Seni Kaç Kere Unutmak İstedim

Sevgiliye Mektuplar

.........Sağanaklar yağardı akşam caddede yürürken ve yerleşkesinin ilk yeri saçlarım olan o dünyanın en güzel kokusu, birazdan akar gider, sensiz kalırım, unuturum diye düşlerdim hain ve sinsi olmayan gözyaşlarım yağmur damlalarıyla sevişirken...

.........En çokta kapalı yakamı açardım saçlarımdaki nehirler içime aksın, oralarda bir yerlerde tıkansın, daha ilerilere gitmesin diye...Setler, engeller kurardım önüne ve içimden, tenimden çıkartmaz, yağmur kokularına karıştırmaz, içimde, tenimde saklardım, izin vermez veremezdim çıkmasına... Öylesine kutsal, öylesine aşımdı ki salisesiz kalamazdım o dünyevi koku olmadan... Saklayacaktım, sen bilmeyecektin, unutacaktım işte...

.........Volkanik tepenin en akıntılı eteğinde lavları karşılamaya hazırlanıyor, yangın yüreğime yarenlik etsin diye çadırımın kapısını açık bırakıyorum ama heyhat dağ çiçeklerinin kokusu akıyor içeri, kokuna yoldaşlık edip vals yaparken havada, benekli bir papatya konuyor elimin üzerine donup kalmışlığımda... Alır diye, hissederde koklar bana kalmaz diye uğurluyorum onu ve yabancı hiçbir şey girmesin diye çekiyorum fermuarını çadırın... Bırak işte tam zamanı bu dağ başı diyorum ve eşi dünyada olmayan sen çiçeğini diğer çiçeklere bırakmıyorum sevgili çünkü çiçeklerin ömrü bahar kadardır ve ben kış yaşamıyorum artık...

.........Tarlaların yüzünü güneşe dönen ayçiçekleri ekili yerlerinden geçiyorum yapraklarına dokunarak ve sarı yaprakları okşuyorum en çok, papatyanın renkleriyle kardeş renk ilan ediyorum, yüzlerini bana çeviriyorlar tebessümlerinde utanıyorum sefilliğimden tarla bekçisi Nuri amcanın çilingir sofrasına konuklanıyorum alkol ikindisinde... İçtiğim, nefes aldığım her şeyden uzaklaştırıyorum seni o an ve oda ne? Diyorum, irkiliyorum, her ayçiçeği sen oluyor, içime doluyor, esiyorsun papatya kokulu ahenginde... Tuh! Tam unutmak üzereydim...

.........Aşk adına sesi, varlığı ve bu dünyaya ait olmayan bir kadın silueti yaratıyor, ona sığınıyor, sarılıyor, tensiz sevişmelerin hazlarında çarmıha geriliyorum boşlukta... Ve o
boşluktan savruluyor, bilmediğim kentlerin terkedilmiş, sokak çocuklarının mesken tuttuğu virane evlerin beton zeminine çakılıyor, kan revan içinde kalıyor, seni arıyor gözlerim var mısın? Diye... Yokluğuna seviniyor, acılarımı göstermediğimin hazzıyla bali koklayan on yaşındaki çocuğun sigarasına ortak oluyorum... Sigaramın ilk nefesini değil ama son nefesini artık bir sokak çocuğuyla paylaşıyorum sevgili, galiba seni unutmaya başlıyorum...

......... Podyumda yürüyen mankenleri izliyor ve şu ana kadar geçmeyen ama mutlaka senden güzel birinin geçeceğini düşlüyor, bekliyor, bekliyorum... Kahretsin, yerlisi de yabancısı da ya eğri çırpı gibi ya da Afrika'daki açlar gibi kemikleri sayılırcasına... Niye böyle güzel, niye bu kadar iyi ve sevgi dolusun, neden beni bu kadar seviyorsun? ... Ben her gün, her an, her saniye seni unutmak isterken senli düşlerimde, anılarımızda boğulmak ve kurtulmayı istemeyişim nedendir sevgili? ... Daha kaç karakışlarda beraber kavrulup, boğucu nemli sıcakların alevinde üşüyeceğiz sevgili? . Seni her unutmak istediğimde senli düşlerde boğuluyor, kurtarıcım yine ve hep sen oluyorsun... Unutmak istediğim kadar seviyorum seni sevgili, seviyorum...


Adana

08 Nisan 2010 3-4 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar