Rüya Şehri İstanbul
Horozların ötmesiyle yeni bir güne başlanır bu köyde. Sabahın erken saatlerinde yaşlı teyzelerin ahırlara gidip süt sağmasıyla başlar.
Sabah kahvaltısı yapıldıktan sonra köyün tam ortasındaki avluya büyük bir meydan sofrası kurulur. Köy halkı gelmeye başlar, genci, yaşlısı, çocuğu gelir; hep birlikte otururlar sofraya vakitlerini keyifli geçirmeye başlarlar. Çocukların oyun sesleri daha da keyiflendirir meydanı.
Bu köyde eğlence için düğünler, halat yarışmaları, çuval oyunundaki tatlı rekabetler ve birçok eğlence düzenlenir. Bunca güzellikler, eğlenceler arasında küçücük, masum ve yüzünden anlaşılan temiz kalpli bir kız geziniyordu meydanın birkaç metre ilerisinde. Canı bir şeye sıkılmıştı, belliydi. Yanına yaklaşıp ona soru sorduğumda tek bir kelime çıkmıyordu ağzından, üzgündü.
'Neden böyle mutsuz ve tek başına geziniyorsun? Eğlenceye niçin katılmıyorsun?' diye sorduğumda:
'Köyümden çok sıkıldım, tamam burası çok güzel ama İstanbul diye bir şehir varmış. Orası söyledikleri kadar güzel mi çok merak ediyorum, gezmeyi çok istiyorum.' Dedi ve zeytin gözlerinden yaşlar süzüldü yanağından.
'Birkaç gün sonra İstanbul'a döneceğim. Eğer ailenin izni olursa seni de İstanbul'a götürebilirim ' deyince küçük kızın gözleri parladı bir anda. Gözlerindeki parıltıdan belliydi çok sevindiği. Öncelikle küçük kızın ailesiyle tanıştım. İyi insanlara benziyorlardı. Buradaki işlerimi bitirip küçük kızın ailesinden de izin aldıktan sonra rüya gibi şehre iki kişilik bilet ayırttım.
İskeleye yürüyorduk ve küçük kızın kalp atışları dışarıdan duyuluyordu, heyecanlıydı. İlk defa vapura biniyor ve ilk defa denizi görüyordu.
Demirlere tutunarak terasa çıktık. Vapur motorunun yaptığı beyaz köpüklerle deniz berrak gözüküyordu. Havanın ılımanlığı ve uçuşan bembeyaz martılar küçük kızı adeta büyülemişti. Manzaranın görünen iç yüzü bambaşkaydı onun için. Çünkü ilkti.
Birer bardak çay ile iki simit aldım içeriden. Kızın heyecanı o kadar fazla ve görülmeye değerdi ki simitini yemeden gökyüzünde süzülen martılara atmaya başladı. Martıların çıkardığı sesler ona İstanbul'u anlatıyordu sanki. İleride çok ileride adalar gözükmeye başlamıştı. İstanbul'a yaklaşıyorduk. Kızın kalp atışları kulaklarıma kadar geliyordu. Vapur iskeleye yaklaştı. Küçük kızla birlikte yavaş yavaş onun meraklı gözleri ve sorduğu sorularla indik vapurdan.
O renkli, İstanbul'un büyülü güzelliğini anlatacaktım ona, tarihini gezdireceğim yerlerde olduğunu gösterecektim.
Kadıköy vapur iskelesinde biraz yürüdükten sonra önce Çamlıca tepesiyle başladık gezimize. Küçük kız biraz daha büyülenmişti. Çamlıcadan gözüken olağanüstü manzara ayaklarını yerden kesmişti. İlk defa kendini bir kuş gibi hissedip o tepeden özgürce, korku olmadan uçmak istediğini söyledi.
Çamlıca tepesinde ufak bir çay molası verdik. Nefes nefeseydi. Gözleri merak içinde etrafı izliyordu. Çayından bir yudum aldı ve şu soruyu sordu. 'Bunun kadar güzel başka yerler var mı? ' dedi ve tekrar çayını yudumladı. Benim sorusuna cevabım : ' Bu hiç bir şey değil, daha çok şaşıracaksın dedim ve masadan kalktık. Boğazı seyrederek karşıya geçtik.
Galata köprüsünden Cağaloğlu yokuşunu nefes nefese çıktık ve ona göre uzun bir kulenin yanında durduk. Galata Kulesiydi. Oraya çıkmak istedi. Galata kulesinin kapısından girdik ve merdivenin parmaklığından yukarıya baktı, yüksekti. Merakla merdivenleri çıktı, yukarıda ne olduğunu bilmiyordu. Ve sonunda en yukarıya çıktık. Kızın heyecanı yanağından süzülen yaştan belliydi. Hiç olmadığı kadar mutlu olduğunu haykırdı. Biraz etrafı seyrettikten sonra bir fotoğrafını çekmemi istedi, rüya olmamasına inanmak için. Kaldığımız yerden devam ettik, sıra o televizyonda gördüğü hep turistlerin gittiği Topkapı Sarayındaydı. Sorular soruyordu. Şaşırmıştı, eski tarih kitaplarında yaşayan padişahların bu kocaman sarayda kaldıklarına inanamamıştı. Daha önce görmediği kadar ihtişamlı bir o kadar gerçekçi bir yerdeydi.
Saray adalarını keşfettikten sonra Sultan Ahmet meydanındaydı sıra. Caminin avlusundaki kuşların içine daldı koşarak. Bir bardak yem aldı ve avucuna döktü. Eline gelen kuşlar kalbini yerinden sökecekti. Avluyu uzunca turladıktan sonra Yerebatan Sarayına gittik ve onu en çok şaşırtan yer olmuştu. İçindeki balıkları ve kalın blokları hayrete düşürmüştü onu. Benden bozuk para istedi. Sesli bir şekilde dilek tutup parayı büyük balıkların arasına attı. Dilediği dilek ise:
'Allah'ım lütfen hep bu güzel şehirde hep bu güzel şehirde kalayım ' oldu. Oradan çıktıktan sonra bir mola daha verdik. Küçük kız acıkmıştı. Karnını doyurduktan sonra yola devam etmek için kalktık ama hava kararıyordu. Küçük kızın yorulmaya niyeti yoktu. Yavaş yavaş dönüşe hazırlanıyorduk. Ezan sesi duyuldu. Beyazıt'tan doğru Sahaflar Çarşısına gittik. Kitap okumaya meraklıydı. Birkaç kitap aldıktan sonra Eminönü'ne geçtik. Hafif hafif balık kokusu geliyordu. Küçük kıza teknede yapılan balıklardan aldım ve tadına baktı. Bana döndü ve söylediği tek şey: ' Bu balıkları daha önce hiç böyle lezzetli yememiştim' oldu ve yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Yemeğini bitirdikten sonra yeni camide namaz kılıp dışarı çıktı, caminin avlusuna. Derin bir nefes aldıktan sonra ellerini açıp gökyüzüne bakarak : ' Allah'ım iyi ki böylesine güzel bir şehri bana gezdirmeye fırsat verdin ' dedi ve dönüp ona bu büyüleyici şehri gezdirdiğim için teşekkür etti. Unutamayacağı bir geziydi. Ve İstanbul onun için rüya gibi bir şehirdi. Kızın köyüne döndüğünde o meydan sofrasında anlatacağı rüya gibi bir İstanbul vardı...
Öykü tadında güzel bir yazı olmuş kimi eksikler olmasına karşın gerçekten beğendim. O eksik olan kısımları belirteceğim ayrıca.. Aynı kalınlıkta devam et.. Selamlar
bu mükemmel kelimeleri birleştirip şaheser bi yazı dökmüşsün... Güzelliğin yansımış.. Eyv.. 👍