Sensizlik Ve Sessizlik

Geçmişle şu anı geleceğin senli düşleriyle avutuyorum ay bakışı dingin gecelerde...
Sevdamın sesi sensizliği soluyor kadim bir kentin kuytuluğunda,
sözlerimi kaf dağının ardında kayıp yedi kapının ardına kilitledim,
dudaklarıma en kallavi cehennem ateşlerinde eritilmiş, sınanmış demirden mühür vurdum; vurdum da yine de susturamadım sen diye atan kalbimi...

Başlarken...

Çocukluk düşlerimin masal perisi, vuslatın kokusu, geçmişimle kucaklaşma anı..benliğimden kurtulup sende yok olma anı... yasaklı, günahkar düşlerimin kutsal mabedi... yaşlı belleğimin derinliklerinde saklı tozlu gizlerin tek tanığı... vuslatın kucağında aşk ninnisi dinleyen kadın... hüzünlü vuslatsız aşklar tanığı... sevginin taşıyıcı annesi... hep doğum sancıları çektiren, doğumu hiçbir zaman gerçekleş(e)meyecek olan... daim iki canlı acılar çektiren... ruhumun kıvrımlı acısı, melül akşamlarımın eylül sevinci...düşsel yolculuğumun yasaklı tek illegalitesi, kaydı bir tek belleğimde saklı müebbetlik sabıkam... kovul muşların son durağı, istiğfar kapılarının ak yüzü, tövbekar alnımın secdesi... ne kadar yakınlaşırsam yakınlaş-ayım daima ufuk çizgimde duran adına yeminler ettiğim kutsal maviliğim...

Sonrası...Araftayım...

İlkin sıcak bir gülümsemen, asi ve kadim nehirler misali yüzünü baştan başa saran güneş parlaklığında saçların, kayıp bir deryayı andıran yeşilimsi gözlerin vardı...
Seni düşünmek seni hayal etmek seninle karşılaşmak bile büyük bir lütuftu. Ama öncesi ılık bahar güneşi tadında sıcak bir gülümsemeydi...
Bir başkalık vardı bakışlarında, düşlerinde ve gülüşlerinde; tarihten akıp gelen bir gizemin, ya da kadim kentlerin kuytuluklarında sevgiliye dair hayallere dalan genç bedenlerin özlemleriydi...
Gözlerinin buğusundan süzülen gözyaşlarınla derin acılar tanığıydı mavi yüreğin. Ve yine ilkin maviydin sadece mavi. Sonra bir kadının siluetinde canlanıverdi tüm yaşam senin benliğinde. Yüreğinin kuytuluklarında patlamaya yüz tutmuş bir volkan misali büyütmüştüm içindeki yaşam ateşini.

Akıp geliyordun tarihten berrak ırmaklar misali. Attarları bile sarhoş eden kokun rüzgarla eş olmuş yoldaş olmuş dağların yüceliğinden uçsuz bucaksız bozkırlara bir nefes olmaktaydı bahar yağmurlarına inat.
Sonrasında ise bir özlem oldun divane yüreklerde. Biçare gönüller senin hayalinden dem vurmaktaydı an be an. Özlemin, çift ağızlı kör bir hançer gibi deşerdi sana susamış dil-darları. Kutsal bilgi kaynağıydı her halin. Sonrasında sen değiştikçe yaşam değişti biçareler değişti senin varlığınla.
Sözlerin uzak iklimlerde yaşam buldu, umut oldu yarınlarda. Geçen her an sana yeni olgunlukları katmaktaydı akşamın alaca karanlık vakitlerinde. Sana doğru bir kervan olmuş göç ediyordu bilginin bilgeliğin ustası göçmen kuşlar. Bakışların gün geçtikçe daha bir ağırlaşıyor ve yine dudaklarında sıcak bir gülümseme. Kelamların ise her geçen gün daha bir hafifliyordu yalnız manası daha bir derinlerde.

Düşüncelerin gurur verici bir şekilde artık engel tanımaksızın sürekli yükseliyordu yüce dağlar misali ve onlarla haldaş. Farklı bir mana katıyor güzelliğinle yoğrulan olgunluğuna. Yetişilmesi zor bir aşk olmuş artık düşlerin ve bu yolda biçareler sadece keşfetmeye çıkmış birer divane...

Sen; seyduna ile şahrudun tanığı, Magdelena'nın gözünden Nasıralı için süzülen yaş, hallacdan dökülen ve döküldükçe "enel hak" diye haykıran kan damlaları; Şemsin karanlığında parlayan yıldız...

17 Ekim 2012 3-4 dakika 1 denemesi var.
Yorumlar