Papatya Düşleri
Üzerine oturduğum ahşap taburenin yüreğime battığı anlarda yazardım yazılarımı en çok. Dünyada rahatlık batıyor derlerdi ya eski büyükler hah tam da öyle bir şey, yazmak. Rahatlık battıkça klavyenin başına eğiliyor, papatya çayı ile ruhumu sakinleştiriyor ve dünyaya barış sözleri fısıldıyordum, kendi içimdeki küslüklerimi örtüp. İnsanoğlu kendisiyle barışmadıkça elbette savaşlar da sürecekti yeryüzünde. Şu hayatta insan en çok kendine yalan söylerdi. En çok kendine perde çekerdi. Karşısındaki insanlara öfkesi de bir nevi bundandı. Gerçekte, kendinde aşamadığı karanlık yanlarına, öfke duyardı insan.
Ana yemek öncesi iştah açıcı denemeler yazmayı ben de çok isterdim ama olmuyor. Dünyadaki ve içimizdeki savaşlar sürerken tumturaklı sözcükler yazılmıyor. Yine de bir ısınma yazısı olsun istiyorum bu yazım. Çünkü yazmak süreklilik isteyen bir eylem. Azıcık soğusanız, klavye başından uzaklaşsanız, okumaya da yazmaya da mesafe giriyor siz farkında olmadan, günlük meşguliyetler içinde. Eskiden insanlık için yazdığımı, okuduğumu sanırken zaman geçtikçe, her ne yapıyorsam kendi gelişimim için yaptığımı fark ediyorum. Düşünce dünyamda çıktığım basamaklar, aştığım handikaplar, kendime yenilişim, kendimi sevişim, mutlak kabul edişim varlığımı, hepsi yaşımın ve yaşanmışlıklarımın bana kazandırdıkları.
Buraya gelene kadar, uzun koza dönemlerim oldu, kendimi suçladığım, sitem ettiğim, kendimden nefret etmemek için kendimi sevmeye sebepler ürettiğim anlarım oldu. Yalancı kanatlar da taktım yeri gelmişken. Ama her ne olursa olsun hayat, sevmeyi bilenlerin yanındaydı. Söven ve şikayet edenler ise beklemede kalacaktı tekamül evrelerini tamamlayabilmek için. İnsan kendini serbest bırakmalı bence. Kendimizi kafiyelere, duygulara, insanlara hapsettiğimiz günden beridir yapay mutluluklar için daha bir hırslanır olduk sanki. Yine de herkesin enine saygı duymak gerek. Benim için en önemli şey; yalın, samimi ve kasıntısız olmaktır hayatta.
Yazmanın belli başlı birçok kuralı var hepimiz biliyoruz ama bir anne için yazmanın ilk şartı evlatlarının uyumuş olması, evde belli bir düzenin sağlanmış olması ve bu rutinin devam ettirilebilir olmasıdır. Bunu başaramadığınızda asıl olan her şeyden kopuyorsunuz ve başarısızlık ile yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Annelerin suçluluk psikolojisini hiç anlatmayayım çünkü; en çok suçlanan, suçlu hissettirilen varlıktır anne. Yapabileceği bir sürü şey varken gelecek ve hayaller adına, haklarından feragat etmenin adıdır annelik. Ama bir o kadar da güzeldir, evlatla geçirilen vakitler. İçinde didişme, dip dibelik olsa da tatlı anlar örter bu karamsarlığı ve yoldaş olur evlatlarımız bize. Onlarla büyürüz, yürürüz onlarla yeniden öğrenmenin tadına varırız hayatı. Onların penceresi farklıdır ve bazen o pencereden bakmak bize uzak gelse de direnmeyi bıraktığımızda dopdolu bir manzaraları olduğunu görürüz. Kırka kadar hızlıca saydığım yılları ağır ağır yaşamaya karar vermenin adıdır kırklanmak. Ve çok anlamlı şu anda bu yavaşlık. Her günü tadını çıkararak, stres olmadan, sevilmek, onaylanmak kaygısı olmadan yaşayabiliyorsanız kırk yaşın üstündesinizdir. Kimileri seksenleri, doksanları özler durur, bazı insanlar geleceğe ışınlanmak ister hepimiz gözlemlemişizdir. Ben acısıyla tatlısıyla içinde olduğum anı yaşamak istiyorum bu iki düşünceden uzak. İçinde olduğumuz vakte ait olmak cesaret ister çünkü. Asi olmadan, şikayet etmeden, hatta sevimli hale getirerek günü kurtarmak o kadar büyük bir şey ki artık.
İnsanlığın teknoloji çağında bir sürü şeyi oldu ama; sabır, kanaat, değiştirilemeyen şeyleri kabullenme, hamt, şükür gibi kavramlar çöpe gitti adeta. Hani diyorlar ya bir şeyi ne kadar söylerseniz o olur diye. Ben bu hayatı çok seviyorum. Ben bu dünyaya kendimi tanıyıp, anlamaya geldim. Kendini sevmekle başlar her şey. Sevince güneş açar hayat. Sevince bahardır her yer. Karda kardelen, baharda çiçek açarsın benliğini tanıyıp yüzleşirsen. Kendimizi sevemiyorsak bizi kimsenin sevmesini beklemeyelim. Kendimize yabancı isek, insanları el görmeyelim. Söyleyip yazması bir çırpıda, yaşaması ise ağır bedeller gerektiren bir yolculuktur, insanın kendine yaptığı sefer. İç dünyamda bir hamam böceği de olabilirdim evet. Papatya düşleri biriktiriyorum oysa içimde. Öfkemi törpülüyorum içtiğim her yudum çayda. Seviyor, sevmiyor fallarına kapılmadan insanları sevebildiğim için en çok, teşekkür ediyorum kendime. Sevmek mi nefret etmek mi diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Kolay olanı nefret etmek. Ben zor hikayeleri sevdim hep iç dünyamda. Zor olan ney mi hayatı bir paket gibi her şeyiyle kabul edebilmek. Nedenlerim, niçinlerim yok, iyi kiler bir hale olmuş papatyadan. Göğümü onlarla süslüyorum.