Sefaletin girdabı

Sefaletin girdabında nedensiz bir yolculuktayım, geride bıraktığım kopan parçalarıdır
Hücre zarlarımın. Çoğalarak azalıyorum, azalarak çoğalıyorum çağlayan sularımda
Boşluğuna doğru akıyorum hayatın.
Çaresiz bir bekleyiş serzenişin koridorlarında yankılanır durmadan, durmadan
Yıkım avcıları coğrafyasında dolaşır duygularımın, yasaklar sadece yasayı yapmayanlara işler
Tüm olanlar ardışık bir deprem yıkımına dönüşür ve bütün kentlerim yıkılır...
Elbette yamaçlarımın uçurumlarına yuvarlanırım elbette saralı günler, im'lenir dakikalarca, saatlerce, belki de günlerce, günlerce sürer bu kadranında zamanın.
Tek amacım gücümün tükendiği bu metaforda bitmemek... Küçük şeylerle de mutlu olmayı beceremedim işte...
Tek yol olmamalı biliyorum çünkü en ahlaksız karşılaşmalarda dahi o kıvrımlarına dimağ
Sancılanır ve sancısında yeni bir yol bulur kendine doğurduğu ise bir süreliğine işe yarar ve uzatma dakikalarından başka hiçbir işe yaramaz... Sonun son bulduğu anın içinde kendi sonsuzluğuna doğru uzanır...
Sende kendimi görüyorum ihtiyar çınar, daha dün gibi hatırlıyorum çocukluğumdaki pürüzsüz oğlan yüzümü, zamana karşı direnemeyen, hep aynı yerinde duruyormuş gibi görünen, nerudanın şiirleri gibi bitmesini hiç istemediğim ama tez elden gelip giden, bazen inanılmaz şaşkına çeviren, delirten... Bazen de durgun suyun aynasında kendini gök maviliğine bırakan ten oldun, bazen kızdığım bazen nefret ettiğim bazen de sevemeden edemediğim dış bükey yüzeyim, sen böyle geçip giderken,
Elim kolum bağlı çaresizim... Her şeyi düşündüğü kadar seni düşünselerdi belki ölümün bu kadar kolay olmayacaktı ey yaşam... Bu zaman yeteneksizliğin direncini arttırsa da elde avuçta ne varsa harcanacak daha ileriki safhalarda ama neylersin ki beni taşıyan rabıtanla sen olmayacaksın o zaman da... Olanlar daha şanslı olacak elbette bende kadere küsenlerden...

Bu anlatımımda kimseyi suçlamayacağım kimsenin doğrusuna eğrisine dokunmayacağım
Tanrının adaletini de ölçüp biçmeyeceğim, yorumsuz... Yorumsuz... Yorgun... Yorumsuzum
Diyeceğim o ki belki ilk defa bu anlatım,belki ecelle aramızda bir uzlaşma bir hesaplaşma kanısına dönüşecek, biliyorum adım gibi biliyorum bu restleşmede o evet sadece o ecel denilen galip gelecek ama kendiside görecek direncimin hücrelere bölünmüşlüğü bile son yaşam çisesi;
Yine zamana ve sana karşı direnen geride bir tek şey bırakacak... İşte zaman ve ecel tarafından silinemeyen cümleler yengiyi de bir başkasında diri tutacak.
Neye baksam sen çıkmıyorsun aklımdan sevinç yumağım... Bir aşk bu kadar mı bağlar insanı.
Bu kadar mı sarsar derinden, fizik'in sırları bu kadar mı anlamsızlaşır, matematik bu kadar mı erir, kimya'lanan sensizlik bu kadar mı kimya'lanır bende ben kendimden bittiğim yerde
Bu kadar mı anlamını yitirir koşuşturmaların... Meğer ne kadar anlamsızmış ezber davranışlarımız... Hakkımız... Hakkımız... Hakkımız... Ne hakkı be!
Ne hakkı kimden nasıl isteyeceğiz o hakkı kimin hakkı... tanrıdanmı dileyeceğiz o hakkı
Dilenmeyeniniz var mı? peki aldınız mı? Geçin bunları... Kendi kendinizin gözlerinin içine baka, baka kendinizi aldatmaktan vazgeçmeli...
Biliyorum ağırınıza gitti...
Elbette pahasına koruduğunuz canınıza söyletmeyeceksiniz... Elbette çaresizliğin kanlı gözleri ilişmişse size, ya varsa, ya doğruysa, o zaman ne olacak... Karşılaşacağınıza nasıl hesap vereceksiniz...
Doğrusu olacak olanın başı da sonu da belli, belli olanı kabullenmediğimizde belli,
Kabullensek de kabullenmesek de olacak olan yine belli... Kibrit çaktın mı bir süre sonra söner, akan dere kurur, giden kafileden ayak izi kalır oda bir süre sonra yok olur gider... Her başlayanın bitmesi gibi her ağrının bir başlangıç birde bitiş noktası gibi... Bu bir karın ağrısıdır
Başlar ve biter ibaresi sevinçte lehleşse de gelip geçiciliği hüzünlü bir iç boğuma çevirir insanı...
Elveda demeye dilimiz varmasa da en inandırıcı ve geriye dönüşsüz elvedasıdır insanın... Ölüm döşeği.
O zaman ne yapmalı çaresizliğe gömülüp hiçbir şey yapmamalımı... hayıııır... Hayır... Tersine
Daha çok şey yapmalı, daha çok yaşamalı, gereksiz ayrıntıları ve rutin alışkanlıkları çıkarmalı ömrünün dilimlerinden...
Mesela kır çiçeği kısa süreliğine de olsa vazgeçmeden sere serpe ortaya koymuyor mu rengârenkliğini, gelip geçici yağmurlar bir başka yağmurda yeşermiyor mu? En içten duygularımız kabarmıyor mu en besleyen yanımız bize durmadan sesleniyor...
Bir çivi gibi çakıldığımız aslında sadece kendimiz değimliyiz... Diye.
Mesele bizi yıkan alışkanlıklarımızdan kurtaramadığımız o psikoloji dedikleri ruh güruhumuz azgın bir domuz gibi saldırıya geçtiğinde üzerimize doğru, kaçacak yer bulamasak, her şeyin bittiği o an aslında bir başka başlangıcı da beraberinde getirir... Bu başlangıçta yeni serüvenler ve yeni aşklar, umutlar, yolculuklar bize doğru gelir...
Size bir tavsiyede bunlayım, çivilenip çakıldığınız her sabitlik izafiyet teorisini bile sizde tersine çevirir...
Şöyle ki: hareket zamanı kısaltır-durağanlık uzatır diye bilinir fizik kurallarında, hatta bunu aenchtayn parktaki sevgiliyi beklerken zamanın bir türlü geçmediğini, sevgili ile buluşulduğunda ise saatlerin saniyelere dönüştüğünü dile getirir... Doğru...
Ama bu çivilediğiniz kendinizi, kıstladığınız, mahrum ettiğiniz küçük done'lerinizi yaşamadan bir kenara atacak olursanız, gerçek zaman çizgisinde aslında uzattığınız size göre uzayan zaman yaşamadıklarınızda hiç olmadığından çivilediğiniz kendiniz çok şey yaşamadığından zaman size uzun gibi gelse de yaşamadıklarınız aslında çok kısa kalır bu çizgide...
Yani, hissederek yaşadığınız, hem anı olarak sizde yaşıyor olacak hem de yaşadığınız her an
Sizde çoğalacak...
Tüm bunları yazarken aslında sefalet girdabında olduğumu yeniden hatırlarım...
Yeniden kendime sorarım... Ya ben ne diyorum sefalet aşkına böyle ulu orta ne saçmalık bu...
Kendimde asılı bir mümkünlüğüm var mı ki elimden tutacak kendimi kaldıracak kandırmalarımdan başka... Ne var... gözlemlediğim hayatın dışında da olsam eskici partallarımı yeniden giymiyor muyum sırtıma yeniden giyinmiyor muyuz yeniden çıkartmıyor muyuz kirlilerimizi..kılıksızlığımıza yeni kılıklar uydurmuyor muyuz?
Kalıcı olanla başa çıkamadığımızdan kendimizi yeni yalanlarımızla avutmuyor muyuz?
Gelin kendimize karşı dürüst olalım biraz...
Kabullenelim tek gerçeği ve aklımızın bir kıyısında unutulmuş karaya vuran bir batık parçasına çevirmeyelim... Tersine kopan fırtınalara, çıkan yangınlara, rağmen unutulmuş
Kıyısında ki aklımızın batık parçayı ruhumuzun müzesine taşıyalım ki her uğrayan duygularımız bir başlangıcın istenmeyen bir sonunun da olduğunu hatırlasın... Kara borsa gibi görünen ömrümüzde ki ölümü hep hatırda tutmalı... Sın...

Felek bende ne bıraktın, ben kendimden giderken, sen ki aldıklarından başka bana ne kattın...



Metin Yaramaz

11 Nisan 2010 6-7 dakika 22 denemesi var.
Yorumlar