Satın Bu köyü de kurtulalım:

Asırlık Bir Mahkemenin Masalıdır.

Giriş:

Masal gibi bir mahkeme yeniden başladı. Bu mahkemenin ben neresindeyim diye düşünüyorum. Bu masalın içine girmeye çağrıldım. Sadece ve sadece vekalet ve para vermek koşuluyla. Binlerce soru var kafamın içinde. Bu sorular tamamen hukuksal çıkmazların getirisidir. Soruları ikinci yazımda soracağım. Onun için bu yazının birinci yazı olarak gündeme gelmesini istedim. Ben bu sorularımın yanıtını bulana kadar yazacağım. Hukuk alanında kim görevliyse onların tümüne gideceğim. Mahkeme devam ederken ben de çözülmeyen soruları çözmeye çabalayacağım. Eğer hukuksal bir hata yoksa, vekalet verip, para ödemeye devam edeceğim.

Eğer ki, süreç içinde hukuksal bir hata varsa sorumlusu olanlar yani, bu mahkemeyi başlatanların tamamına yakını ölmüşler. Kalanlar bu hatayı ödeyecektir,biliyorum.

Bu sözü edilen mahkemenin geçtiği alan GÖLE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'DİR. Yazının ikinci bölümü gelince olaylar biraz daha netleşecektir. Bu mahkemenin başlangıç tarihini tam olarak bilemiyorum. Ancak, verilen bir karar da 21.1. 1958 yazıyor. Sanırım mahkeme bu tarihten çok önceleri başlamıştır. İkinci yazıda, mirasçılar isim ve isim açıklanacaktır. Bana anlatılan ve benim elimdeki kararlara göre varis olarak hak alanlar da anlatılacaktır.

Evet benim babam 1996 yılında öldü şimdi baba adına mahkemelerde ben yada vekaleten biri bulunacak. Ancak kuşkularımı hep yazacağım. Bu böyle biline.

Bu köyden ve bu mahkemeden kurtulmak istiyoruz. Lütfen Özelleştirme alanına alınıp bu köy satışa çıkartılsın...

Birinci Bölüm:

BİR MASAL (Üç Baba İmdi)


ÜÇ BABA İMDİ!!!

Bir varmış bir yokmuş
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde
Cinler cirit atarmış
Yıkık hamam içinde

Develer tellal iken
Pireler berber iken
Ben babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken

Budan üç ya da dört yüz yıl evvel, çukur çukur denen ovaların birinde yaşayan, adıyla şanıyla bir adam varmış. Bu adamın adına Çolak Ömer derlermiş. Çolak dediysek gerçekten çolakmış. Çolak olduğu kadar da güçlü kuvvetli ve de paralı pullu imiş.

Gel zaman git zaman. Bu çukur çukur ovalarda acı rüzgarlar esmiş, Çolak Ömer bu acı esen rüzgarlara dayanamayınca, yaylalara çıkmak için göç etmiş. Göç dediysek, öylesine bir göç değil. Uzun uzun yollar gitmiş. Yani az gitmiş uz gitmiş, dere tepe dümdüz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş. Göle denen yayların eteğine ulaşmış. Bu yaylaları çok beğenmiş. Havasına suyuna hayran kalmış. Acı acı rüzgarların estiği çukur çukur ovalara bir daha geri dönmemek üzere bu yaylaları yurt tutup, vatan eylemiş.

Çukur çukur denen ovaların içinde kalanlar ise, Çolak Ömer için ağıtlar yakmış, Türküler söylemiş.

Nen eyle nen eyle Çolak nen eyle
Yayladan ovaya dön selam eyle

Çolak Ömer bu söylenen türkülere aldırmadan yaylaların serinliğinde yaşamını sürdürmek için,
büyük büyük yerler alıp, kendisine bir köy kurmuş. Derler ki, bu köy halen varlığını sürdürürmüş. Sonra, Çolak Ömer'in soyu sopu, bu köyde ve bu yaylalarda yaşar imiş.

Çolak Ömer yurt tutup, yuva kurmuş. Evlenip çoluk çocuğu kavuşmuş. Çoluk çocuk dediysek, İki oğlan çocuğundan söz edilir olmuş. Büyük oğlanın adı İbrahim, küçüğün adı ise Musa imiş.

Eeee dünya ölümlü dünyadır. Gelimli gidimli dünyadır. Kimseye baki kalmaz. Hem de öyle olmuş. Bu dünya Çolak Ömer'e de kalmamış. Çolak Ömer'e kalmayan dünya, iki oğluna kalmış.

Babaları ölünce iki kardeş, çarçabuk , ölüyü gömmüşler sonra da arazilerin bölümüne başlamışlar. Koca koca yaylaları parmak işaretiyle bir güzel ikiye bölmüşler.

Büyük oğlan kendi hakkına düşen yerleri senetli sepetli hale getirmiş. Yani günümüzün deyimiyle üzerine tapulamış. Küçük oğlan ise, buna gerek görmemiş. Ondan olsa diyorlar, Çolak Ömer'den kalma soy iki guruba ayrılmış. Adları ise, tapulular ile tapusuzlar olarak anılmaya başlamış. Bu masal da tam burada ikiye ayrılıyor. Tapusuzlar bu masalın dışına çıkıyor. Tapulular ise masalın can damarını oluşturuyor.

Masalı anlatmaya devam edelim. Çolak Ömer'in oğlu İbrahim uzun yıllar bu yaylalarda ömür sürüp, gün geçirmiş. Eeee ölümlü dünya, gelimli gidimli dünya. Derken gün gelip vakit erişince Çolakoğlu İbrahim'de bu dünyadan göçüvermiş.

Çolakoğlu İbrahim bu dünyadan göçünce babasına nispet olsun diye iki değil dört oğlan bırakmış. Tapulu ve sulu sulu yaylalar bu dört oğlanın adına padişah fermanıyla devri miras yazılmış.

Bini İbrahim Oğulları: İsa, Es'at, Mustafa, Ataş olarak babadan kalma arazilerin sahibi olmuşlar.
Ataların dediği gibi, çok bilen çok danışır, az bilen az danışır. Bu dört oğlan da çok bilip çok danışmışlar. Birbirleriyle durmadan yarışmışlar. Birinci oğlanın hiç oğlu olmamış. Bir kızı olmuş da bir daha başka bir çocuğu olmamış. Diğer üç oğlun ise, üçer beşer oğullar olmuş.

Bir kızı olan oğul, kızını bir başka yaylaya köçürünce, sulu sulu yaylalar. Diğer üç oğlun evlatları tarafından parmak hesabıyla yeniden dörde değil üçe bölünmüş.

Masalın burasında bir gerçeği söyleyelim. Ne bu masalı anlatan, ne de bu masalın mirasçısı kızdan haber vermiyor. Hak alıp almadığını bilmiyor. Bildikleri şey çok sonra yaşanacak.

Biz bu sözleri burada bırakarak dönelim üç babaya.

Üç baba imdi
Arabadan indi
Faytona bindi
Bir kızı yendi, servetini aldı. Diyenler böyle diyorlar. Dünya kalımlı dünya değil, ölümlü dünya. Gelimli gidimli dünya. Bu dünyaya gelen baki kalmamış. Giden ise geri gelmemiş. İşte bu kızdan başka...

Sulu sulu arazilerin üstünde yaşayan üç baba, bu sulu sulu yaylaları üç babaya bölerek, çocuklarına miras bırakmışlar. Daha sonra teker teker göçüp göçüp gitmişler.

Aradan yıllar geçmiş. Ne yılları kardeşim, asırlar geçmiş. Zaman gelip yarım asır ötesine dayanmış. Yani günümüzden yarım asır önce olsa gerekir. Tapusuzlarla tapulular arasında mahkemeler başlamış.

Mahkeme dediysem de kadılık falan gibi. Bir yıl kadı huzurunda tapulular mahkemeyi kazanırmış, ertesi yıl tapusuzlar. Derken efendim. Elde elek kalbur selek. Yiyen melek yemeyen kelek.

Tapulular, tapuların kurtarmak için, tapusuzlar da tapuluları yenmek uğruna elde elek kalbur selek kalmışlar. Kırılan baş, yarılan kaş, derken efendim ölenler hep Allah'ın emri diye toprak adına, toprağa gömülmüşler.

'Kim bu tapular için olmaz ki feda, yiğitlik, ar deyip, namus deyip, dava uğruna harcamışlar. Kalanlar şalvarı şaltak uçkuru kaypak olup, diyarı gurbete göçmüşler. Göçmek Çolak mirasıdır, göçelim demişler. Tapu, Bini İbrahim mirası olunca üç baba imdi, arabadan indi, trene bindi.

Biz haberi nereden versek sizlere üç baba imdi üçüncü kuşak. Masalı anlatan sekizinci kuşak. Olmaz olmaz demeyin. Olmuş, olmuş... Üç baba imdinin tapuları dava ile birlikte yedinci kuşaktan sekizinci kuşağa miras kalmış. Miras baba mirası, zaten bölünme de baba üstüne bölünüyor. Paylaşıma gelince, altta kalanın canı çıksın. Üstekinin rızkı artsın. Derken efendim, yumurtanın kabuğunu çıt diye kırmaz mı civciv.

Cik cik cileme
Bu bir tekerleme
Tekerleme tekerlenir
Tekerlenen şekerlenir.
Kimi şeker bulamaz. Kimi limonlu ganfet ile çay içer. Kimi çarık giyemezken, kunduralı dedelerin canı sağ olsun. Canı sağ olsun sözü bugünden çok öncelere aittir. Yani o dedeler, çoktan göçüp gittiler.

Al gülüm ver gülüm. Nesli değiştiriyor ölüm. Değişmeyen. Sulu sulu yaylalar ile Bini İbrahim tapuları.

Delinin biri bir taş atmış kuyuya, Bin akıllı elli yıldır bin urgan sallasalar da taşa ulaşamamışlar. Gel gelelim dünyanın bu mihengine. Daddıra terazi kim olmuş bu işten razı.

Biz haberi size üç baba imdinin dördüncü kardeşinden söz edelim. Bu kardeşin oğlu olmadığı için babalar üçe inmişti. Çolak torunları, tapulu olduklarına inanarak üç baba imdi oyununu oynarlarken cığıza cur bahane üçüncü kuşaktan İsa kızı çıkıp gelmiş,

'Verin ulan üç babaların torunlarının torunları, verin benim babamın hakkını' demiş.

Demekle kalmamış doğru soluğu kadının önünde almış. Kadı bu kadını dinlemiş dinlemiş, sonrada fetvayı vermiş.

'Ya kadun sen haklısun' demiş,

'Ulan zındıklar verin bu kanayaklının babasının hakkını'

Eeeee söz kadı sözü olunca kimse ağzını açamamış. Neyin ne olduğunu anlatamamış. Kadının fermanıyla, bu kadın tüm hakkını bir tamam almış.

Üç babanın torunlarının torunları yemini billah etmişler. Biz bu haksızlığı etmedik. Ezelden bele gelir bele gitsin isterdik amma, kanayaklı hakkını isteyince, herkes korkmuş. Korkanların bazıları altına kaçırmış. Bazıları yurttan yuvadan firar etmiş. Olmaz demeyin, olmuş olmuş. Az yiyen ses edememiş. Çok yiyen ise, çok çok yediği için, dava uzadıkça uzamış.

Bu işten kimseler bir şey anlamamış. Anlayan ise tapusunu erkenden almış. Almayan ise oturup masal yazmış. Baba mirası yarım asırlık bir mahkemenin neresindeyim diye düşünmeye başlamış.

Satsan satılmıyor. Alsan alınmıyor. Sahip çıksan çıkılmıyor. Yıkılası bu dünyada sekizinci kuşak da göçmek üzere, dava asrını tamamlıyor. Biter sanmayın, vallahi bitmez. Mezarından kalkan hakkını alıyor da, yaşayan hak alamıyor. Batsın bu dünya.

Masal burada bitiyor.
Dava bitmiyor. Bu masalı anlatan çocuklarına bu davayı miras bırakmak üzere vasiyetini bu masalın içende saklı tutuyor.

Gökten üç elma düştü, siz sanıyorsunuz ki, gökten düşen üç elmanın da, her masalda olduğu gibi, biri anlatanın, biri dinleyenin biri de masal kahramanının. Olur mu be kardeşim üç baba imdi, arabadan indi, faytona bindi, üç elmayı onlar yedi. Bir kız geldi. Hani bana, hani bana deyip kadıya gitti. Şimdi bir de elma davası çıkmaz mı karşımıza. Çıkın işin içinden çıkabilirseniz.

Selam ve saygılarım sunulsun, davacı kim, davalı kimdi. Sekizinci kuşak gelimli gidimli dünyadan teker teker çekiliyor. Dokuzuncu kuşak, size sesleniyorum. Bu mirasa hazır olu.


Asırlık Mahkemenin Neresindeyim?

İkinci Bölüm.

Sözün neresinden başlayacağımı bilemiyorum. Mahkemenin neresinde olduğumu bilmediğim gibi. Ama, olayları anlatmak için, bildiğim bir yöntemi uygulamaya karan verdim. Önce Köyün kuruluşuna gitmek gerekiyor. Gerçi ben bu olayı bir önceki yazımda masalımsı bir yaklaşımla aktarmıştım. Bu yazıyı birinci bölüm olarak yeniden aktardım. Köyün kuruluşunu ve gelişimini orada verdim bildiğim kadarıyla.

İkinci bölüm dediğimiz bu yazıda, yeniden başa gitmek gerekiyor. Çünkü, Tapu olayı baştan bu yana geliyor. Köyü kuran Çolak Ömer denilen adamın oğlu İbrahim'den bu yana anlatılacaktır. Peki Çolak Ömer'den bu yana kaç kuşak değişmiş? Bendeki bilgilere göre önce onu yazalım.

Kuşak sıralaması:

Çolak Ömer
İbrahim
Ataş
Tahir
Halil
Fermani
Ben

Mahkeme altıncı kuşak olan Fermani'nin döneminde başlamıştır. Tarih aşağıda verilecektir. Ancak buraya da yazmakta yarar vardır sanıyorum. Mahkemenin başlangıcı 1958. Bu tarih ilk mahkeme kararından alınmıştır.

Gelelim tapu olayına: Söz konusu mahkemede adı geçen tapular Çolakoğlu İbrahim'den miras kalmıştır. Bu mirasın kaldığı zamanı bulmaya çabaladım. Zaman olayını yine mahkeme kayıtlarında buldum. Tapuların devri miras olduğu yılı verelim. Tapu hukukunda bu tür tapulara ne ad verilir bilemiyorum. Babamlar 93 tapusu diye aktırıyorlardı. Ama tapu kayıtlarında, en başta geçen İbrahim dedenin adı oluyor. İbrahim dedenin ölümünden sonra tapu devri yapılıyor mirasçıları olan dört oğluna.

İbrahim dedenin ölüm tarihini (?84) olarak veriyor kayıtlar. Bu tarih kayıtlarda şöyle geçiyor:

'Pederleri İbrahim fevtinden ? 84, (ancak bu 84 tarihi zaman olarak hangi zamandır? ) Onu aramaya başlayınca karşımıza başka bir kararın içinde geçen tarihe dayanarak yol alıyorum. Bu karar belgesinde şöyle bir anlatım var:

Belge:
T.C.
Göle Asliye Hukuk Mahkemesi
Esas No: 957/45 Karar no: 958/12
Hakim:Sami Şafak 12982
Katip: Reşat Aydın
....................

Karar yazısında 27.3.1957 tarihli bir dilekçeden söz ederek giriş ve anlatım bölümünden sonra üçüncü paragrafta şöyle bir anlatım var.

'Davacıların iddia ettikleri gayrimenkul dört adet çayırlığın davacıların iddiaları veçhile murisleri İbrahim oğulları İsa, Esat, Ataş ve Mustafa üzerine 1289 tarihli dosyada mevcut tapu senedi ile tapulularının murislerinin ölümünden sonra bu gayrimenkul çayırlıkların babalarının zilliyetliğinde kaldığı' böyle devam edip gidiyor.

Bu karar yazısında birkaç kez verilen 1289 tarihi bize tapuların devredildiği tarihi anlatıyorsa ve 84 tarihi de 1284 yılını denk geldiğini düşünürsek, benim sorum İbrahim oğlu İsa'nın kızı olan sevim hanımın 1960 lı yılarında gelip mahkemeye nasıl girdiğidir. Bu İsa kızı Sevim hanım kaç sene yaşamış? Merak ediyorum?

1960 lı yıllarda baba hakkını alırken nasıl aldı? Bunu bilemiyorum. Ancak, Oğlu dava açmış olsa, peki mahkeme bu kızın daha önceleri hak alıp almadığını nasıl belgeledi. Bunu da bilmiyorum. Kendisi olursa sanırım karar doğru. Kızın kendisi yoksa, kim geldi bu hakkı beyan etti. Karma karışık bir olay.

İkinci bir olay:
Mahkemenin başlangıcından dava takipçisi olan zat Sürmeli adlı kişi ise, hiç okuma yazma bilmiyordu. Bunca hukuksal olayı nasıl dava takipçisi olarak sürdürdü? Ben bunu da anlamış değilim. Bu zata gökten vahi mi geliyordu. Bütün kayıtlarda bunun adı geçiyor. Dava takipçisi olarak bütün mahkemelerde hukuksal savunmalar yaptığını söylüyorlar. Üstelik çayırların bazı bölgelerinde alım satım işlemleri yapılmış. Sürmeli ile Cimşit adlı zat sanırım sekiz kez bu çayırları karşılıklı alıp satmışlar. İşin ilginç yanı, çok az bir parayla.

Bu alım satım işleminde hiçbir varisin haberi yoktur. Hiçbir varis bu alım satım işinde haberdar edilmemiş. Şu anda bile birçok varis bu mahkemenin nasıl ve nerede olduğunu bilmiyor. Dahası, İki kişi arasıda yapılan alım satım işini de bilmiyorlar. Soru şu? Bu iki kişi neden bu dört çayırı sekiz kez karşılıklı birbirlerine küçük bir parayla alıp satmışlar?

Bu mahkeme süresince, varisler tam olarak bulunmamış. Kayda geçirilmemiş. Birçok varisin adı bile anılmıyor. Bunlardan biri de benim babamdır. Bazıları tapularını almış. Onların işi bitmiş sanıyorum. Galiba işi bitmeyenler şimdi harekete geçmiş bilemiyorum. Bildiğim bir şey var benden istenen avukat parası ve vekalet. Ortada çayır yok ama ver vekaleti öde parayı. Bir asır daha sürsün bu mahkeme.

Bakın bunu açıkça yazmalıyım. Hukuksal yanı böyle diyorlar. Benim bu hukuksal olan sürece hiçbir sözüm yok. Sözüm yok diyorum da, asırlık bir süreci dolduran mahkemenin neresindeyiz onu öğrenmeye çabalıyorum.

Davayla hiç ilgisi olmayan bir olayı irdelemek istiyorum. Olay şu: Bu asırlık mahkemenin kahramanları olan kişilerin tamamı ölmüştür. Bir yada iki kişi yaşıyordur. Onlarda bugün yarın sizlere ömür. Vekalet sistemi bize geldi şimdi biz vekalet verip avukat parası ödemeye başladık.

Gelelim çayırların diğer yanına. Dört çayırdan söz ediliyor. Biri İsa kızı Sevim soyundan gelen ve cimşit çocukları diye bilinenlerin üstüne tapulu. Tapu senedinin fotokopisi bende mevcut.

İkinci çayırın bir kısmı da Sürmeli denen adamın üstüne kayıtlı tapu senedini fotokopisi bende mevcut.

Üçüncü çayır ise, Esat soyundan gelenlerin elinde. Onların tapuları var mı yok mu bilemiyorum. Ancak, bu çayırı bunların sahiplendiğini biliyorum.

Dördüncü çayır ise, İbrahim oğlu Mustafa soyundan gelenlere ad ad kayıtlı. Mahkeme kararı dedikleri belgenin fotokopisi elimde var. Peki bize kalan ne ve biz neyin davasını görüyoruz? Ortada bir tapu olayı varsa bizim yani, babamızın tapuları nerede ve neden verilmedi?

Neden mi? Sanırım okuma yazma bilmeyen dava takipçisi Avukat Sürmeli beyin hukuksal bilgisinden yararlanamadık diyelim.


Evet yukarıda da değindiğim gibi, çayırların birinin tapusu İsa kızı Sevim soyundan gelenlere ad ad kayıtlı. Oysa biz bu Cimşit adlı kişiye hakkı olan parayı bir kez değil, iki kez ödediğimizi annemle babamın ev içinde yaptıkları kavgalardan biliyorum. Ödedik ödemesine de, çayırlar halen adamların üstüne tapulu.

Benim babamdan kalma tapu yok. İşin ilginç yanı Babamın adı hiçbir yerde geçmiyor. Varis olarak geçmediği gibi,bu davanın içinde böyle bir adamın varlığından bile söz edilmiyor. Ancak, dava başladığı günden bu yana hakkına düşen tüm paraları eksiksiz ödemiştir. Para verirken varis oluyor da tapu alınırken varislik ortadan kayboluyor. Güzel bir olay.

Benim bu yazıda aklımın ermediği olayı ise, yazının üst bölümünde ad ad aktardım. Kuşaklar arası uzaklık olayı. yazıya geçirirken kuşaklar arası farkı hesaplamayı öğreniyorum. Mahkemede bu nasıl yapıldı bunu bilemiyorum ama kuşkularım ve dinlediğim masalların içinden sıyrılıp çıkmak istiyorum.

Aslında, bunu şöyle yazmak gerekiyor. Ben Dede İbrahim den bu yana kaçıncıyım. Kuşak olarak yazayım.

Kuşak sıralaması:

İbrahim
Ataş
Tahir
Halil
Fermani
Ben


Bende ki bilgiler böyle olunca, şimdi yeniden soruyorum:

'Davacıların iddia ettikleri gayrimenkul dört adet çayırlığın davacıların iddiaları veçhile murisleri İbrahim oğulları İsa, Esat, Ataş ve Mustafa üzerine 1289 tarihli dosyada mevcut tapu senedi ile tapulularının murislerinin ölümünden sonra' Bu kararda ki yazıya dayanarak. İbrahim oğlu Ataş kardeşi İsa kızı Sevim 1960 lı yıllarında baba hakkını nasıl aldı? Bana anlatılan ise, bir masal gibi geliyor. Bu kız bir güzel gelip mahkemede hakkını aramış ve almış. Benim bu konuda kuşkularım var. Ve bu asırlık mahkemenin hukuk fakültelerinde ders olarak okutulmasını önereceğim. Çünkü ilginç bir hukuksal olay. İlginç olduğu kadar da karmaşık bir olay.

İkinci yazının sonuna gelirken, şunu söylüyorum. Asırlık mahkeme yeniden başlamış diyorlar. Bana sorarsanız hiç bitmedi ki. Böyle giderse, varisleri toplamak ve olayın sonuna gelmek için iki asra daha ihtiyaç vardır.


Bir başka açıdan bakıyorum olaya. Ortada çayır denilen bir olay kalmadığı gibi, tapuları da bazı varisler almışlar. Peki biz neyin mahkemesine gidiyoruz? Bunca yıldır mahkemelere ve avukatlara verdiğimiz para ile bana intikal edecek çayırın yüz katı arazi alabilirdik. Sadece İsa Kızı Sevim Hanımın oğlu dedikleri Cimşit beye ödediğimiz paranın miktarı bana baba mirası olarak kalacak çayırın üç katına bedel.

Ben bu işin içinden bu yazılarla çıkmaya çalışıyorum. Hukuk dan pek anlamam ama, olayların gelişimi beni bu yola itmiştir. Gerekirse Ülkenin en üst düzeyine kadar yazılarımla gideceğim. Bu mahkemenin ilk günden beri nasıl seyrettiğini yazarak anlatarak olayı açıklayacağım.

Çözüm olsun ya da olmasın. Ben mutlaka bu işi yapacağım. Yeter artık, bunca senedir, yani asırlık bir mahkemenin sonu gelsin istiyorum. Nasıl olsa ülkede özelleştirme vardır. Benim köyümün de özelleştirme kapsamına alınmasını ve satılmasını istiyorum.


Devamı üçüncü yazıda.

09 Şubat 2010 17-18 dakika 3 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar