Sahanlık
Pazen minderi alıp evin önündeki sahanlığa oturduğumda hayallerim önümde bağdaş kurmuş beni dinliyordu. Annemin ördüğü renk renk paspasın üzerine bıraktım elma tabağımı. Elmayı örten öfkemi soyacaktım ilk önce. Duygularıma şekil vermem gerekiyordu ayrıca. Bıçakla yontulmak, keskin uçlardan geçmek hayat düşünceme dokunsa da o elmayı yiyecektim sonunda biliyorum. Güneş, bahçedeki ağaçları aşmış tepelere doğru yükseliyordu bu sabah da. İbrikte ılıttığım su ve kalıp sabunla az önce yıkadığım saçlarımı bahçeye doğru silkeledim ve kurumasını beklemeden sıkı bir topuz yaptım. Hava kaç derece olursa olsun içimde bir yerlerde ağustos ötüşlerini duymak mümkündü. Donmuş gölete çevirdim bakışlarımı. Hangisi gerçek, hangisi rüyaydı seçemedim? Bir insan hem içinde hem de dışında kaç mevsim yaşardı aynı anda acaba?
Hayallerimi sigaya çekmek istesem, onların kalıba girmeye hiç niyeti yoktu. Kendimi törpüleyim desem, kendime mecalim yoktu. En iyisi elma soymak dedim, kabuklardan arınmak ilk önce. İçimde Mekke' de henüz dile getirilmemiş hakikatin, söylenmeden az önceki suskunluğu vardı. İçimde binlerce putun olduğu kocaman bir mabet vardı. Yürekliliği, erdemliliği ödünç verdiğim diyarlardan geri almanın, fetihlerden az önceki sevinçle karışık gürültüsü vardı. İçimde ne çok şey vardı Allah'ım.
İçimde yazılmayı bekleyen harfler vardı mesela. Kuyrukta beklemekten asla şikayetçi olmayan harflerdi onlar. Yazılmaktan, okunmaktan da asla şikayetçi olmadılar şimdiye kadar. İçimde sevip sevilmeyi bekleyen hücreler vardı yine. Sayılarını ve adlarını bilmediğim kadar çoktular. Ama sevilmek, sevmek en çok da hücrelerimin hakkıydı. İçimde sürekli yazmamı söyleyen dürtüler vardı. Kendim olduğum, kendimi bulduğum anlardı yazdığım demler. Hani kimin ne düşündüğünün, ne söylediğinin anlamını yitirdiği anlarım ve bu anlarıma duygu zenginliği katan yazma serüvenim. Onu nasıl anlatayım sana, size, kendime?
Annemin sesi gelmeseydi sofadan, bağdaş kurmuş hayallerimin çığlıkları uzayıp gidecekti bahçedeki kuş cıvıltılarına karışıp. İnsan hayallerine diz çöktürür mü? Benim hayallerim, oturmuş beni bekliyor oysa .
Sahanlığa pazen bir minder koymuş hayallerimi genişletmekle, kesip biçmek arasında zihnimde düşünsel yürüyüşler yapıyordum. Elmalar gözümü alıyordu. Kırmızı elmadan çok yeşil elma severdim her zaman. Yeşil elmalar aşırı tatlı olmazlar çünkü. Her şeyin aşırı tatlısı tadımı kaçırır. Acıyı, ekşiyi seven doğu kadar; hayatı, eğlenmeyi seven tatlı yanlarımı da seviyordum ben. Hem doğulu, hem batılıydım. Hem aydınlık, hem de karanlıktım. Hem ilgiye sevgiye aşık, hem de kaçıp saklanmayı seven bir firari gibiydim. Paspasın motiflerine takılıyordu bir kere daha gözlerim. İp yetmediği için farklı bir ipten ek yapılmış bir yerinde. Eskilerden öğreniyorum, kendimi linçlemek yerine sevmeyi. Severken kabullenmeyi o yamalardan öğreniyorum bir şekilde. Çünkü doğulu olmak bunu gerektiriyor. Az öz gereç içinde, olanlar arasındaki uyumlu değiş tokuşu gerektiriyor. İnsan, zihnini de yüreğini de yamamayı öğreniyor yaşadıkça. Bıraksa hep bir yerler boşlukta kalacak. Alıyor iğne ipliği eline bir ağaca dantel örer gibi örüyor, koflaşan yanlarını. Sürekli bir tamir, sürekli bir ulama işi; kelimeleri, duyguları, acıları ve boşlukları.
Bir tek sevgisizliği ulamak zor diyorum sahanlıkta. Sevgisizlik olan yerde; kin, öfke, intikam duygusu hatta hırs, kibir büyümeye başlar, zararlı otlar ya da haşereler gibi. Dantel elbisemle dimdik bir ağaç gibiydim artık. İçimdeki koflukları ilmek ilmek motiflere çevirip tamir etmeyi başarmıştım yazarak. İçimde kendime ait kocaman bir de kovuk bırakmıştım. Köklerim sapasağlamdı ve dallarımı açmış hayallerimi çağırmıştım ahşap merdivenin tepesinde. İçeriden vişne kompostosu kokusu geliyordu. Eskiler evin girişine 'hayat' derlermiş ya içeriden hayat sesleri geliyordu. Annem gibiydim oturduğum sahanlıkta bugün ben de. Annem gibiydim mis gibi kokular türetmekte.
——— Bir yerlerde ağustos ötüyor hâlâ. Bir yerlerde yaz uykusuna yatmış kelebekler, kanatlarını titretirken ölümü unutturmaya çalışıyor kendilerine. Bir göğün altında kaç mevsim yaşanır bilmiyorum. Ama içimde bir yerlerde, şairlerin boğulduğu eski bir deniz var. Ve ben, o suyun içinde nefes almayı öğreniyorum.
Sonra içeriden ses geliyor. Vişne kompostosu kokusu, annemin suretine bürünüyor. “Hayat” dedikleri şey, eskilerden miras kalmış o giriş kapısından yükseliyor. Belki de haklıydılar. Belki de evin değil, kalbin girişinde bir “hayat” vardır.
İçimde, en kuytu yerimde bir kovuk bırakıyorum kendime. Köklerim uzuyor, göğe bakıyorum. Şiir burada bir nefes kadar gerçek, bir hayal kadar bulanık.
Öyleyse, ey okur, dağılıyoruz. Lütfen.
Tebrikler 🙏
Şule Hanım tebrikler, bizde "Hayat " hâlâ devam ediyor... "Hayat' da" hayat vardır... Sevgi ve saygılarımla...
İnsan zaten yaşlanınca atasına benzer hatta tıpatıp aynısı olur. Sevmek ve sevilmek psikolojik ihtiyaç mıdır,sosyal ihtiyaç mıdır yoksa var olabilmenin ön koşulu mudur,tartışılır. "Yama"meselesine gelince hayatımız boyunca ya yamıyoruz ya da yamalatıyoruz bazı noksanlarımızı. Selamlar
Güzel yazıydı tebrik ederim