Saygın Uğraşılar Toplamı Şiirler
Necla Kezban Turan, yorumlamam için 16 şiirini gönderdi. Tek tek tüm şiirleri dikkatle okudum. Okuduktan sonra gördüm ki: şiir üstüne hayli çalışmış, düşünmüş, kafa yormuş bir şairle yüz yüzeyiz.
Turan; inzivaya çekilmiş, kendi kabuğuna gömülmüş şairlerden değil. Gerçî, bireyselliğine bireysel ama bireyciliğin bencil sularına kaptırmamış kendini. Kendinden veyâ muhatabından hareket ederken, dizelerine/ imgelerine toplumsal sancılanmaların izlerini düşürmesini de bilmiş.
Sözgelimi, Üşüyorsun başlıklı şiirine
“Sözün yetmediği bir vakitti/
Ben çaresiz bir yağmura sığındım,/ Bilmiyorsun.” diye başlarken, bireyseldir ama ilerleyen bölümlerde bu tutumunu toplumsal renklere kavuşturmaktan da geri durmuyor:
“Sarsılırken yaşanmışlığın gerçeği
Haykırıyor dünyaya yürek sızım,
Duymuyorsun.”
Turan’ın imge oluşturma yeteneği hayli gelişkin. Gölgelerin Mevsimi başlıklı şiirinde “saatini çaldım baş ucundan ünlemsiz gecelerin”, Zerdali Çiçeğim şiirinde “geçeyim ömrün yâr sarayından/ zerdali çiçeği öpüşlerde uçuşan”, dar şiirinde “yokluğunda/ yokuşları sağar ışıldayan kaldırımlar/ öyle bir küsersin ki yani oturur ağıt yakar akrabalar”, Ölüm Karası şiirinde “gözlerini açmış durur maden/ mayıs yarası/ yarısı çalınmış ömrün/ kabul olunsun madem ağlamayan duası” deyişlerinde ve daha birçok dizesinde onun bu özelliğini somut olarak görüyoruz.
İmge kurgulamak; şiir bilgisi, şiir terbiyesi ve şiir becerisi ister şairden. Necla Kezban Turan, bütün bunları aynı potada eritmeyi başarıyor. Dar şiirinde Turan, seslendiği şiir kişisine umut devşirmeyi öğütler. Bunu yaparken boş övünmelere yanaşmaz. Canlı-kanlı bir atmosfer inşâ eder:
“kalemin yanmış uçtan uca
yeni şiirler yazmaya kalmaz mecali
şapkanı
tak
giyin kuşan
aslolan gülmektir baharda”
Ne var ki, Hürriyet ve Ateş başlıklı şiirdeki “kaburgasında çiçek taşıyan çocuklar” imgesi çok zorlamadır. Alabildiğine soyuttur. Hiçbir çağrışıma yol açmaz. Dolayısıyla, nesnel dünyada bir karşılığı yoktur bu imgenin. Derken, aynı şiirdeki şu bölümse mükemmel denebilecek kadar sarsıcıdır:
“kamburundan başlar çürümeye
bazı adamlar
ve yine kirlendikçe
aynasından kül döker ağaçlar”
Şairimiz, kendine vergi imge düzeneğini her fırsatta çalıştırır. Övülesi güzellikte ortamlar açar şiirine:
“s/ayıklayın araftan geceyi kolaysa
güneş penceremizden ışıksız
geçecek
can yangını bu gülüş
bitti mi sahi”
(Suskumun Hüzün Türküsü şiirinden)
Sorgulayıcıdır Turan, didikleyicidir. Dahası, sorgular ve didiklerken felsefî bir kuruluğa, bilimsel determinizmin katılığına bulaşmaz. Bunlar, onu üsttenci öğretmen davranışından kollar. Her şeyden önce şiir yazdığının farkındadır çünkü. Farkında olduğu için de estetik yörüngeden sapmaz. Şiirinin temel dinamiklerini entelektüel çokbilmişliklere fedâ etmez:
“kuytu bir ateştir düşen karanlık
ve hatasız
ve külü senden yâr
ektiğimiz binlerce dünden beni toplayan
zindan seslerini çoğaltıyor
toprak
kaç bedenden, say”
(Ölüm Karası şiirinden)
Her fırsatta sağlam bir poetikaya yaslanır. Toplumun iyi gitmeyen yönlerini işâretlerken, poetik düzeyini korumasını bilir. Onun da bir politik görüşü mutlaka var. Burada da poetikasını politikaya yedirmez.
İşte örneği:
“sisli dudaklarında delişmen ateşler yanan insan
asılsız bir ihbardan
ibaret gülüşün
sır saklayan çamurdan
aynadan ve taştan
mavi
çocuktan daha hürsün
senden habersiz ölmüşsen”
(Düş Görümlüğü şiirinden)
Turan; kimi doktriner toplumcu- gerçekçilerin aksine, gerçeklikleri gözümüze sokarcasına yazmaz. Anıştırır. Sezdirmekle yetinir. Îmâ eder. Buncası yeterlidir. Şiir, daha fazlasını kaldıramaz. Kaldırmaya yeltenirse, şiirsellik güme gider. Sloganlaşır. Yüksek desibelli sesler arasında göçer. Aşağıdaki beş dizede Turan’ın bu titiz, özenli yaklaşımını apaçık görebilmek mümkün:
“Gizli bir süs bırakmış takvimde
Işıldayan toz tanesi gece
Dünyanın
dibinde bozukluk
Coğrafyadan kime ne
Bellidir öykümüz bu –sus”
(İmleyin Düşlerimizi şiirinden)
Turan’ın bu güzelim yaklaşımı, sâhiden tüm şiirsel birikiminde mevcut. Buna ilişkin savımızı perçinlemek için bir örneklem daha getirelim:
“büyürüz yeniden bittiğimiz yerden haklısın
insan yapar düşüp yanmak
insanı
kalbimin içine bak harman yeri”
(Güznâme şiirinden)
Turan’ın Güznâme şiirini okurken, Suut Kemal Yetkin’in şu sözlerini düşündüm: “Şair adını hak etmiş tek bir sanatçı gösterilemez ki bir dâvayı savunmak, bir düşünceyi yaymak, bir sorunu doğrulamak için şiir yazmış olsun. Böyle bir şairin varlığına inanmadığım gibi gerçek şiirden tat alan tek kişinin böyle şiirleri okuyacağına da inanmıyorum.” (Yokuşa Doğru kitabından). Şairimiz de Suut Kemal Yetkin gibi bir tavır alıyor, şiire durduğunda. Telkinden, tebliğden ısrarla kaçınıyor. Telkinciliğin, tebliğciliğin şiirin damarlarını kurutacağını düşünüyor besbelli. İyi de ediyor. Bu tutumu, onun inandığı değerleri, bağlandığı ideleri, şiir eko-sistemi içinde vermesinin önünü açıyor doğal olarak.
İmgesiz Fısıltılar şiiri, destansı bir havayla başlar. Buradan onun, istediğinde, görece uzun soluklu şiirlere kavuşabilmekte hiç de zorlanmadığını çıkarabiliriz:
“sokaklar
sesinizi biraz kısmak isterim
dillendiği zaman kırkikindi
kaldırımlar daha güzel kokar bilirim
biraz da
demlikte olgunlaşan
çayın neşesiyle
camlara sırnaşan serinliğe uymak niyetim
uyumak
kösnül dağların tenine ıslak ıslak
yamasın saçlarımı rüzgar”
Mim şiirinden aşağıdaki kesiti, şairimizin dize istifçiliğindeki mahâretini göstermesi bakımından önemli buluyorum. Dizelerin eklem yerlerindeki tutamaklar öylesine sağlam ki; şiir, kınlı-kılıçlı sert sözcükler içermesine karşın milim tökezlemiyor. Su gibi akıp gidiyor:
“kınına sığmıyor kılıçlar
vurmuyor da boynumu üstelik
hoş gelenim
uzun değilken kavuşmaya yollar
bir cemreden düşmek vardı ya ellerine
yeni yakılmış türküydü dillerin
taşlar okunuyor yüzünden neden
tarihlere dokunup”
Muamma, Sıralı Sarı, Yapraklı Takvim ve Bulmaca başlıklı çalışmalarsa, kayda değer şiirler değil. Hiçbir özgünlükleri yok. Bir anda çırpıştırılmış ve öylece de bırakılmış sanki. Bir daha da üzerinde çalışılmamış izlenimi bırakıyorlar okuyanda. Dizeler birbirinin önünü kapatıyor. İtelemeden gidemiyorlar. Nasıl demeli? Bir tıknefeslik var sanki. Kimbilir, böyle demekle umarım ben yanılıyorumdur.
Jean Paul Sartre, Edebiyat Nedir? başlıklı kitabında şöyle diyor: "İnsan bâzı şeyler söylemeyi seçtiği için değil, onları belli bir biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır." Necla Kezban Turan, edebiyatta altın orta değerindeki bu ilkeyi, yukarıda andığım dört şiirine hiç uygulamamış maalesef. Bunlardan birine, Bulmaca şiirinin tamamına bakalım bir fasıl:
"avuçlarının içini kanatan
bu acı bulaşıcı
senden bana ve sonra
toprağa
sonuçta çiçek oluruz hepimiz
şarkı söylüyorum
kara tahtalar
önünde elimde silgi
ama silinmiyor kalanlar aklımda
avunmam bundan
yukarıdan aşağıya dört harfli
’şiir’
bütün şairler içmiştir
biliyorum
kutsal şerbeti
tutalım kendi elimizden
geç olmadan"
Görüyorsunuz: Biçim, almış başını gitmiş en ıraklara. Ortada bir tek "söyleyeyim de ne olursa olsun" çeşidinden bir hava kalmış. Sarıp sarmalamıyor insanı. Bir iğretilik, bir hamlık... Olsun, 16 farklı emekten dördü zayıf düşmüş, çok mu? Bu istatistik, Necla Kezban Turan’ın şiirsel yürüyüşünü kesinlikle önemsememizi gerektiriyor.
Donanımlı sanat-edebiyat dergilerinde ellerini kollarını sallaya sallaya yayımlanabilecek, onun ötesinde kitaplaşmayı hak edecek denli saygın uğraşılar toplamıdır, sözünü ettiğim. Az şey midir?
Bünyamin Durali
Muazzam..İki kıymetli şairimizi de alkışlıyorum.
Güzel bir şiir-şair analizi olmuş. İki şairimizi de tebrik ediyorum. Kalemleriniz daim olsun.
Çok güzel ve değerli bir paylaşım olmuş Kezbancım tebrik ve sevgilerimle 😊🎀