Puslu Çağ
Günlük hayatımızda çok sık kullandığımız, genellikle anlatılması zor ve güç durumlarda başvurduğumuz, herkesin kulağının aşina olduğu "söze nerden başlasam" diye bir deyim vardır Türkçe'mizde. Lakin içinde bulunduğumuz çağın getirdiği yozlaşmalar, sapkınlıklar,menfaat savaşları, toplumsal davranış bozukluklarını göz önünde bulundurduğumuzda bizim söze nereden başlayacağımız çok aşikar. Rahmetli şair Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi "çocukları ürkütülmüş bir dünyanın denizi mavi olsa ne yazar olmasa ne.". Evet çocuklarımız ürkütüldü. Anne babalar ürkütüldü. Toplum ürkütüldü. Biz ürkütüldük... Kadınlarımız göz göre göre cellatlarının elinde tutsak bırakıldı. Gençlerimizin beyinleri İnternet ve sosyal medya gibi mecralarla allak bullak edilip cehalet kuyularına atıldı. Erkeklerimiz ya korkutulup sindirildi ya da tam tersi bir reaksiyonla eli kanlı vahşi canavarlara dönüştürüldü. Ekonomik bağımsızlığını elinde bulunduramayan yaşlılarımızın birçoğu eski bir mendil gibi buruşturulup kenara itildi. Genç kızlarımız filmlerdeki dizilerdeki göz boyayan ışıltılı hayatların hayali ve özentisiyle uyuşturuldu. Şimdi diyorum acaba;gökyüzü hala temiz mi? Bulutlar mavi mi? Denizler serin mi? Kuşlar zamanında göçer, ağaçlar zamanda çiçek açar mı? Güneş her sabah mütemadiyen tüm ihtişamıyla doğar mı? Yıldızlar ışıltısıyla geceyi süsler mi? Peki bunlardan banane! Kime ne! Kaç kişi tanıyoruz çevremizde bunlarla mutlu olabilecek.. Gazetelerin üçüncü sayfaları, ana haber bültenleri kadın cinayetlerinin, çocuk kaçırma ve sapık emellerine alet etmelerin, kötü arkadaş kurbanı gençlerin, itilip kakılan şiddet gören ihtiyarların, uyuşturucu batağından çocuğunu kurtarmaya çalışan anne babaların, gaspların, vs. olaylarla dolup taştı. Yine Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi "ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim" diye düşünüyoruz birçoğumuz. Çocuklarımızın, gençlerimizin, bizden ayrı gözümüzden uzak, okulda, işte, yolda geçirdiği her dakikadan tek tek korkuyoruz. Ürküyoruz... Tedirgin ve endişeliyiz. Ya bişey olursa, başına bişey gelirse diye içimiz içimizi yiyor bir kurt gibi.... En önemlisi güven duygusunu çoktan kaybettik. Kimseden bana bir zararı dokunmaz diye emin olamıyoruz. En yakınlarımızdan, eşlerimizden, çoluk çocuğumuzdan, anne babamızdan, kardeşlerimizden, dostlarımızdan bile şüphe duyar konumdayız. Hatta ve hatta çoğu zaman kendimizden bile emin olamadığımız şüpheye düştüğümüz anlar oluyor. Tam olarak rahmetli Nuri Pakdil'in "yapayalnız dolaşıyor bu çağın insanı. Çünkü birlikte yürüyecek kadar bile güvenmiyor kimse birbirine" dediği noktadayız. Sürekli sırtımızdan bir hançer yeme korkusuyla başbaşa yaşıyoruz. Yine de dünyada güzel şeyler de yaşanabileceğine olan inancımı kaybetmeden, bir gün mutlaka iyilik kazanacak inancıma sımsıkı sarılarak ümidimi taze tutup sözü yakın zamanda aramızdan ayrılan, dünya sürgününü tamamlayan Sezai Karakoç'un "geldik çağı gördük ve ürperdik" anektoduyla noktalıyorum...