Sevda Bunun Nresinde
Konumuzun başlığında yaşamın sayfaları içine dolanmış yaşama etki eden bazen "detay" diye bazen de "ana unsurlar" diye adlandırdığımız, adlandırma ile kalmayıp kimimize göre kimi zamanlarda kişiselleştirdiğimiz, karekterimiz huyumuz suyumuz ile yoğurduğumuz,g erektiğinde gerektiği gibi keyfi olarak yorumlayabildiğimiz...
Her şey adına: Hayata baktığımız zaman,"Zalim" diye adlandırdığımız yaşamın aslında masum, ama hayatı yorumlayanların zalim olduklarını görebiliriz.
Yaşamsal düzelmede eğrileri ile hareket edenler bir kural olarak kesişkenlikte yaşamla yüzleşir; ya yaşamı suçlar gecerler, ya gayet bedbahtça "Kader!" der olayı başka bir idarecinin ellerinden olduğuna vurgu gibi kendi üzerlerindeki sorumluluktan sıyrılmaya çalışırlar.
(Kader sen nesin? Hayatın yumuşak karnı. Vuran senden alamaz elini, tadın yoğundur doyulmaz, çünkü sen rahatlamamız için bir lütfî terimsin...)
Bir olayın yorumlamasında insanların takındıkları tavırları ne kadar başlıklar altında incelemeye çalışırsak o kadar hayrete düçar oluruz. Çünkü her terime alt konu edindiğimiz mevzunun aslında bir diğeri ile çok paralel olduğunu görürüz.
Olayların meydana gelişinde öz eleştiriden yoksun haklılıktan öte bir ideali olmayan insanların, size söz hakkı tanımalarını beklerken gitgide suskunluğunuz esnasında suçun üzerinize yıkılmış olduğunu daha bir fark edersiniz.
Ayrıştırıcı kriterlerin tanımındaki bu izafi genellemleerin yanında sebebe iliştirilmiş keyfi tanımlar ya da kendiliğinizden oluşturduğunuz sebeplerin ötesinde bir haklılık olmadığından dolayıdır ki kaos ve karmaşa iliklerimize kadar işlemiştir.
Kişisel erdem ile insanlık erdemlerinin var olduğu bir dönemde sırf egolarını tatmin adına kavramlara mana yükleyenlerle çözümsel bir beraberliğin mümkün olmadığını görürüz. Çünkü haklı çıkma sevdasının ötesinde bir ideali olmayanlarla uzlaşmak sadece zaman kaybıdır. Uzlaşmanın mümkün olmadığını fark ettiğimiz andan itibaren tepkisel olarak ya susar; ya olaya anti tavır şeklinde yaklaşma çabalarını da biz üretmeye çalışırız. O zaman işin ayyuka çıktığı andır.
Ne toplumsal barışların ne de ferdi birlikteliklerin birarada tutunamamasının sebebi de bu değil midir?
Ben merkezli olaylara bakış...
Bir insan "sevda" der ve duygular yükler bu kervana.
Sevda insanın aidiyet merkezli var oluşuna ortak müdahil yaklaşım tarzını benimseme ile başlar.
Bir insan sevdası uğruna vereceklerini kendi kararları ile düzenleme hatasına düştüğünde! (ki ortak bir şeyde kendi merkezli olmak yerine biz mantığı vardır) bağımsız davranışlarında incittiği diğer tarafı elde tutma adına yaptığı diğer eylemler ile suçlamaya başlar. "Ben seni şöylesine sevdim...ben sana nasıl tutkunum..." Ama unutulan aidiyetin, unutulan ortak bir seçimin kriterlerinin aşıldığındaki manzaradır.
Sadece "Demek ki sen beni hiç sevmemişsin." mantığını bırakarak "Ben bu sevginin ardından nasıl oldu da bu tepkileri almaya başladım, böylesine severken beni birden bire... bana yapılan bu tavırların sebebi nedir?" demediğinden/diyemediğinden sorunlar alır başını gider... Giden tabi ki yalnız sorunlar değildir... Saygı ve sevgi de beraberinde gidecektir.
Olayların çözümselliğinde birçok öneride bulunulabilir elbette. Fakat ben sadece problemdeki ana ilkelerle yetinmek istiyorum. Çünkü lâf kalabalığı ardından daha derin karmaşaları getirir.
Çözüm elinizin altındadır...
Ait olduğunuz yeri unutmayın ki;
Sizi sahiplenenler de sizi unutmasın...
Her sahipleniş sonsuz değildir...
Çok doğru:" Her sahipleniş sonsuz değildir..." hatta Hiç bir sahipleniş sonsuz değildir...yüreğinize sağlık...