Samet Behrengi'nin Yaşamı ve Kitapları Üzerine Bir Değerlendirme 1

Yazın Dünyasında Çocuk, Çocuk Dünyasında Yazın


Çocuk yazını ülkemizde ne zaman ve nasıl başladığını araştırmadım. Böyle bir araştırmanın gereğini bile duymadım. Bu araştırma benim bu yazımın kapsamı dışındadır. Benim yazı sadece günümüzün çocuk yazınını ve günümüzün en güzel masal babası sayılan, bazı çocukların da Behrengi Amca dedikleri insanın yaşamını ve yapıtlarını kapsıyor.


Öncelikle çocuk yazınına değinmek istiyorum. Çocuk yazınına değinirken, dolayısıyla tüm kapılar çocukların Behrengi Amcasına açılırken, Sayın Behrengi amcayı görmeden ve onun yapıtlarına değinmeden geçmek istemiyorum.


Çocuk yazını, normal yazın dünyasından ayrı tutulması kanımca pek doğru bir yöntem değildir. Çocuklar için, yazılan eserlerin içeriğine bakıldığı zaman bu görüntü kendini gösteriyor.


Yazın dünyası, özelde bir üst yapı kurumudur. Üst yapı kurumu sanatsal bir olaydır. Okul çocukları, bu sanatsal kurumun içinde yer alırlar mı almazlar mı bunu tespit etmek çocuk yazınını üreten insanların görevidir.


Behrengi üzerine yazılar yazarken, Behrengi'nin yazdığı kitapların elimde olanlarını sırayla okudum. Pancarcı Çocuk öykü masalı beni oldukça sarstı.


Behrengi'nin kitaplarından başka, bazı çeviri ya da Türk yazarlarından kitaplarda okudum. Özgün bir yapıt bulmak sadece Behrengi'yi bulmakla mümkün. Onun için bu yazıyı hazırladım.


Behrengi dışında kalan yazarlar, çocuk kitabı yazıyorum diye kendi çocukluk anılarını yazmış. Bu yazı türüne anı diyorlar. Bu adı ben koymadım yazın tarihçileri öyle diyor.


Çocuğun eğitimi ana karnında başlar. Öğrenim süresi ise doğumla başlayıp ölümüne kadar sürer. Çocuğa ilk bilgiler, anadan gelir. Anadili çocuğun ilk öğrenmesi gereken bir dildir. Ananın en büyük görevi, çocukla dil alanında bütünleşmesidir.


Anadili belleyen çocuk, ilk sözcükleri ninnilerin sesiyle duyar ve algılar. Daha sonra dil gelişim süreci başlar. Sınav niteliğini taşıyan tekerlemeler, maniler, türküler çocuğun anadil yapısını besleyen öğelerdir.


Annelerin çocuğuna söylediği türkülerden söz ederken, piyasada yapısal olarak hiç bir dil kurallarına uymayan türkülerden söz etmiyorum. Annelerin söylediği türkü ve ninnilerden söz ediyorum.


Benim sözünü ettiğim öğeler sağlam söz dizimine sahip öğelerdir. Çünkü bu dizelerin içinde ana sevgisi vardır. Analar, doğurmakla yükümlü oldukları kadar, yoğurmakla da yükümlüdürler. Bilinçli bir ananın yoğurduğu hamur iyi bir ekmek, iyi pişmiş bir ekmek iyi bir ürün demektir.


Bana göre, çocuğa yatırım yapılmadan önce anadile yatırım yapılmalıdır. Anadil derken, ulusal düzeyde bir anadilden söz ediyorum. Yerel konumdan kurtulmamış bir anadilden söz etmiyorum Yerel sesleri aşamayan bir dil öyle edebi alanda verimli olamaz.


Söylemek istediğim şey belki de benim özlediğim ve olmasını istediğim şeyledir. Bir çok öğretmenin ve hatta yerel dizilerde oynayan sanatçıların konuşmaları ulusal boyutların çok gerisindedir.


Söz buraya gelmişken bir fıkra anlatalım.


Fıkra:
Trabzonlu öğretmenin Erzurum'a tayını çıkar. Göreve başladığı okulda Türkçe dersi vermektedir. Konu fiil çekimine gelince, örneklerle bunu anlatmaya başlar. Örnek olarak da (gelmek) fiilinin geniş zamanını sorar. Erzurumlu bir öğrenci bu soruya yanıt verir.


Celirem-celisen-celir
Celirih-celirsiz-cilirler.


Bunun üzerine Trabzonlu öğretmen sinirlenir ve öğrencisine yanlış söylediğini açıklar. Sonra da öğrenciye kendisi doğru çekimi söyler.


Doğrusu buymuş:
Celiyirum-celiyirsun-celiyi
Celiyiruz-celiyirsunuz-celiyirler


O günden sonra Erzurumlu öğrenciler gelmek fiilinin geniş zaman içinde ki çekimini çok doğru bir şekilde öğrenmiş oluyorlar. Tebrikler diyelim.


Bir anadil öğretmeninin yerel dil havasından kurtulamadığını görüyorum. Gerçi bizim çocukluk yıllarımızda da aynı sorunlar yaşanmadı değil. Bizim yaşadıklarımız daha da ilginç ve daha da karmaşıktı.


Görün bakalım madalyonun bu yüzü böyle de öte yüzü nasıl. Bir de madalyonun öte yüzüne bakalım. Türkücü gönül sözcüğünü gooonuul diye söylüyor. Bir başka türkücü beni sözcüğünü baanuuu diye söylüyor. Bir başka türkücü size sözcüğünü siyee diye söylüyor, sonra da eğitim şurası kalkıp, anadil konusunda bildiriler yayınlıyor. Bu görülen farklılıkları göz önünde bulundurmadığı için, tabi ki, bildiriyi hiç bir kişi anlamıyor.


Bazı yazarlar bu yerel dil havasını yazın dünyasına aktarmışlar. Sonra da yazdığı kitapların arkasına sözlük eklemek zorunda kalmışlar.


Günümüz yerli dizilerinden söz etmiştim. Sözü edilen bu yerli dizileri izlerken yanımızda yerel çevirmen bulundurmak zorunda kalıyoruz. Çevirmen ise bulunmaz Hint kumaşı. Ara ki bulasın. Benim bu insanlardan bir isteğim vardır. Bu tür yerli dizilerde, bu tür konuşmalar mutlaka geçmesi gerekiyorsa, lütfen ekran kenarında bu konuşmaların Türkçe sini de versinler. Benim gibi anlamaktan zorluk çekenlere iyilik yapmış olurlar.


Yani demek istiyorum ki, her insan kendi yöresinin dilini konuşsun, konuşsun ama, ulusal kavramda bir dil olmalı. Ulusal boyutta söz edenler de ulusal bir dil konuşsunlar.


Bu yazının içinde bir çok bilim adamının dil üzerine söylediklerini vermek istedim sora da vazgeçtim. Çünkü, bu yazıyı okuyanlar herhalde dedim . o ünlü sözleri anımsarlar.


Çocuk kavramı kendi içinde işlenirken, ulusal dil kavramı da göz ardı edilmemeli. Ya da bölgesel kitaplar hazırlanarak bölgesel eğitim verilmelidir.


Çocuk bir toplumun geleceğidir. Bu gelecek hangi kültürle beslenirse, geleceğe o kültür yansır. Bölgesel kültürle beslenen çocuk geleceğe bölgesel kültürü yansıtır. Ulusal kültürle beslenen çocuk geleceğe ulusal kültürü yansıtır.


Türküler, ninniler, ağıtlar, tekerlemeler de farklı yerel ezgi olabilir. Ama bu ezgiler ulusal boyuta taşınırken, dil ve anlatım farkı olmamalıdır. Doğrusu da budur. Çocuk bir toplumun geleceğidir demiştim. Bu sözü her insan böyle söylüyor. Söylem olarak çok doğrudur. İstem olarak farklı eğitim görenler farklı gelecek demektir.


Türk aydını Avrupa eğitimi gördüğü sürece Anadolu insanına yabancı olmak zorundadır. Anadolu insanı da yerel eğitim boyutları içine sıkıştırıldığı sürece ulusal konuma yabancı olmak zorundadır. Bu çelişki, Tanzimat Fermanı denilen olaydan bu yana sürüp gidiyor.


Gelişmiş ülkeler çocuktan önce anaya ve ana dile yatırım yapıyorlar. Çünkü gelişmiş ülkelerin bildiği ve anladığı bir şey vardır, o da, iyi eğitilmiş bir anne, iyi eğitilmiş bir çocuk demektir. İyi eğitilmiş bir çocuk da iyi bir gelecek demektir.


Çocuk yazınında ana sürekli ön plana konulmalıdır. Sevginin odak noktası anadır. Annenin karşıtı baba ise, kural ve kaideleri benimseyen ve benimseten otoriter güç konumunda görülmelidir.


Çocuk yazını içinde, yasal kurallar sık sık vurgulanmalıdır. Suç ve ceza yöntemi öyküsel biçimde sunulmalıdır. İdeolojik bilgiler yerel boyutlar içinde değil, ulusal boyutlar içinde evrensel görünüm formatıyla verilmelidir.


Çocuk için yazılan bir öyküde, bir hırsızlık olayı işleniyorsa Polis, mahkeme avukat suç ve ceza yönetimi mutlaka olmalıdır. Yasalar ise, bir polisin eliyle değil, evrensel ölçüde, hukukun üstünlüğü mutlaka verilmelidir. En azından bu görüntüyle işlenmelidir. Çocuk, hukuk bilincini küçük yaşta bellek odağında bulmalı. Hamurabı kanunlarından bu yana, tüm toplumlarda suç ve ceza yöntemi aynıdır.


Benim okuduğum çocuk kitaplarında suç ve ceza yöntemi görülmüyor. Okuduğum kitaplarda aç kaldım ekmek çaldım bağa girdim elma çaldım. Müthiş açtım, o yıllar savaş yıllaraydı sürekli evden ekmek çaldım gibi cümleler niçin ısrarla verilmiş bunu bir türlü anlayamadım. Bu söz dizimleriyle, çocuğun önüne hırsızlık olayını bir hüner olarak mı sunuluyorlar Yoksa, bu sözleri söyleyen anı sahipleri, çocukken ne denli kibar hırsız olduklarını mı söylemek istiyorlar. Ya da yazar olmak için önce evden ekmek çalmak mı gerekiyor. Çünkü bir gün yazar olursa anılarını yazarsa elinde bol malzeme hazır olsun diye mi Ya da bu yazar ağabeyler çocukken nedenli yavuz hırsız olduklarını ispat etmek mi istiyorlar. Bilemedim.


Günümüzde, çocuğun canı baklava çekince ya da aç kalınca, yiyecek almaya parası da yoksa, bu çocuk baklavacıdan baklava ya da fırında ekmek çalınca, çocuğun bir anda dünyası kararıyor. Sorgulama yöntemini bilen çocuk, şunu sormaz mı ? Falan yazar çocukluğunda ekmek çalmıştı, ancak hiç bir ceza görmedi. Üstelik anılarına da yazdı kendisine ödül verildi. Neden ben cezalandırılıyorum. Açlık karşısında her insan aynı duyguyu yaşar. Biri bağışlanırken öteki neden ceza görüyor. Dahası, Bir şeftali bin şeftali öyküsünde şeftali çalan çocuklar niçin ceza görmediler Kel Güvercinci masalında varsıl insanları tırtıklayan Keloğlan niçin ceza görmedi?


Buna benzer binlerce soru sormak olasıdır. Ben bu soru diziminin yanıtını ve bu olayı kitaplarına alan yazarların yanıtlamasını isteyerek, konuya dönmek istiyorum.


Çocuk yazını içinde işlenen konular ise, cımbızla seçilmiş sanıyorsun. Sarhoş babalar, köprü altı çocukları, görgüsüz analar, bozuk bozuk konuşmalar her zaman çocukların dünyasını süsleyip duruyor. Ben koca bir adam, bu kitapları okurken boğuluyorum. Boğulmadan okuyan çocuklara aşkolsun.


Bir başka konu, bakın günümüzde temiz toplum özlemini duyanlar çok özverili olmak zorundadırlar. Bireyler, temiz olsun istiyorlar. Bireylerin okuduğu kitaplar önce temiz olsun. Görülen köy kılavuz istemez. Temiz bilgiyle beslenen insanların oluşturduğu toplum da temiz olur. Ben buna inanıyorum.


Demokrasilerde töreler ya da gelenekler çağcıl düşüncenin önüne geçmemelidir. Çağcıl düşünce, evrensel boyutları içinde ele alınarak, çocuğa sunulmalıdır. Çocuk, hak alma yöntemini ilkel bir şekilde değil, çağcıl bir yöntemle öğrenmelidir.


Çocuk bu çağda, çalarak çırparak vurarak kırarak hak almasını öğrenirse, büyüyünce de banka koymaz hortumlar. Bu tür yöntemler ilkel yöntemlerdir. Yasaların olmadığı dönemlerde bile suç sayılan olaylar çocuk kitaplarında yasal gibi görünüyor.


Bu konulara oldukça fazla değindim. Çünkü hemen hemen her kitapta böylesi bir olayı görmek mümkündür. Benim bu yazıda söylediklerim doğru mudur, yanlış mıdır merak edenler açsın seri şekilde çocuklar için yazılmış çocuk kitaplarını bir bir okusunlar. Koskoca yazar Aç kalınca ekmek çaldım. Diye övüne övüne yazıyor.
Söz buraya gelmişken bir konuya değinmek istiyorum.


Konu eşkıyalık konusu. Romancılarımız da eşkıyalık konusunu kendilerine adeta ilke edinmişler. Bir destan kahramanı olan Köroğlu'nu da ısrarla eşkıya olarak veriyorlar. Üstüne üstlük geçirerek, Köroğlu'nu gece ay ışığı altında hırsızlığa gönderiyorlar. Bu, hırsızlığa giden Köroğlu'na da Hızır yol gösteriyor. Maşallah, her yerde kendilerine ortak buluyorlar.


Konu öyle büyük bir ortama taşınmış ki, bazı insanlar daha da ileri giderek, kurdukları paravan şirketlerin Bir ortağının da Allah olduğunu yazmaktan çekinmiyorlar.


İnsan yaşamı toplumsal bir olaydır. Bireysel olmamalı. Çocuk, hak alma yöntemini bireysel değil, örgütsel anlamda kavramalı. Yasalar sürekli ön saflara taşınmalı. Dernek, sendika, parti, meslek örgütleri ve buna benzer kurumlar yapıtlarda sürekli işlenmelidir.


İnsan yaşamında, alt yapı, üst yapı özel mülkiyet, sosyal konumlar ilk aşamada çocukları yoran konulardır. Ben, kendi şiirlerimde emek pazarında ter salan çocukları işliyorum. Çırak İşçiler bu amaçla yazılmıştır.


Kadın dünyasında tüm kadınların özgür bir ortam içinde yaşamalarından yanayım. Kadının eti dahil, koyun gibi başlık parası karşılığında alınıp satılması, genelev denilen mekanların var olması çağcıl düşüncenin ayıbıdır. Aşkolsun Liseli Kız şiiri bu amaçla yazılmıştır.


Çocuk çocuktur. Çocuk bilgi devşirme döneminde aşırı yüklenmeyi kaldıramaz. Uzun ve yorucu yapıtlar çocuk için, bir yüktür. En kısa yoldan, en yalın anlatımla amaca ulaşılmalıdır.


Çocuk yazını içinde yalanı yenmek en güzel olaydır. Çocuk dili anadilidir. Anadilin gelişimi anaların eğitimiyle olur. Okullarda kız çocuklarına analık eğitimi,erkek çocuklara da babalık eğitimi verilmelidir diye düşünüyorum.


Not:
Bu yazı, GÜNEY Sanat ve Edebiyat Dergisi, Sayı. 19. ocak, şubat, mart 2002. sayısında yayımlandı.

05 Şubat 2010 11-12 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    böyle bilgilendirme denemelerini okuyabilen dostları kutlayacağım öncelikle. içinde aşk yok ya. yürekte yangın yok ya... dımdızlak aşk demesi yazmalısın örtmenim. Bilgilerle ne yazık ki kimselerin işi olmuyor son zamanlarda .(okuyanlar elbette sözüm dışındadır) popüler yazmalarda aşk olacak, acı veya din. ardı vatan millet sakarya... bak işte o zaman nasıl baş köşe yazısı olur. güzellikle kalın. teşekkürler