Paslı Bir Tenekenin Hüzün Konçertosu
Ne zaman toprak oldu duygularım. Ne zaman bu kadar uzağına düştüm insan olmanın. Uğraşmadım değil var olmak adına bu hayatta ama konuşmaya hakkım yokmuş, çünkü paslanmış bir teneke gibi çirkin ve tehlikeliymişim...
Giderken diyecek son bir sözüm yok, anlamı da yok ya, geç olsa da anladım, meğerse ben sizin için bir hiçmişim.
Yanlış anlaşılmasın...
Hiçlik korkutmuyor beni. Bendenimin çürüdüğü gibi etrafımdaki her şeyin yavaş yavaş çürümesine de alıştım.
Hatta rutubetin gotik resimler çizdiği oturma odamda, çizgilerin ardındaki gerçekleri ısrarla arıyorum.
Bu, şaşırtmacalı bir oyun, farkındayım. Ne kadar uzun süre bakarsan, her geçen saniye değişecektir gördüğünü sandığın yüzler.
Ama kendini kandırmanın yollarını da bulur insan.
Tek bir gerçek yok, zamanla değişir gerçek bildiğin şeyler.
Kopuyor içimde bir şeyler, hissediyorum...
Her geçen an, kulaklarımın tahammül düzeyi giderek azalıyor, tenekeye sürten tırnakların çıkardığı kahredici sesler gibi içerlerimi parçalıyor gereksiz sesler.
Hani tam da o çıldırma anında, dayanma gücü için çaresizce bir yardım ararken insan,
duaların sahipsiz kalır ya, işte o an istemese de inanmayı bırakacaksın, derler…
Doğru mudur bilmem, zaten bunun cevabını da bir tek ben veremem...
Söylenmeyi isteyen öyle çok cümle var ki dilimde...
Daldan dala atlar gibi konuşmak istiyorum. İçimde senelerce biriktirdiğim her şey, aynı anda çıkmak istiyor sanki hapis kaldığı karanlığımdan.
Öylesine ve alakasız gibi dursa da, bir adım geriye gidip baksalar büyük resme, en azından gereksiz bir ruhsal intiharı önlerler...
Ama istemediler...
Umursayan kimse de kalmadı ya artık...
Böyle böyle yırtılmadı mı cennetin sıfatı zaten...
İçimde oturmayan ve sürekli beni rahatsız eden düşüncelerle doluyum. Artık şaşırmıyorum dese de dilim, mantık ile yönetilen kısmımla da olabilir böyle şeyler diyemiyorum...
Kurgusunun bile kurgucusuna şaşırdığı bir gerçeklikte, her sabah kendine yabancı gelen bir ruhla uyanmak, bu nasıl bir hastalıklı bir oyundur, anlamıyorum...
Ah söylemek istediğim çok şey var ama boş ve paslı bir teneke gibi çirkin ve tehlikeli olduğum için söyleyemiyorum .
Zaten Kim dinler ki beni, bu durum için kime içerleneceğim, bilmiyorum...
Susmanın erdemine eremeden, susmanın ezikliğiyle gideceğim gibi geliyor bu hayattan. Ardımda pişmanlığa dair bile bir şey kalmayacak. Hani iyilerden geçtim de kötülere bile ağlayacak kadar duygu kalmayacak ya içimde, ben ona yanıyorum.
Acaba, diyorum var-etme sanatındaki hangi beceriksiz akımın bir sonucu böyle oldum ki…
Hangi gereksiz aklın hizmetine sunuldum…
Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum.
Al işte bir cevapsız soru daha...
Tabi tabii ya, hakkımdır, sonuçta paslı bir teneke gibi çirkin ve tehlikeli biriyim...
Dünyada her şey yüzüme vurulmak ya da içinde kalmak için yaratılmış gibi geliyor bana. Başka ruhlarda olup da bende olmayan bir şeyler arıyor gözlerim.
Oldukça önemli bir özellikten nasibimi almamış olmalıyım ki, her defasında olurların bile olmaz tarafına yollanıyorum.
Bazen ama oldukça sinirlendiğim bazen, sormak istiyorum Tanrı’ya…
Cidden bu da mı gol değil, yapma ama, varlığın aşkına yeter, bak sana son kez yalvarıyorum…
Elden gelenlerin tükendiği yerdeyim...
Kendi elimle kendime zehir ikram ediyorum ve büyük bir keyifle kırmızı hapı içerken kendimi izliyorum.
Hem av hem de avcı olmak aynı anda, tıpkı hayat gibi işte, tıpkı hissettiğim ve hissettirildiğimin karşılığı gibi oluyorum.
Üzerime tam oturan bir durum bu, diyorum içimden. Başka ne yapabilirdim acabanın bir karşılığı da olmayınca elimde, üzerime tam oturan bu kılığı gururla taşımak dışındaki her şeyi görmezden geliyorum.
Ah ah büyük laflar beklenir gidenlerin ağzından…
Benim çok da söylenecek sözüm kalmadı galiba.
Ama söylemem gerekirse eğer bir kaç cümle..
Gözünüz aydın, sevinin, bakın olan oldu, artık paslı bir teneke gibi çirkin ve tehlikeli olmak dışında bir duygu taşımıyorum.