Radyolu Günler
Avlusunda çay içip gözleme yemek için girdiğim Pirinç Han'daki bir antikacıda gördüm o lambalı radyoyu...
Yaşları kırkbeş-ellinin altında olanlar hatırlamaz o kallavi, lambalı radyoları. Açardınız, ısınmasını beklerdiniz birkaç dakika. Şimdiki radyolar gibi anında ses vermezdi.
Günümüzde televizyon evlerde neyse dünümüzde radyo da oydu. Ailece oturur radyo dinlerdik çay-pasta-börek üçlüsü eşliğinde. O tarihlerde tek bir radyo kanalı vardı; TRT radyosu. Daha sonra birkaç kanal daha kurulunca konulmuştu TRT 1, TRT 2, TRT 3 gibi adlar. Büyüklerimiz haberlere 'ajans' derlerdi. Radyonun ilk yıllarında öyle denirmiş. Biz 'TRT haber merkezinin sunduğu haberler'e yetişebildik.
Çarşamba akşamları (Yoksa Perşembe miydi?) herkesi radyo başına toplardı 'Radyo Tiyatrosu'. İlk zamanlar adı 'Mikrofonda Tiyatro'ydu, daha sonra 'Radyo Tiyatrosu' olmuştu. Dönemin en tanınmış devlet tiyatrosu sanatçıları seslendirirdi oyunları, kimler yoktu ki aralarında; Ejder Akışık, Aykut Sözeri, Sönmez Atasoy, Yıldırım Önal, Semih Sergen, Nurşen Girginkoç, Can Gürzap... Haldun Taner'in, Behçet Necatigil'in, Orhan Kemal'in radyo için yazdıkları özgün oyunlar oynanırdı Radyo Tiyatrosunda. Klasik eserlerde 'radyo için uyarlanır'dı. Oyunları 'radyoya uyarlayan' ve 'oyunda rol alan sanatçılar' değişirlerdi sürekli, değişmeyen tek isim efektördü; Korkmaz Çakar. Dört gözle bekler, soluk almadan dinlerdik bu güzelim eserleri. Daha sonraları eserlerinin büyük kısmını okuyacağım birçok yazarla tanışıklığım Radyo Tiyatrosu sayesindedir.
Televizyonda dizi izlerken, bazen bir karakter için 'Olmuş mu? Bu adam/kadın bu role hiç gitmiş mi?' diye düşündüğünüz olur mu? İşte bu duyguya radyoda temsil dinlerken kapılmazsınız. Bir karaktere hangi tipi uygun görürseniz, sesini ilk duyduğunuzde gözünüzde nasıl canlandırırsanız o niyetle dinlerseniz. Castingi siz yaparsınız yani. O rolü hayalinizde kime yakıştırdıysanız onu oynatırsınız. İşte radyonun televizyona göre üstün olan özelliklerinden biridir bu bence.
Bir de Arkası Yarın vardı sabah saat 10-10.20 arası. Hala var ama ağlayanı, pardon, dinleyeni yok. Hafta içi dinlerdik Arkası Yarınları. Beş ya da 10 bölüm olurdu. Arada bir bölümü kaçırsan da sorun olmazdı, her bölümün başında geçmiş bölümlerin kısa bir özeti verilirdi çünkü. Jack London'ın ünlü Martin Eden adlı eserini Arkası Yarın vesilesiyle tanımıştım. Martin Eden karakterini Ejder Akışık seslendirmişti. Daha sonra birkaç kez okudum bu enfes romanı.
Radyonun toplum üzerindeki etkisini anlatan en güzel örneklerden biri Orson Welles'in 1938 yılında New Yorklulara yaptığı şakadır. Welles'in oyunu, sıradan bir radyo yayınında Marslıların dünyayı istila etmeye başladığına dair haberlerin stüdyoya ulaşmasıyla başlar. Onbinlerce insan panik içinde sokaklara dökülür. Oyunun sonunda Welles; bunun bir oyun olduğunu anons etse de ertesi gün gazete manşetlerinde yerini alır.
Haftanın hangi günleriydi, kaç saat olurdu hiç hatırlamıyorum ama bir de dil dersi veren program vardı. İngilizce, Fransızca ve Almancayı hatırlıyorum da başka diller var mıydı öğretilen, orası karanlık. Hatta bir de gazete haberi hatırlıyorum bu konuyla ilgili. Bir terzi, dükkanında hergün bu dil öğreten programları dinlermiş de, adam özel bir çaba sarfetmeden, sırf kulak dolgunluğuyla birkaç dili anadili gibi öğrenmiş bu program sayesinde. Haber gerçek miydi yoksa o zamanda medya (Gerçi medya lafı da sonradan icat oldu, 'basın' denirdi eskiden... Yok artık, 'matbuat' denildiği zamanlarda ben de yoktum) bugünkü gibi asparagasçılar tarafından işgal edilmiş miydi bilemeyeceğim.
Çok daha sonraki, televizyonun radyo karşısında ezici bir üstünlük sağladığı yıllarda bile radyoyla ilişkim bozulmadı. Üniversite yıllarımda gece geç saatlerde çalışılan derslerde bana arkadaş olan yine eski dosttu. Gece 23.20'de, haberlerin hemen ardından başlayıp 01.00'e kadar süren 'Gecenin İçinden' adlı müzik ve sohbet programı vardı. 'Eee ne var? Şimdi özel radyolarda böyle programlar sürüsüne bereket' dediğinizi duyar gibiyim. Yok yok, o zamanlar bu programları yapan insanlar ehliyetli kişilerdi. Gerçek kültür ve sanattan söz ederlerdi bu tür programlarda, Türkçeye saygı gösterir, doğru konuşurlardı dillerini. Şimdi kendilerine DJ diyen dingiller gibi Türkçenin anasını ağlatmaz, kafasını gözünü yarmazlardı.
Ahh Ah!!! Ne güzeldi o eski radyolu günler Mehmet bey. Aynı radyonun benzeri bizde de vardı ve aynı şekilde bizimki de geç açılırdı. Üstünde bir sürü tanımadığımız yazı Bratislava-München-Bükreş vb. Radyo Tiyatrosu ve Arkası Yarın'lar müthişti. Ben çocukken en çok saat 21.00 e doğru masal saatini severdim. Arada parazit filan yapardı ama o yıllarda müthiş bir şeydi. Cumartesi pazar günleri birinci lig maçlarının naklen yayını. Ayrıca Orson Welles ile ilgili anlattığınız anekdot da güzelmiş kayda değer. Medya lafı sonradan lügatimize girdi dediğiniz gibi. Kutluyorum bu güzel nostaljik denemenizi...👍
12 Haziran 2011 tarihli bu şiirde renk katsın bakalım yazıya...
Parazitli Radyo
Salon da Şifoniyerin üstünde dururdu Daha televizyonun yurda gelmesine bir iki sene varken Sihirli kutu Akşamları dokuz dedi mi, içinde çocuklara masallar olurdu...
Zırt pırt cızırtı yapar, buluttan nem kapar Tam masal dinliyorken Bazen elektrik kesilir, napıcan sen de yat erken erken...
Pazar günleri kanal arardı babam Maç dinlemek için Bazen tepesine bir şaplak kondururduk Bir iki düzelir gibi olur İnatla ısrarla yine parazit yapardı...
Yurttan Sesler Korosu başımızın tacıydı Neşet Ertaş, Nida Tüfekçi, Tanju Okan, Zeki Müren Televizyona karşı mücadelen zor Diren bakalım parazitli radyo direnebildiğin kadar diren...
Merak ederdik bazen, önünde bir sürü yabancı yazı Bratislava, München, Bükreş, Belgrad Konuşmalarından birşey anlamasakda Kulaklarımızı alamazdık...
Tek kanallı T.R.T. Radyosu Bazen acil kan anonsu Nerede şimdiki gibi, yok dolar fiyatı, yok altının onsu...
Siyah beyaz hayatımızın Renkli nostaljik parçasıydın sen parazitli radyo...
Ahmet Zeytinci
Sayın Peynirci, bizlere paylaşmanın,sevginin ve tüm insani değerlerin zirve yaptığı o günlerden...robotlaştığımız bu günler arasındaki farkı anlatan can alıcı bir yazıydı...Tebriklerimle