Özgürlük Çıkmazı

Hayat acemisiyiz, acemi tiyatro oyuncuları gibi. Ezber yapmaya çalışıyoruz sürekli. Sıkı sıkı tutuyoruz aklımızda söyleyeceklerimizi, elimizi kolumuzu nereye koyacağımızın provasını yapıyoruz aynaların karşısında. Biri dese ki; ' Niye öyle yaptın, böyle yapacaktın!', çalışmamıza şahit göstereceğiz aynaları. İçimizden içimizden tekrarlıyoruz yapacaklarımızı her sabah, yatağın sıcağından hayatın ayazına çıkmadan önce. İyilik sunarsa bize o gün hayat, şunları şunları yapacağız. Yok, eğer ters günündeyse, o zaman şöyle şöyle davranacağız. Evet, artık güne hazırız ya da hayata mı demeliyim?







Biz aklımızın erdiğince gardımızı alıyoruz da hayat bize ayak uydurmuyor işte. Öyle ahmak ıslatan aşklar, yürek cahili insanlar, bir ayağı aksayan hayaller koyuyor ki önümüze, unutuveriyoruz öğrendiklerimizi. Tüm gece çalışıp ezber yaptığımız her şey boşa gidiyor. Bir suflör çıkıversin istiyoruz o anda cebimizden, unuttuğumuz sözleri fısıldasın bize, olmuyor tabii. O zaman deneme yanılma yoluyla bulalım doğruyu diyoruz ama bazı denemelerin de yanılma payı olmuyor. Tökezleyip düşüyoruz. Dizlerimiz yara bere içinde kalıyor. Ayağa kalkacağız diye uğraşıyoruz. Hayat bir kez daha kazanıyor.







Hayatın içimizi büzüştürmesine çocukluktan itibaren izin veriyoruz aslında. Kadercilik öğretiliyor annelerden çocuklara. Hayaller örseleniyor, dizi kırıp oturmalar işleniyor beynimize. Çocuk gözlerimizdeki umutlar söndürülüyor birer birer. Okuma, yazma, düşünme, cevap verme... E, 'marifet iltifata tabidir' ya, iltifat edilmeyince marifette gösteremiyor kendini haliyle. Yoksa hepimiz usta bir tiyatrocu olacağız ama bir dizimiz kırık, malum olmuyor işte. Artık sürekli sahnede kal gelen birer oyuncuyuz, kalemi kekeme kalmış birer yazar. Ertelenen hayatlar yaşıyoruz sürekli ve hayattan avans çekiyoruz ha bire. Geçmişte kalıyor gelecek günler, gelecek gelemeden geçiyor. Şöyle silkelenip bir atabilsek üzerimizden yüreğe yük olanları. Bir nevi nefsi müdafaa yani. Yürek müdafaası. Kaldıkça üzerimizde yükü, içimiz boşalıyor bildiğin. Şairin dediği gibi, o boşlukları kendi eksilmelerimizle tamamlıyoruz.







Ancak çocuk yüreğimiz göğsümüzün içinde bir yerlerde saklanıyor her şeye rağmen. Küçük sokaklar yaratıyoruz kendimize, kapı önünde seksek oynayabileceğimiz. Adı 'özgürlük çıkmazı' olan küçük sokaklar. Çıkmaz sokaklarda özgürlük arıyoruz. Sonra kaptırmış kendimizi seksek oynarken biz, birileri gelip bıçaklıyor bizi. Kurşun yağdırıyor bebe yakalı pilili elbisemize. Sadece sokağa çıktığımız için, sadece hayallerimizi dile getirdiğimiz için, sadece neyi istemediğimizi bildiğimiz için. Yığılıveriyoruz yere, üzerimizde en güzel giysilerimiz, elimizde aslında hiç bırakmadığımız bebeklerimiz. Ortalık kan revan. Özgürlük çıkmazında ölüyoruz, özgürce. Hiç değilse bunu özgürce yapabiliyoruz. Bir de ertesi gün gazetelere çıkıyoruz. En sevmediğimiz fotoğrafımızı koyuyorlar nereden buluyorlarsa. Hikâyemiz anlatılıyor küçük harflerle. Zaten küçük harflerle yaşamadık mı hayatı da? Ardımızda bıraktıklarımız bize ağlarken, biz ardımızda bıraktığımız hayallerimize ağlıyoruz sessizce.







Biliyor musunuz ki biz öldüğümüz gün, kar yağar dünyanın her hangi bir yerinde. Çünkü Tanrı'nın emriyle, kendi şefkatlerinden, iyiliklerinden vererek yüreğini güzelleştirdikleri bir kadının öldürüldüğünü gören melekler, ağlar gökyüzünde. Pamuk pamuk dökülür gözyaşları. O kadar korkarlar ki zarar vermekten birbirlerine, dökülen gözyaşları bile değmez diğerine. Ve Tanrı'ya yalvarırlar, birazcık merhamet ver bıçak tutan ellere diye.





Hayat acemisiyiz aslında, özgürlük çıkmazında hayatı oynayan acemi tiyatro oyuncuları gibi...

24 Eylül 2014 3-4 dakika 8 denemesi var.
Yorumlar