliyorsun bin kirle kararttığım geçmişimin dokunulmamış safiyaneliğini...Sence ben bunları hak ettim mi? Cevabı ben vereyim. Evet hak ettim...Aşk denilen sahte duyguya kapılıp varımı, yoğumu ömrümü neyim varsa bin yalan sevgiye hibe ettiğim için tanrı düşlerimi helak etti...


Şimdi...
Acının hükümranlığını sürdüğü bir hüzün şehrinde, avuçlarını açmış umut dileyen sümüklü bir kız çocuğuyum...
Yerim yok, yurdum yok, dilim yok, dinim yok...
Ne çok mültecileştim görüyorsun değil mi?



Artık ağlayamıyorum,
Artık gülemiyorum,
Artık hiçbir olguya tepki dahi veremiyorum...

Ben yenildim...
Sen iyi bak düşlerine...
Aşkı ve tüm etik değerleri bütün çıplaklığıyla yaşayan güzel kız...
Sen o pembe dizilerdeki Maria kadar gerçek, Maria kadar arı ve onun kadar samimisin belki ama seni anlayacak Huan Carlos diye biri yokmuş, Ve asla olmayacak...


Ben sana hiç yazmadım,
Çünkü hep sana yazmışım aslında...
Sen on iki aya bedelken,
ben hala ağustosum Maria...

(A-Y)



Nuray'ıma...



1/9/2009

31 Ağustos 2009 4-5 dakika 12 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar