Şairler Ve Ölüm
Her şair ölüm hakikatine az veya çok şiirlerinde yer vermiştir. Ancak, kimi materyalist bir anlayış ile yaklaşmıştır, kimi ise tamamen metafizik duygular ile olayı ele almıştır. Ancak, her ne olursa olsun ölüm; ürperten, hüzünlendiren ve korkutan bir duygunun eseri olarak şiirlerde vücut bulmuştur. Türk edebiyat tarihinde bir çok şairin ölüm hakkında yazılmış şiirleri bulunmakla birlikte, bariz farklılıkları ve anlayış ayrımları olan ve edebiyatımızda önemli yer edinmiş şairlerimizden Yahya Kemal BEYATLI, Necip Fazıl KISAKÜREK ve Cahit Sıtkı TARANCI'nın, ölüm temasını şiirlerinde işleyişleri örneklemelerle aşağıda anlatılmıştır.
1) Yahya Kemal Beyatlı:
Yahya Kemal'in şiirlerinin başlıca temlerden birisi ölümdür. Şair ölümü şiirlerinde iki planda ele alır: Sosyal planda ve şahsî planda. Yahya Kemal ölümü sosyal planda ifade ederken onu oldukça munis bulur, ölüm bu şiirlerinde korkulacak bir şey olmaktan çıkar, hayatın daha anlamlı bir devamı olur. Akıncı ve Mohaç Türküsü şiirlerinde şehadete erenler, bir gül bahçesine girer gibi ölüme atılırlar. Bu haliyle ölüm, şaire sadece vatandan ayırdığı için bitmez bir özleyiş hissi verir. Ölümü şahsî bir macera olarak ifade ettiği şiirlerinde ise ölüm temi, daima karanlıkla birliktedir. Işık imajı bu şiirlerde yerini karanlığa bırakır. Aşağıda bu konuya ilişkin örnekler verilmiştir;
Sonbahar şiirinde soğuk ve karanlık bir dünya vardır:
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur...
Sessiz Gemi şiirinde, Şairin şiirlerinde daima aydınlık olan ufuk, siyah olarak vasıflandırılır.
Rıhtımda kalanlar bu seyâhattan elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli...
Rindlerin Akşamı şiirinde, ömrün bitişi dönülmez akşamın ufku olarak ifade edilmiştir. Ölüm ise,
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasanda güneş doğmıyan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmiyen sükûnlu gece
olarak anılır. Geçiş şiirinde, ölüm yine güneşten ve aydınlıktan uzaktır.
Artık güneş görünmez olur, gök bulutludur,
Rahatça dal ölüm sonu gelmez bir uykudur...
Yol Düşüncesi şiirinde, mezar, şafak sökmeyen bir zindan olarak vasıflandırılır.
Görüldüğü gibi Yahya Kemal'in şiirlerinde hayat ışıkla, ölüm karanlıkla birliktedir. O Taraf adlı şiirinde, yine ölüm temi işlenmiştir; fakat burada karanlık ve aydınlık birliktedir:
Gördüm ölüm diyarını rü'yâda bir gece
Sessizlik ortasında gezindim kederlice.
Durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman.
Donmuş sükût içinde güneş görmeyen cihan.
Hâkimdi yerde ufka kadar uhrevî vakar;
Bir çeşme vardı her tarafından ziya akar;
Bir başka semte doğru dönerken bu gezmeden
Bir tas ziyâ alıp içiyorlar o çeşmeden...
Görüldüğü gibi bu şiirde ahiret, güneş görmediği halde aydınlıktır ve ahirete göçenler ışık akan bir çeşmeden taslarını doldu¬rarak ışık ile susuzluklarını gidermektedirler. Burada da ışık, ölümden sonra devamı istenilen hayatın bir sembolüdür.
2) Necip Fazıl Kısakürek:
Ölüm temasını şiirde merhum Necip Fazıl kadar güzel işleyen, ona en doğru biçimde yaklaşan, hem realist, hem de idealist şekilde, üstelik faydalı olacak tarzda ölümü algılayıp şiirde yansıtan başka şair yoktur denilse mübalağa edilmiş olmaz. Ölüm karşısında insaní ve islâmí duyarlılığı keskin, yalın, çarpıcı ve kuvvetli bir çapta dile getirmiştir.
Ölümü 1920'li yıllardan itibaren içinde bir yumak gibi büyütmüştür. 'Başım çığlıklı çocuk, onu nasıl avutsam? / Ne yapsam da ölümü bir saatçik unutsam?..' dizelerinde bu ruh hâlini ifade etmeye çalışır. Çile'ye aldığı ölüm temalı 21 şiir ve 18 beyit içinde Ölünün Odası ve Çan Sesi başlıklı şiirler, henüz 20 yaşında bir şairin kalem ürünleridir. Her iki şiir de ölüm duygusunun verdiği ürpertiyi sezdirir niteliktedir.
Ölümünden 25 yıl önce 'Büyük randevu... Bilmem, nerede, saat kaçta? / Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?' demişti.
Ömrünün son yıllarında yaşadığı teslimiyet duygusu, Necip Fazıl'ın şiirinde ölümün korkunç yüzünü munis bir hâle dönüştürmüştür. 'Toprağın altındaki saklambaç' (1973), 'Azrail'e tebessüm' (1973), 'Azrail'e ?hoşgeldin!' diyebilmek' (1976), 'Ölüm güzel şey' (1977), 'Ölüm kapısında gülümse!' (1982), 'Öleceğiz, müjdeler olsun!' (1982), 'Ölüm ölene bayram' (1982) gibi söz grupları 'ölümü öldüren Rabb'e' sığınmanın ipuçlarını verir.
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"
Yukarıdaki dizelerde şair ölümü güzelleştiriyor ve onun güzel olmasaydı peygamberin başına gelmeyeceğini ifade ediyor.
Necip Fazıl, şiirlerinde 'ölüm' temasına büyük yer ayırır. Bir şiirinde, "Yağız atlı süvari koştur atını koştur / Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları" demiştir. Başka bir şiirinde, "Hep ben, ayna ve hayal, hep ben pervane ve mum / Ölü ve Münker Nekir, baş dönmesi uçurum" demiştir.
İşim Acele!
Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Kalbim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!
Necip Fazıl 'İşim Acele!' adlı şiiri yazdığında 67 yaşındaydı. Toplanmış eşyalarıyla her an gidecekmiş gibi 11 yıl daha yaşadı. Ölümünden bir yıl önce 'Geliyorum / Tülbent içinde çenem / Eski kütükte senem / Geliyorum' dizeleriyle başlayan 'Geliyorum' adlı şiiri yazdı ve 1983'te sonsuzluğa göçtü.
3) Cahit Sıtkı Tarancı:
Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, ölümün hep üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar, mutlu sevdalar, yalnızlık, kaçış, yaşadığı hayatın buruklukları, çocukluk özlemi gibi konular onun şiirlerine konu olmuştur. Sanat için sanat ilkesine bağlı kalmıştır.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın şiirlerinde bu dünyada yaşam bilincine varınca, yaşam ve ölüm iki önemli konu haline gelir. Tarancı ölümü birçok benzetmeyle şiirde işlemiştir, zaman zaman ölümü doğal bir son olarak zaman zaman da ölüm korkusunu belirterek bu konuyu işlemiştir. Tarancı'nın yaşama sevinci konulu şiirleri, ölüm korkusunu yenme isteğinden dolayı işlenmiş gibi görülür. Ölüm düşüncesinin hemen ardından yaşamın güzellikleriyle ilgili benzetmeler ve semboller ortaya koyar. Yaşama sevincini açıklayan aşk duygusu da Tarancı'nın şiirlerinde önemli yer tutan konulardan biridir.
'Dante gibi ortasındayız ömrün' diyerek kendisini İtalyan şair Dante'ye benzetmiştir. Dante ile Tarancı'nın bu konudaki benzerliği ise iki şairinde ölüm konusunu işlemeleri ve yapıtlarında ölümden bahsetmeleridir.
Cahit Sıtkı ölümü ızdırap duyarak karşılar fakat metafizik duygulara kaçmaz.
Yine, Şair sosyal konularla ilgilenmez.
Cahit Sıtkı'nın ölüm anlayışının, şiirlerini dikkatlice incelediğimizde yok oluş olduğunu görürüz. Cahit Sıtkı yaşama zevkiyle dolu şairlerimizden biridir. Yaşamak, canını Azrail'e vermemek için çırpınıp durmaktadır. Hayatta kalmak onun için ne demekti? Evet, şair uzun bir ömür sürmek istiyordu. Bunu açıkça şiirlerinde de söylüyordu.
Otuz Beş Yaş şiiriyle de tanınan şairimiz, burada ' Yaş otuz beş yolun yarısı' diye düşünüyordu; fakat düşündüğü gibi ömür her zaman kişinin düşündüğü kadar uzun ya da kısa olmuyor. Şairimiz düşündüğü kadar uzun ömür de sürememiş kısa bir yaşamdan sonra şiirlerinde sıkça dile getirdiği ölüm ile yüzleşmiş ve 46 yaşında hayata veda etmiştir.
Ölümden çok korkan ve bir çok şiirinde ölüm korkusuyla yaşama sevincini en önemli tema olarak işleyen ve Gün Eksilmesin Penceremden adlı şiirinde;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
diyecek kadar hayata bağlı olan şairin, bu şiirinde ölümü arzu etmesi enteresandır ve ondaki boşluk duygusu ve iç sıkıntısının doğurduğu ıstırabın boyutlarını göstermesi açısından da önemlidir.
Ölüm adlı şiirinde ise;
Ne vefasiz geçmisten hayir var,
Ne gelecekler imdada kosar,
Çoktandir tekneyi aldi sular;
Çoktandir ümitler sende ölüm.
Diyerek ölümü bir kurtuluş olarak görmüş ve ümit sebebi olarak işlemiş. Yine bu şiirinde şairin hayattan beklediğini bulamadığı ve bir pişmanlık içerisinde olduğunu görmekteyiz. Paydos şiirinde, yine ölüme değinen şair, geçmişindeki yaşantılarına paydos diyerek, ölümün nefesini ensesinde hissettiğini ifade etmiştir.
Ölümden Sonra isimli şiirinde ise; şair öldükten sonra, ölümden umduğunu bulamayacağını, hayatın güzelliğine değinerek, hep yaşamaya özlem duyacağını anlatmaktadır.
Kapımı çalıp durma ölüm,
Açmam;
Ben ölecek adam değilim.
Ben Ölecek Adam Değilim şiirinde ise; ölümden ne kadar ürperdiğini ve kaçtığını anlatmaktadır. Ayrıca, ölümün bir durağanlıktan ibaret olduğuna, ölüm sonrası hayatın olmayacağına inancını bu şiirde şair resmetmiştir. Ne kadar ben ölecek adam değilim dese de ölüm de bir gün onun kapısını çalmış ve içeri buyur etmiştir.
Neticede;
Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Cahit Sıtkı, bu üç edebiyatçımızın ortak noktalarından olan ve farklı yönlerden şiirlerine konu olan ölüm, her birinin yaşayış tarzı, hayata bakışı ve inanç dünyası ile irtibatlı olarak eserlerinde işlenmiştir.
Yahya Kemal Beyatlı'ya göre; "Filozof, ölüm karşısında felsefe yapabilir, fakat şair ölüm macerasını ürperme ile anlatmalıdır" bu sebeple, şair şiirlerinde ölümden bahsederken, bir ürperti ve endişe duygusu ile hareket etmiştir. Ölüm, Onun şiirlerinde, bu hayatın bir devamı olarak hem yumuşak hem de sert yüzü ile ifade edilmiştir. Ölüm bir hakikat olarak kabul edilmekle birlikte, mesaj verme kaygısı daha geri planda tutulmuştur.
Necip Fazıl Kısakürek'e göre; Şairin hayatını iki bölümde esas alırsak, ilk gençlik yıllarında ölümden ürperti ve korku ile bahsederken, daha sonraki yıllarda şairin yaş olarak kemale ulaştığı dönemde; ölüm beklenen bir gerçek ve güzel bir şey olarak şiirlerinde irdelenmiştir. Necip Fazıl, her konuyu olduğu gibi ölümü de şiirlerinde ilmek ilmek işlerken, hep bir hakikati anlatma ve mesaj verme kaygısı taşımıştır. O, hakikatten kaçışın olmadığı, bilakis kabul edip insanın ona hazırlanması gerektiğini vurgulamıştır. Öte hayat düşüncesi ile ölüm konusuna değinmiş ve okuyucularını düşünmeye sevk etmiştir.
Cahit Sıtkı Tarancı'ya göre; Şairimiz, hep ölüm ile anıla gelmiştir. Şiirlerinde ölüm ve yaşama sevinci daha çok yer bulmuştur. Dolayısıyla, Onun şiirlerinde Ölüm vazgeçilmez bir temadır. Yaşama o kadar tutku ile bağlı ki, Ölüm Onun için bir boşluk ve korkulacak son olarak şiirlerinde tasvir edilmiştir. Öte hayat düşüncesinden uzak tamamen materyalist düşünce ile hareket etmiştir. Hiç ölmemek sanki tek gayesi, hep huzurla yaşamak ise arzu duyduğu bir şeydir. Her ne kadar hiçlik olarak Ölüm konusunu işlese de, Ölümün de kaçınılmaz bir gerçek olduğunu Şair mısralarında dile getirmiştir.
Son olarak, her üç Şairimiz de, Ölümü şiirlerine konu yapmışlar ve kimi noktalarda ince bir çizgi ile ayrılmışlar, kimi noktalar da ise altı çizilecek şekilde kalın bir hatla ayrılmış ve farklı düşünmüşlerdir. Ancak, şunu görmekteyiz ki, Ölüm teması Türk Edebiyat tarihinde bir çok edebi esere konu olagelmiş ve bundan sonra da bir çok şairin şiirinde Ölüm hep kendine yer bulmaya devam edecektir. Çünkü, hayat gibi, doğa gibi bir gerçek ve her insanın başına gelen ve gelecek olan bir hakikattir ÖLÜM.
bam teline dokunmuşsunuz...uzun ama bir o kadar da sıkmadan okutan bir bilgi yazısı olmuş... ve şiirlerle taçlanan denemeler hoşuma gitmiştir hep......
bu arada önemli şairlerimizden M.Akif Ersoy'a da Allahtan rahmet diliyorum...(ölüm yıl dönümü olan şu günlerde..)
/Şüheda göğdesi, bir baksana, dağlar, taşlar.. O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar. Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor; Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i.. Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi..
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın./
emeğinize sağlık...
Bu denemeyi günün denemesi seçen kurula teşekkür ederim...Ayrıca okuyan, beğenen ve değerli yorumlarını katan tüm dostlara da şükranlarımı sunarım...saygılar. ÖF