Sarmaşık Sarışı

Sınır ötesi kaçışlardayım diz boyu karlar yarıp iz açarak. Ne bir çakal sesi, ne bir kurt izi. Damarına basar gibi basıyorum iz düşümlerindeki aynanın optik yansımasına. Ne eğriliyorum, ne de doğruluyorum. Sadece yürüyorum zaman zalimlerinin ülkesinde, elimde sarmaşık tohumları.

Gök yeniden kutsanıp kar tanelerinin eşsiz öpüşlerine gebe kalıyor saçlarım, aklımda milyon kırbaç aynı anda şaklıyor ve hüzün denizlerinin fırtınaları tusunamiye dönüşüyor dalga dalga şehrin dar sokaklarını vururken. Kan kırmızı şarap fıçıları yuvarlanıyor, çatlaklarından akan üzüm suyu sarıp koca bir denizi sarhoş ediyor. Film işte tam burada kopuyor en kopuğundan ve birleşmez diyor kopan yürekler eskisi gibi gönülden.

Gözlerimi kapatıp el yordamı ile yazıyorum yıldızlar ülkesindeki bir küçük gezegene, ellerimi yakarak. Kavrulup kül oluşlarımın kokusu sarıyor koca bir gezegenin oksijenimsi hayat damarlarını.

Bilindik bir ses; dur!!!

Hadi dur durabilirlersen, güneş sabahtan öğlene bir tur atmışken, dünya dönüşünde kilometreler kat etmişken, ay yörüngesini şaşırıp uzayın sessiz karanlığında kaybolmuşken. Kızgın korlar üzerinde yalın ayak yürürken, düşen yağmur toprakla kavuşmadan buharlaşırken...

Bir nefes daha alıyorum kâğıda sarılmış tütünden ve tütmüyor ateşin yoksunluğunda hiç bir şey burnumda. Gözlerim ararken gözlerini ellerim ellerine değiyor yine gecenin bir yarısı karanlığın mum ışığı aydınlatmasında. Sesin sesime değiyor ayakları telaş titremelerinde. Akordu kayık bir çalgı gibiyim doğru sesi çıkartamayan. Yankı yankı kulak tırmalayan gıcık bir ses benimkisi.

Ölüler ağlamaz sevgili!
Ölüler gülmez!!
Ve ölüler hiçbir zaman sevmez sevgili...


Alamadığım tadın dil kayışlarında tükürüğe bulanıyor göç yolculuğuna çıkmış ayaklarım ve boğulup ölüyor nefesinden nefes alışlarım. Soğuk bedenim toprağa düşüp, bin bir can kan yapıyor çürümüşlüğümden. Bölünüyorum bölük pörçük kimsesizliğin varoluşundan. Parça parça, lime lime kopuyorum benden olma, benden doğma düşlerimden. Bak yine yalnızım şarkılar söylerken akşamın kızıllığında gün batımına. Hadi ufuk! Bir çizgi daha çek uğruna açıldığım okyanusların üzerinde...

Hadi son! koy noktanı olanca hızınla eşekten düşer gibi sona ve elimdeki sarmaşık tohumları filizlen! En sert kayaları bile delip geçen, yaprağı zehirli, boyu enine göre uzun, yeşil yaprağı, kahverengi gövdeli odunumsu bitki; sar bedenimi en sıkısından bir daha nefes nedir hiç bilmeden, bir daha güneş nedir hiç görmeden ve bir daha aşk nedir aşkından başka bilmeden.

Tükenmedim!
Sadece kömür karası, kurşunimsi, tahtadan kalemim bitti
Ve
Gözlerinin yaktığı yüreğimin ateşi.

(güneş, hiç bu kadar karanlığa bürünmemişti)

30 Ağustos 2011 2-3 dakika 16 denemesi var.
Yorumlar