Saçmalama Tonunda Ruhumun Tortusundan Ayıkladığım Beşeri Sayıklamalar
Bugün dünün ertesiymiş, yarın olunca da bugünü yaşamadığımı anlayacağım belki . Farkındalığın kaygısıyla kaygısız yarınlar unutkanlığı belki de, bitişlerin azalttığı henüz ayak basılmamış dünya. İnanın o kadar tanıdık ki bu günler, ezberlemedim desem, yalancının mumu olurum yatsıya kadar yanan. Tanıdık yeknesak ritüeller zinciri sanki herşey. Onlarca yıl tekdüzeliğin kara sabanıyla sürülmüş aslında ömrümüz. Eğreti tünediğimiz bir düven üzerinde, eskittiklerimizi, yaşanmışlıklarımızı ezmişiz hep, yaşanacaklarla birlikte. Söylesin lütfen biriniz, hangi anınız saman sarısı değil şimdi? Gıcırdayan ruhumuzu çevreleyen denizlere kapamışız, yaşamın anlamını yüklediğimiz sahildeki rıhtımda demirli, için için çürüyen belleğimize. Belki de mavisi bile çalınmış martıları tutsak iç denizlerimizin. Çıplak, kuru dallı, yazanı belli olmayan anonim sayıklamalardı belki, ısırgan otlarından yapılmış yastıkta uyuttuğumuz düşlerimiz.
Belki de nadasa durduk, zaman boyarken ömrümüzün tuvalini bizden izinsiz. Hep içinden geçtik, geleceğimiz gömülmüş, taşları sadece tarihlerden ibaret, mezarlıklarlar dolusu yaşam kesadı yorum getiremediğimiz günlerin. Günleri birbirine iğneleyip haftaları, haftaları birbirine düğümleyip ayları, ayları bölümleyip mevsimleri, mevsimleri birbirine lehimleyip yılları doldurduk ömrümüzün dibi delik çuvalına. Yaz düşleri kıvamında, yarınlara gebe beklentiler biriktirdik, yazgımızın aldanç doldurulmuş çıplak ıssızlığına. Hep yarınlara ertelenen meçhul bir gülüşün mevsimsizliğinde, depresif çağrışımlara çiçeklendik içimizin izbe yıkıntılarında. Karanlıklarımızın girdabında düşecek uçurumlar aradık el yordamıyla. Kendimizi tabularımızın izin verdiği özgürlükler kadar tanımladık sessizlik tonunda. Sadece kendimiz sığacağımız bir kulübe ördük içimize, korkularımızın susturuculuğunda, acılarımızdan . İnkar üzerine kurulu, ruh söken ceberrut bir işkence bu. Zamanın şarjörüne sürülmüş bir kurşun gibiyiz, doğumla ateşlendik ama, hedef yine kendi alnımızın ortası.
Ters çevrilmiş kum saati gibi kendi içimizden boşalıp yine kendi içimize dolduk. Önce büyüdük diye sevindik, sonra da büyümüşlüğün verdiği boşvermişlikle kendimizi uçurduk sıradanlığın griliğinde. Dudaklarımızda ıslıklaşan gülücük kokulu mutluluk tınıları tek avuntumuzdu belki de. Bazen, çığlıklarımızın kancasına tersten asılı sözcüklerimiz yırtıldı dudaklarımızda. Sözcüklerin anlamsızlığına müteakkip ikindi sonları yaşlanmış yaşanmışlıkları kefensiz gömdük özensizce yırttığımız hayat sayfalarına. Anımsayamadığımız sıklıkta sırıtıyoruz kabede istavroz çıkaran şaşkın hacı misali. Lamı cimi yok; hiçselliğin paradigmasına hayatı öre öre sökülüyoruz kendimizden. Hayatla kurduğumuz ilişkinin ensestliğinden utanıyoruz belki de. Hadi gülümseyin, resmimizi çekiyor hayat, işaret parmağıyla orta parmağının arasından çıkarıp baş parmağını. Herkes kendi iç kuyusuna kendisini attı ve manyetik bir son sesi bekliyor. Click...
Şimdi tam zamanı aslında, hayatın çektiği güler yüzlü röntgen fotoğraflarımızı çoğaltmamızın. Farkında bile değiliz ama, her yarına kendimizin eskimişiyle uyanıyoruz. Döngüsel eseretten özgürlük peydahlamak en mühimsiz yaratıcılığımız. Adımlarımızın eskidiği kaldırımlarda sesi kısılıyor ayak seslerimizin yavaş yavaş. Kaçımız öğrendik acaba tepeden tırnağa, sırılsıklam yaşamayı? Aslında kendimizle beraberken dahi, metruk ayrılıklara benzettik, sol yanımızda meşk içinde yaktığımız acı otların nabızlarımıza yayılan, geniz yakan kokusunu. Bazen soruyorum; kendimi artık neden anlayamıyorum? Acaba somutluğum, suyutluğumun önüne mi geçti? Ses ver hayat! Külliyen ardışık metafor içinde ince bir özdeyişin manifestosu gibi kapımı sessizce çalan, asetonla alnımdan sildiğim, solumdan sağıma yazılmış yazgım. Lakin başkaldırı, cesaret suyu ve aykırılığı azıya alma özgüveni ister.
Düş çamuruyla sıvanmış sessiz bir t/ürküydü aslında kendimizi teselli etmek için uydurdurduğumuz bahanelerimiz , ama, içimize attığımız taşlar ürküttüğümüz kurbağalara bir ders olsun yine de. Suskun bir gidişle süsleyin şimdi tabanlarınızı. Uğruna dalgalı denizler aşacak birçok nedenler hapsedin yarısından geri döndüğünüz, sonunu göremediğiniz rüyalara. Bir selam söyleyin kendinize ve yepisyeni (enden ve boydan sürekli uzayan evrimini henüz tamalamamış bir yeni çeşidi) yorumlar getirin sürekli arşınladığınız kalabalık yalnızlığınıza... Fazla uzatıp, daral ısmarlamamak için kör kalemimin desturuyla kısa kesiyorum. (neleri kısa kesip yarısından dönmedik ki) İçine sığmaya çalıştığım dünyanın iklimine bir tutam soğuk sayıklamalar düşüyor. İçimin iklimi de bu soğuk sayılmaların etkisiyle sürekli değişiyor... Peki, ya sizin?
Utku Aksu