rüya

02.47

Ben gözlerimi bin bir kâbusa yummadan önce, hafızama kazınan son zaman dilimi bu... Zaten her gece aynı resital sergilenmiyor mu beynime? Uğultu, karanlık ve yatağımı sallayıp duran o tuhaf gizil...

Muğla...
Üniversite hayatımda çıktığım o ilk ev. İki odasıyla o minicik kuytu ev. Hani şu Salih Ağabey'in alt katında oturduğumuz daire. Oradayız. Yanımda ne alaka bilmiyorum ama Gülay var. Yatak odası olarak kullandığımız iç taraftaki odadayız ve kalbim deliler gibi çarpıyor. İçimde nedenini çok iyi bildiğim o korku...

- Gülay, ne işimiz var burada, kalk gidelim.
- Bilmiyorum Ayşe. Haklısın. Ama nasıl gideceğiz, ya duyarlarsa?
- Sessizce çıkarız, hem Pazar bugün. Herkes geç kalkacak.
- Hadi acele et o halde.

Ve Merve girdi odaya. Üzerinde tuhaf bir gecelik ve elleri buruş buruş.

- Lanet olsun
- Aa! Ayşe abla senin ne işin var burada
- Öylesine... Canım bizi burada gördüğünü kimseye söyleme olur mu?
- Söylemem

Buruş buruş elleriyle, beyaza kesmiş yanaklarımı okşayıp öptü ve gitti...

- Gülay acele etsene, şimdi uyanacaklar
- Dur şu fotoğrafları alayım bekle bir saniye
- Hangi fotoğraflar?
- İşte şunlar...

(Fotoğraflara bakıyorum. Ancak tuhaf olan bir şey var. Fotoğraflarda kimsenin yüzü yok. Sadece sevgili oldukları her halinden belli olan iki kişi.)

Derken içeri bir kadın girer. Güzel, alımlı ve Pazar sabahının tüm ihtişamıyla kahvaltı hazırlamak için mutfağa doğru uygun adımlarla ilerlerken, duyduğu sesler üzerine odaya girmeye karar vermiş o kadın. Hicran...

- Senin ne işin var burada Ayşe?
- !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! ( Gülay'a dönüyorum )
- Allah kahretsin Gülay ben sana acele et dememiş miydim?
- Ayşe senin burada ne işin var?
- Şey ben, şey, benn, hımm, ben yani...

Mavi pijama takımı ile orta boylu, esmerce bir kız daha girer odaya. Seda.

- Ayşe?
- Evet benim. Şey ben sadece fotoğraflarımı almak için gelmiştim.
- Çok kötü görünüyorsun, ağlayacak mısın?
- Hayır, tabii ki ne ağlaması, gayet iyiyim ben, fotoğrafları alıp çıkacağım.
- Onlar uyanacaklar şimdi. Bir an önce alıp gitsen iyi olacak.
- Haklısınız.

Odaya ne alaka ise yeğenim Kadir girer. ( ablamın oğlu ) rüya bu ya, güya babası ölmüş ve ben öyle üzülüyorum ki. Tüm gücümle ona sarılıp ağlamaya başlıyorum. Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.

- Kıyamam sana bir tanem.
- Teyzeciğim ben iyiyim, canımı acıtıyorsun.

Aslında ağladığım Kadir'in babasız kalışı falan değil. Sadece acizliğime kılıf uydurmak. Bir zamanlar aynı kahvaltı masasında yer alıp, aynı olaylara tanık olduğum bu insanlara yabancılaşmış olmam. Bir zamanlar tüm kalbimle sevdiğim ve âşık olduğum adamın içeride, bir başka kadınla uyuyor olduğunu bilmek. Aslında tek isteğim o an bağıra bağıra ağlamak ama bunu yaparken kendimi sefil duruma düşüremem. Kadir benim için o esnada sığınabileceğim yegâne liman oluyor. Yeğenime, canım, kanım her şeyim olan bu masum çocuğa sığınarak asıl acılarımı perdelemeyi başarıyorum. Öyle çok ağlıyorum ki, normalde sinüzit yüzünden asla akmayan burnumdan iltihaplar süzülmeye başlıyor. Sanki burnumdan değil de beynimden gelen bir acı, şakaklarımdan süzülen bin sanrı, akıp gidiyor yanaklarımdan.

Yüzümü yıkamak için banyo ve tuvalet olarak kullandığımız yere gidiyorum. Yıkıyorum, yıkıyorum ama bir türlü geçmiyor o ağlama hissi. Geri döndüğümde odaya onu görüyorum. Sanırım vermiş olduğumuz yoğun rahatsızlıktan dolayı uyanmış olacak ki karısıyla gelip başköşeye kurulmuş.

Hiç bakamıyorum yüzüne nedense. Belki yüzlerinde görmeyi umduğum o alçakça gülümseyişi kaldıramayacak olmanın verdiği ezici utanç, belki de korkaklık. Bilmiyorum. Bakamıyorum ama. Ağlamayı kesiyorum çünkü ağlayamam onun gözleri önünde. Sadece sesini duyuyorum belli belirsiz.

- Özlem, ben seni hep üzüyor muyum canımın içi, oysa bilsen nasıl seviyorum seni, canım gibi, parçam gibi, prensesim benim...
- Hayır, canım, üzmüyorsun.

Eee! Ne demek istedi şimdi bu oğlan? Söylediği sözün belli bir anlamı var mı? Vardı sanki. Anımsamıyorum, kahretsin. İçimde yoğun bir gitme ve soğuk havaya nazır ağlama arzusu mevcut sadece. Bir an evvel oradan uzaklaşabilmek. Bunlar da tuhaf mıdır nedir, kahvaltıya kalmamızı istiyorlar.

- Yok, biz evde yaparız kahvaltımızı, teşekkürler.

Dış kapının oradayız. Gülay nerede bilmiyorum. Hicranla konuşuyoruz. Ellerinde minicik bir köpek yavrusu var. Aman Allahım öylesine sevimli ki.

- Anne, bu benim olabilir mi?
- Olabilir kızım tabii ki
- Gerçekten mi?
- Evet...
- Anne ben seni gerçekten sevdim.
- Ben de seni gerçekten sevdim Ayşe.

İçimde bir yanma hissi var. Boğazım yanıp kavruluyor sanki. Ellerimde tuhaf bir ıslaklık hissediyorum. Baktığımda ayalarımdan sızan yaşlara şahit oluyorum. Ağlıyor köpeğim, avuçlarımın arasında. Mana veremiyorum yok yere akıttığı damlalara. Sonra dikkatlice bakıyorum. Ağlayan köpek değil, benim kendi avuçlarım.

Ve diğer elime tuttuğum silik fotoğraflara yeniden bakıyorum. Yüzler anlam kazanıyor. Mavi gözleriyle ışıl ışıl bakan bir adam, içten gülümseyen bir kadın. İyi ama bu kadın ben değilim. Fotoğraftaki kadının kıyafeti bir anda değişiyor. Üzerindeki siyah bikini, birden bembeyaz bir gelinliğe dönüşüyor. İstemsizce yere fırlatıyorum fotoğrafı. Köpeğimle yavaş yavaş oradan uzaklaşıyoruz. Ellerimde hala ılık bir ıslaklık var...


Lanet olsun, gene deprem oluyor. Allahım ne olur kesilsin artık. Yatağım deli gibi sallanıyor ileriye geriye. Kalbim infilak etmeye hazır bomba gibi. Delice çarpıyor. Her gece yaptığım gibi içten içe kendimi telkin edip ona kadar sayıyorum. Geçecek. Biraz sonra geçecek Ayşe, sakin ol.

Hakikaten de önce yatağın sallanması geçiyor sonra kalp çarpıntım. Yatakta doğruluyorum ve cep telefonumun ışığından saati kontrol ediyorum.

03,19

Kalkıp bir sigara içiyorum, boş gözlerle duvarımı izliyorum ( ki her bir çentiğine aşinayım artık) ve üşüme hissiyle ışığımı söndürüp bir sonraki kâbusa doğru ağır ağır dalıyorum.

19 Ekim 2009 6-7 dakika 12 denemesi var.
Yorumlar