Sen Cennetliksin
Ahmet Bey, muhafazakâr bir şirkette kendi halinde işçi iken nasıl olduğunu anlamadan alım-satımdan sorumlu şef olmuştu. Eh, müdürlüğe doğru giden yolda ilk adımı atmıştı ya, gerisi nasıl olsa gelirdi. Yalnız, o koltuğa ulaşmak için hayatında bazı değişiklikler yapması gerektiğini düşünüyor ama nasıl davranacağını, değişime nereden başlayacağını bir türlü kestiremiyordu. . Çünkü Ahmet Bey, dedikoduyu seven, namazdan niyazdan uzak, kendi çıkarı için yapamayacağı kötülük, harcayamayacağı kimse olmayan bir kişiliğe sahipti.
Tabii bu huyunu mesai arkadaşları bilseler de, patronu bilmiyordu. Şimdiye kadar patronuna karşı her hangi bir saygısızlığı olmamış, karşında hep el pençe durmuştu. Ahmet Bey, müdürlük koltuğunu garantilemek için, kendisini yenilemeye karar vermişti. Dedikodusuna şimdilik devam edebilirdi. Nasıl olsa patronu şimdiye kadar duymadı ise, şimdiden sonra hiç duymazdı. Ne de olsa şef olmuştu artık(!)
İşe nereden başlaması gerektiği hakkında uzun uzun düşündükten sonra, namazla başlamaya karar verdi. Ramazan ayı da gelmişti. Hem namazını kılacak, hem orucunu tutacaktı. Böylelikle, Ramazandan sonra da namaz alışkanlığını devam ettirmeyi düşünüyordu.
Ramazanın üçüncü günüydü. Susuzluktan dili damağına yapışmıştı. Saatine baktı; öğlen namazı geçmek üzereydi. Öğlen namazını kılmak için kalkmaya davrandı. 'Ah! Şu abdest alma işi de olmasa, şimdi aldığım abdesti biraz sıkarsam ikindiyi de kılabilirim.' Diye düşünerek lavobaya doğru yürüdü. Abdestini alıp, dirseğe kadar sıvalı kollarının suyunu silkeleye silkeleye mutfağa yöneldi. Sandalyenin birine oturup dirseklerini masaya dayadı. Hâlâ ellerini silmemiş, suları gelişigüzel etrafa silkeliyordu.
Az sonra muhasebeci Zafer, mutfağa girdi. Sebilden bir bardak su doldurdu. Tam içeceği sırada masada oturan Ahmet Bey'e gözü ilişti. Bardağı ağzına götürmeden, 'A Ahmet Bey, sizi görmedim özür dilerim. Siz orada oruçlu otururken karşında su içmek günah olacak.' Dedi. Ahmet Bey, 'Ne günahı oğlum, sen iç suyunu, tutan da kendine, tutmayanda. Ben oruç tutuyorum diye koca şirket oruç tutacak değil ya.' Dedi ama düşünceleri, 'İç iç bakalım, yarın cehennemde cayır cayır yanarken, o bir bardak su kurtaracak mı seni?' Diyordu.
Zafer, arkasını dönüp suyunu içerek mutfaktan çıktı. Ahmet Bey, sebilin az önce alınan suyun boşluğunu fokurdayarak doldurduğunu seyretmeye başladı. Su, fokurdadıkça fokurdadı. Fokurdadı. Su baloncuklarının ortasında, Alaaddin'in lambasından çıkan cine benzeyen bir yaratık göründü. Yaratığı, meraklı bakışlarla izleyen Ahmet Bey'e, göz kırpmaya, 'Sen cennetliksin! Sen cennetliksin!' demeye başladı. Ahmet Bey, gözlerine inanamadı. Gözlerini ovalayıp tekrar baktı ama yaratık hâlâ oradaydı ve sözlerini yineliyordu. Kendi gördüklerini onaylatmak için aşçıyı çağırdı. 'Güllü, şu sebile bakar mısın; içinde ne var?' dedi. Güllü, ellerini önlüğünde kurulayıp koştu. 'Sebilde ne olacak Ahmet Bey, hiçbir şey yok. Daha dün temizledim. Tertemiz.' Dedi.
Oysa sebilin içindeki cin, Ahmet Bey'e gülümsüyor, 'Sen, cennetliksin! Sen, cennetliksin! Az sonra burada tufan kopacak, yer yerinden oynayacak, çık dışarı. Canını kurtar!' diye bağırıyordu.
Ahmet Bey, Güllü'ye baktı. Dudaklarına eğreti bir gülümseme yerleştirdi. 'Tamam tamam. Sen işine bak, yok bir şey.' Dedi ama içinden de,'Allah'ın kâfirleri; abdest yok, namaz yok, size de görünecek değil elbet.' Dedi ve yerinden kalkıp hızla şirketin dışına çıktı. Şirketin en ucunda bulunan karabaşın kulübesine kadar yürüdü. Karabaş, Ahmet Bey'i görünce, kuyruğunu apış arasına kıstırdı. Başını ayakları arasına alıp sırtını dönerek yattı. 'Hangi dağda kurt öldü de beni ziyarete geldin?' der gibiydi bu hareketiyle. Ahmet Bey, karabaşın hemen yanındaki çam ağacının gölgesine çömelip karşıdan şirketi izlemeye başladı. İnsanlar kendi hallerinde çalışıp işlerini yapıyorlardı. Ahmet Bey'in, garip davranışı güvenliğin gözünden kaçmamıştı. Yarım saattir aynı yerde çömeldiğini görünce, 'Oruç başına vurdu galiba' deye kendi kendine söylendi.
Güllü, işi biten robotu yıkayıp yerine koymak için hızlıca yürüdü. Dikkatsiz birinin döktüğü yemek suyuyla, Ahmet Bey'in silkelediği su, kaygan zeminde karışınca, Güllü'nün ayağı jet gibi kaydı. Elindeki robot fırlayıp sebile çarptı. Parçalandı. Sebil bir tarafa, Güllü bir tarafa devrilmişti. Güllü'nün başı buzdolabına çarpıp kaşı yarıldı. Güllü'nün feryadına yetişen arkadaşları, yarılan kaşını pansumanlayıp bantladılar. Devrilen sebili de kaldırdılar ama sebilinde çarpma sonucu bazı yerleri yamulmuştu.
Ahmet Bey, tufanın kopmasını ne kadar beklediyse de tufan bir türlü kopmamıştı. Hemen aklına Nuh Tufanı'nda gemiye yetişemeyip de ineğinin ayağındaki çamurlardan tufanın olduğunu anlayan kadın geldi. 'Tabii ya! Tabii ya! Bana bir şekilde malum olmalı, yoksa alenen tufanı kim görmüşte ben göreceğim.' Dedi. Bu arada öğlen namazı geçeli çok olmuş, ikindi ezanı okunmuştu. Ağır ağır yerinden kalkıp şirkete yöneldi. Doğruca mutfağa girip sebile baktı. Sebil yamulmuş, Güllü'nün kaşı yarılmıştı.
'İşte ispatı; burada gerçekten bir tufan kopmuş. Şunların halinden belli' dedi. Bıyık altından güldü. Namazını eda etmek için mescide doğru yürüdü.
08.08.2011/