Ruh Avazı
Slow bir şarkının bağrı yanık anını yakaladı kalbim. “Çekiyorum, gülümse” dedi kulaklarıma fısıldayan acılı Tanrı’ya. Şimdi sanki onun sesini dinliyor; şarkının playback nefretinden canlı yayınına açılıyor ruh avazım. Sesim, sesime duyulmuyor. Yanlış yerin kilim döşeyen balkon sefasındayım. Ruhuma açılan pencerelerin gözlerimle zalim kaldırımları kestiği aşk kusurlarım seksek oynuyorlar karşımda. Hep güzel sevendim ben.
Dinleniyorum. Geceler aynı çaresizliğin arkası yarın ezberi ve gideni beklemek kalbime kalan tek miras. Ben, beklemeye o kadar zenginim ki çeklerim karşılıksız çıksa da bu aşk kadar karşılıksız olmaz. Karşılıksızların karşısındayım; karışığım…
Türk sanat müziği ile başım belada. “Bir daha kimseyi sevmeyeceğim” şarkısını dilimin döşemesine yerleştirmiş zaman, dilim döndüğünce yemin ediyor gibi kalbim.
“Seviyorum” cümlesinin başkasına yatılı misafir olduğu sembolik cinayetimde umudumu öldürdüm ben. Hiçbir susuş, hiçbir yokluk koymaz bana.
Ben de “seviyorum” Kalın kaşlı zaferlerim makyajsız yarınlarımın görücü bekleyen umarsızlığı…
Avaz, avazım çıktığı kadar. Bir dişi kaldı sevmenin, bir gülüşü, bir nefesi. Sonrası zaten bahtiyar bir unutuşa kep fırlatmak mutluluğu.
Mezun olacağım; aşk doktoramdan mimlenen yalnızlıkları diplomamın zaferiyle uzatacağım kalbimin güzelliğini seçemeyene.
Bak, geliyor uzaktan öyle narin ve öyle yavaş; sanırsın ürkekliğinde samimi bir aşk yatıyor bana karşı. Sanma. Ben de başta öyle sandım, sana sana sattım mutluluk kolyelerimi. Artık sadeyim.
Yarın, yarım ise bugün tam olamadığı için. Bugün tam olamadıysa ben bir kalpte tamamlanamadığımdan…
Tam olmak, ruha kep attırmaktır. Halbuki ben bedene defolu bir diploma sunacağım, yalnız kaldığım aşkta mutlu olduğumu sanayım diye…
Yalnızlıkları hüzünler kovalamış.
Sana sana sattım mutluluk kolyelerimi derken, klavye kazası mı? Yoksa yazılış böyle mi?
Yüreğine kalemine sağlık
Sevgiler
DeLi-oĞLan
Ve günün yazısı ile taçlanmış.
Alkışlı/yorum.
Sevgiler.
DeLi-oĞLan