Sanatta Doku Uyuşmazlığı ? Aruz
Çoğu kalemin bundan sıkıntı duyduğunu algılamış oldum yakın çevremizde bile.. Çünkü, yüksek sesle ifade edilemeyen bir çok görüş var; ancak onlar da, pasif bir dirençle aruzdan kaçınıyor.. Buna karşılık bir çok da katışık kuralın savunucusu var ortalıkta; belki bazıları usta söz şairleri olabilir, ama ürettikleri sınırlı kalacaktır. Bazıları da sadece yabancı sözcüklerle veya yabancı dilin kurallarıyla üretilmiş ahengin müptelâsı olmuş durumdadırlar zaten.
Aslında kimse, 'güzel olandan kop da gel' demez öylesi melez şiirlere ödün verenlere; ancak kendi dillerinden giderek kopanların durumlarının, kendi toplumlarına verebilecekleri ışığın şiddetini ölçemeyeceklerini düşünmeliydik tam tersine. Evet, matematikle ilgisiz herhangi bir olgu veya bilim, sanat düşünülemezdi; ancak başka bir dilin matematiğini koymak, bizleri çözümsüz denklemlerle baş başa bırakmaktan başka neye benzerdi ki? Kendi ölçülerimiz vardı, kendi cetvellerimiz; ahengi sağlayabilecek seslerimiz, anlamı farklı rediflerimiz, cinaslarımız. Yani, insanın doğalında yapabileceği tüm ses eşleniklerini biz de taşıyorduk aslında; tanka gibi şiiri genelde kısaltmaktan başka kurallara gerek var mıydı, uyar mıydı dilimize? Aruz yerine zaten 'ulama'yı kullanmıyor muyduk? Üstelik aruzun, iki kapalı sözcüğü yan yana söylenmesindeki zorluğu bile aşabiliyordu bu ulamamız. Şiirimizde kullandığımız tüm kuralları bire bir gözden geçirmenin gerektiğini, hangilerinin şiirimizi durdurduğunu anlamanın ve irdelemenin zorunlu olduğunu tartışmamız gerekiyordu artık.
Evet, bir yere kadar olmalıydı bu ?ithâl kural' (arûz) uygulaması; belki de lise düzeyindekilerin, şiirlerin tarihini öğrenirken yapmaları gereken düşünme imitasyonu, fikir egzersizleri gibi.. Ancak bu, şiirlerin dilimize klonlanmasını gerektirecek düzeye çıkmamalıydı gerçekten de.. Çünkü derya deniz olan dilimizin anlam dağarcığını, sadece ithâl sözcüklere uygulanabilenlerle sınırlı kalan bir yapıyla sürdürme telâşını anlamak çok güçtü. Şuna da değinelim bu arada: gerçekten de bazen bu tür formülleri uygulayanların gerçek amacı ne olabilirdi?
Acaba bu formüller, sizin ahenkli sözcük aramanızı, dilinizin doğal akışında bulamayacağınız birçok sesi otomatikman bulmanızı mı sağlıyordu? Yani siz hiç yorulmadan, aruzun kalıplarına göre yazıverdiğinizde, birdenbire ortaya ahenkli bir şiir çıkıverecekti! Yani sanat, sizin birikimli zihniniz ve yüreğinizden, yabancı bir dil için üretilmiş formüllerin ellerine bırakılacak ve adına da yine 'sanat' denilecekti! Sadece bu amaçla yapılmış olsa bile; ahenk formülünün reddedilmesi gerekirdi aslında. Çünkü şiir dili, toplumun formüle edilemeyen sorunlarını verirken, kalıplarla ifade edilemeyecek zenginliklere erişebilir, kalıpları aşabilirdi. Esasen, hem halk deyişlerimizin uzunluğuna uymaması, hem de betimlemelerimizin farklı yapıdaki sıfat ve isim tamlamalarıyla yapılıyor olması; dizedeki hece eşitliğinin bile şiir dilini kısıtladığını açıkça gösterecektir. Türk Şiiri'ndeki gerçeklik; kendi arı dilini kullanamamasını da içselleştirip, çoktan çözüm aramaya başlamalıydı aslında.. Bu katışıklığa izin vermek; halkın düzeyine inen şiirlere karşı olmaya kadar varabilirdi. Çünkü bir zamanlar Türkçe, göçebe diline kadar giden bir aşağılanmaya uğramaktaydı, divanda oturan soylular (!) da bundan kaçınmışlardı. Kendi dilinden soğumaya kadar varan bir yaklaşımın benimsenmesi, bugün artık körelen bir eğilimdir.
Deneyimlediğiniz her olgu, zorlandığınız her kural, her birimizin kalem sıkıntısı olduğundan, bu konuda düşünenlerin yaklaşımı çok önemli olacaktır.
Şair Abdurehim Nizari (1770-1838); bir Uygur şairi olup, eserlerini aruz ile yazmıştır. Şiirlerinde Arapça sözcüklerin bulunduğu, kültürel etkileşimden sonra, Uygur Dili'nin de saflığını koruyamadığı görülmektedir.
"Bir kısım halk edebiyatı şairimizin (Tokatlı Nuri, ı?şık Dertli) saray kültürüne yakınlık duyması, yaşadıkları dönemde divan edebiyatının önemli temsilcilerinin yetişmesi, onların edebi mahsullerine kayıtsız kalınamaması, deneme veya özenti sebebiyle aruz vezniyle de şiirler yazmıştır.â? (Aruz Bilgisi, Eğitim Ve Estetik, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009).Bu şiirlere bakıldığında, yine karma dilin etkileri görülecektir. Bu şiirlerin halk dilinden uzaklaştığı, anlaşılması için çevrilmesinden anlaşılmaktadır.
Edebiyat tarihindeki bilgileri, ancak bilimsel yollarla araştırabilir ve sonuçlar çıkarabiliriz. Siyasi ve dini etkileşimlerin yol açtığı geçiş süreçlerinin doğru incelenmesi, karma edebiyatın bugünkü konumunu da berrak kılabilirdi.
Her zaman diliminde değişik edebiyat akımları o ülkenin yazınına hakim olmuş yıllar ve asırlar değiştikçe bunların bir kısmı devam ede gelmiş, bir kısmı değişikliğe uğramış, bir kısmı da unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuştur. Son dönem Cumhuriyet Devri Edebiyatında hece vezni ile yazılan şiirlerin sayısı ve etkisi azalmak ile beraber serbest diye tabir edilen ve yazılan şiirler ön plana çıkmıştır. Arapça ve farsça kelimelerin telaffuzunda ki ve kullanılmasında ki zorluk ve şairlerin büyük çoğunluğunun ana dilimiz Türkçe'nin kelimelerini ve cümle kalıplarını kullanarak yazmaları haliyle aruzu edebiyatımızda ikinci hatta üçüncü plana itmiştir. Sizin de belirttiğiniz gibi Türkçe'miz aslında hiç de güdük ve fakir bir değildir gerek kelime zenginliği ve gerek dil kuralları açısından. Yeter ki bizler onu sıklıkla kullanmanın hayatımıza adapte etmenin önemini kavramış olalım. Osmanlı dönemi yöneticilerinin divan edebiyatını benimsemiş olmaları sebebi ile Türkçeyi küçümsedikleri biliniyor tarih kaynaklarından. Yazının sonlarında da değinildiği gibi bizi kendi dilimizden soğutacak her türlü ithal dil kuralının karşısında durmalıyız. Güzel bir yazı kaleme almışsınız kutlarım Orhan bey...👍
Sayın Zeytinci,
(I)
Efendim, gerçekten de bir yazıyı okuyarak, ondan tartışmanın odağını yakalamak ve konuya dikkat çekmek noktasında, oldukça başarılısınız. Elbette ki bu konu dilimiz olunca, daha duyarlı biçimde konuya eğilmenin gerekliliğini de; arı dilin, kendi kültürümüzü korumanın önemli bir aracı olduğunu da gönüllü bir nefer olarak duyumsayarak.
Bu konuya asla sakız niyetine dalmadık hiçbirimiz; dil çiğnemek gibi bir oyalanma taktiğimiz de olamazdı elbette; karma sözcüklerle şiirler yazmak varken, niçin kurallarını denetleyip, vezin üzerindeki etkilerini tartalım ve ahenk adına karma dil kullanalım? Oysa durum; bilinçsizce ilerleyen kalemlerin, kendi dilinden gâfil uzaklaşmalarıyla başlayan ve kültürlerinin diğer kültürlerin baskısı altında kalarak sonuçlanmasıyla biten bir maceradan başkası değildi.
.../...
Sayın Zeytinci,
(II)
Hele Arapça'dan gelen aruzun, karma dilin edebiyatına çekilmesiyle başlatılan kural kargaşasının, arı dil çağlarına kadar etkisinin sürdürülmesine ne demeliyiz? Bir yandan karma dilin sözcükleri, aruzu zorunlu kılıyordu; öte yandan da aruz, ahenk adına giderek daha fazla yabancı sözcüğü içeriye çekiyordu. Zamanla düşülen dil jepolitiği kuyusunun derinleşmesi, geri dönülemez bir halk dili ayrışmasına yol açıyordu. (Bir Azerbaycanlı okurumuz, anasının öğrettiği dilin değişmesinden, TDK'yı sorumlu tutar duruma gelmiş bile!)
Artık bu bayır aşağı gidişin kaynaklarını daha berrak kıldığımızı düşünerek, en azından kuralların gözden geçirilmesi ve yeterli dağarcığımız olduğu hâlde, bu gerekçelerle dilimize çekilen yabancı sözcüklerin, o dillere geri verilmesini sağlamalıyız.
Katkılarınız için çok teşekkürler. Selamla.
(2)
Ufak bir ekleme diyelim. Dilimizi arılaştırırken şuna da dikkat etmeliyiz kanımca. Öyle kelimeler var ki kökeni yabancı Arapça/Farsça, ama benimsemişiz o kelimeyi alabildiğine, bizden artık o kelime Örneğin: Allah, Hayat, Aşk vb. ki Arapçadır bunlar aslında, bunları da dilden çıkarıp elemek olmamalı bence hedefimiz. Yerine koyacağımız kelimeler bazen kullanıma göre daha güdük kalabilmektedir. Bu da kısa bir not olarak yerini alsın...👍