Sabahı Olmayan Akşam
Bazı şarkıların sözleri hem oldukça anlamlı hem de çok dokunaklıdır, daha ilk dizesinden başlayıp tutsak eder dinleyeni, yüreğin en ince tellerine dokunur ve alır savurur uzaklara. Ne tür duygular içinde, nasıl ve neden yazılmıştır, çoğu zaman bilemeyiz; düşünmek de hiç aklımıza gelmemiştir. Düşünsek bulur muyuz, hiç sanmıyorum. İçine girmek gerekir bence, eğer açık bir yeri varsa, yazan buna izin vermişse.
Bestelenmemiş olanlar için bile 'şarkısı içinde saklı' der, şiir okumayı ya da yazmayı becerebilen birçok arkadaşımız. İster şiir olsun ister şarkı, yazmak da okumak da yorumlamak da duygu işidir çoğu kez. ' Sanat ' sözcüğünün değeri de burada saklı sanırım.
Bestelenip şarkıya dönüşenler daha da ayrıcalıklı olur bildiğiniz üzere, hele de önce bir ustanın eline sonra da dillere düşmüşse.
'Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç !
Cihâna bir daha gelmek hayâl edilse bile
Avunmak istemeyiz böyle bir teselliyle
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve ortasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece
Guruba karşı bu son bahçelerde keyfince
Ya şevk içinde harab ol ya aşk içinde gönül
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül"
Bu dizelerin yazarı olan Yahya Kemal BEYATLI nın Münir Nurettin SELÇUK ile yaptığı özel bir konuşmada :
' - Bana söz ver, benim şiirlerimi senden başka hiç kimse bestelemeyecek, buna izin vermeyeceksin, onları ancak sen besteleyebilirsin. '
dediğinden midir böylesine iz bırakması, yoksa ikisinin de İstanbul aşığı olmalarından mıdır bilinmez. Bilinen o ki, her dinleyişte daha bir derinden işliyor yüreğe, daha da dağlayıp bir köz gibi yakıyor. Hani bir de üstü kapanmamış yeni bir yara varsa içinizde, erken bir ayrılık yaşamışsanız yakın zamanda, gözyaşlarınız kurumamışsa daha.
Yalnızca birinden değil aslında tüm şarkılardan hüzün damlıyor şimdi yüreğimizin kılcallarına.
Notalardaki diyez ve bemoller buruk bir ağız dalaşında sanki.
Güneşin soldurduğu tüm şarkı sözleri ağlamaklı.
Darbukanın "düm" sesleri boğuk, buzlu bir gecenin artığı gibi.
O iyi bildiğimiz kanun bile Mehmet ' in dizinde eğreti duruyor, Derin ' in gözleri dalıp dalıp gidiyor uzaklara.
Ne söylersem söyleyeyim, ne yazarsam yazayım biliyorum ki bırakıp gittin bizi ve artık dönülmez yerdesin ama bu bile bir daha hiç karşılaşmayacağımız anlamına gelmiyor biliyor musun !
Gerçek şu ki, günü geldiğinde bir gün biz de senin yanına geleceğiz birer birer.
Hem, gittiğin yerde belki de ilk koroyu biz kurar ve çalışmalarımızı burada bıraktığımız yerden sürdürürüz. Olur ya o zaman çalışmalardan zaman bulamadığımdan sana söyleyeceklerimi söyleyemem, belki aklıma gelmeyebilir, unuturum belki, işte bu nedenledir ki içimi şimdi dökmeliyim sana.
Öncelikle söylemeliyim ki olmadı arkadaşım, olmadı sevgili İbrahim ELBÜKEN !
Bu yaşta sana hiç yakışmadı be arkadaşım, böyle mi konuştuk biz seninle ?
Soyadında olduğu gibi elimizi bükecekken boynumuzu büktün sen bizim, elimiz koynumuzda kaldı; udun akordunu düzenleyecekken telini kopardın be arkadaşım !
Şunun şurasında kaç zaman geçti ki, daha yeni tanıdık sayılır biz seni, kaç gün birlikte çalıştık daha ?
Kocaman bir dosya ve bir yığın şarkı notası koymuştun önümüze, "udu epeyce pişirdim, bunları birlikte geçeriz" demiştin hani !
Bu yaz akşamlarında, bizde ya da sizde, belki de bazen kimseyi rahatsız etmeyeceğimiz açık alanlarda sen udunu çalacaktın, biz söyleyecektik; öyle demiştin ya bize ! Unuttun mu yoksa ?
Ne de olsa ayrı kaldığımız kış döneminde Ankara ' da gitmedik koro bırakmamıştın, arada bir telefonla konuştuğumuzda "çok özledim sizi, gelince anlatacağım her şeyi" diyordun. Özellikle de Vedat Kaptan YURDAKUL ' dan uzun uzun söz edeceğini söylüyordun bize.
Söz vermiştin bu yaz erken geleceğim aranıza diye.
Sonrasında kısa bir gecikmeyle de olsa geldin katıldın aramıza. Kolunda rahatsızlık oluştuğunu ama geçtiğini söylemiş ve sonra da Ankara korolarında geçtiğiniz şarkıları göstermiştin bize. Çok geçmedi üzerinden, daha geçtiğimiz gündü, koro çalışmamızdan sonra "haydi bize gidelim, çalışırız az daha" diye kolumuzdan tutup çekiştirmiştin bizi.
Üçer kocaman köfte ile yanına kızarttığın patateslerin ve hemen bahçeden topladıklarınla yaptığın yeşilliği bol salatanın tadı damağımızda kaldı be arkadaşım. Bir de kendi ellerinle yaptığın kayısı suyundan koymuştun yanına, üstelik oruçlu olmana karşın hazırlaman yetmiyormuş gibi biz yerken yanımızda kalıp bizimle de tatlı tatlı konuşmuştun.
Sonra da açmıştık notaları önümüze, bir yanında ben öte yanında Erdoğan; sen vuruyordun udun tellerine biz söylüyorduk. Gürül gürül akıyorduk çağlayanlar gibi. Evin önünden geçenler bize gülümseyerek el sallıyorlardı. Üçümüzün de yüzünde güller açıyordu, iki saatten uzundu böylesine geçen zaman.
O nasıl bir keyifti arkadaşım ! O nasıl bir çalışmaydı..
"Bunu sık sık yapalım ! " diye sözleşerek ayrılmıştık o gün birbirimizden.
Sonradan duydum ki koro çalışmalarından çok önce gelip ortalığı kolaçan ediyor, son hazırlıkları yapıyor, oturma yerlerini düzenliyormuşsun. Her yere nasıl yetişiyordun sen arkadaşım ? Koşar adımdın hep, on parmağında on hüner olanlardandın. Çok daha önceki yıllarda seninle karşılaşmış olmayı ne çok dilerdim. Kırklareli doğumluymuşsun, a be bunu da bilmiyordum ben, bak yeni öğrendim daha !
Uddaşın Tayfun Bey ' e bir güzel söyledim senin dediğini biliyor musun ?
" Bu udun sesi çıkmıyor" demişsin arkadaşıma, kolundaki ağrı nedeniyle udunu sana verip benim yanıma oturduğu son koro çalışmalarımızdan birinde
" Bak arkadaşım, benim udun sesini duyuyorsun değil mi ? " diye bana doğrulattı dedim.
Boğazımıza bir şeyler takıldı, burnumuzu çektik ikimiz de ; gülemedik ya !
Kısa zamanda ne çok güzel anı biriktirmişim seninle arkadaşım, yalnız ben değil herkes aynı fikirde benimle. Ne çok anlatıyorlar seni bir bilsen.
Neyse, ötede konuşacağız ya seninle anlatırım, burada tümünü anlatmayayım değil mi ya !
Oralarda karanlık bol olurmuş sanırım, o nedenle mi hep "ışığı bol olsun" diyorlar bilemiyorum !
Ben de " yıldızlar yoldaşın olsun" desem kabul eder misin !
Güle güle arkadaşım...
Güle güle güzel insan...
Güle güle sevgili İbrahim ELBÜKEN...
Şimdi bir isteğim var senden, beni bağışla olur mu..
Duyma ve görme hem ; izin verirsen azıcık ağlayacağım !